Bu yazıyı 16.10.2018 tarihinde yeniden okudum. Ve potansiyeli olan güzel bir hikayeyi ne kadar kötü yazdığımı anladım. Ancak bunun gibi eski yazılarımı düzeltmek yerine bilinçli olarak olduğu gibi bırakıyor ve yazarlığımın emekleme dönemi olarak görüyorum. Böylelikle kendimi gözlemleme fırsatı bulmuş oluyorum.
60 yaşlarında saçlarına ak düşmüş bir adamım ben. Hindistan’da yaşıyorum. Buraya nasıl geldiğimi de anlatacağım. Aslında her şeyin en başından anlatsam daha iyi olacak sanırım.
Henüz 20’li yaşlardayken gelmiştim Hindistan’a. Neden Hindistan ben de bilmiyorum sadece geldim. Bizim buralarda o zamanlar yıkık bir duvar vardı. Bir insanın en güzel anısı eski ve yıkık bir duvarla olabilir mi diye sorarsanız.
Evet olabilir. Çünkü benim çok sevdiğim şimdilerde yıkılıp kaldırım yapılmış bir duvarım var. Hindistan’a ilk geldiğimde tek başımaydım. Açıkçası hiç bir mesleğim de yoktu. İtiraf etmek gerekirse günlük geçimimi hırsızlık yaparak geçiriyordum.
Bunu açık açık söylediğim için en azından şimdi dürüst bir hayatım olduğunu anlamışsınızdır diye umuyorum.
Hırsızlığı bırakmamda yardımcı olan bir balıkçı ustası oldu. Ben de bu yüzden bu dürüst adamın yanında işe başlamıştım o zamanlar. Az kazanıyordum ama en azından hırsızlık yapmıyor ve kendimi daha iyi hissediyordum.
Akşam saatlerinde kediler ve köpekler üşüşürdü balık artıklarını yemek için. Yatacak yerim olmadığı için ben de iş yerinde yatıp kalkardım. İlk zamanlar bu sesler beni çok rahatsız etmiş olsa da, sonraları nedense ninni gibi gelmeye başlamış, hatta sesler kesildiğinde sokak kedilerini ve köpekleri ben arar olmuştum.
Pek arkadaşım yoktu . Belki de bu yalnızlığı bir parça olsun bastırmak için en iyi arkadaş olarak onları seçmiştim. Fakat bir müddet sonra tanımadığım bir çocuk da sık sık gelmeye başladı. O da köpekler gibi balık artıkları için geliyordu. Bir kaç kez gizliden izlemiştim çocuğu.
Sonra içim acıdı ve fakir biri olduğunu düşündüm. Bir gece tesadüfen görmüş gibi yanına giderek burada ne yapıyorsun diye sordum. Oda tabi balık artıklarını alıyorum dedi.
Ben de bir kaç kg taze balık vermeyi teklif ettim. Sonrasında çocuk güldü ama neden güldüğünü anlamamıştım. Meğer o da kendi köpekleri için alıyormuş.
Ben de güldüm tabi. Çünkü fakir olduğu düşünmüş, evde kendileri yemek için alıyor sanmıştım. Tanışıp arkadaş olduk sonra. Ama normal bir aile olmadıklarını anlamıştım. Çünkü tam beş köpek beslediklerini söylemişti bana.
Sonra bir gün evlerine yemeğe davet etti. Hal böyle olunca balık artıklarını ben götürmüştüm. Ama şimdi düşünüyorum da ne aptalmışım. Beş köpeklerini düşünüp balık artığı almıştım ama onlara en iyisinden biraz balık götürmeyi akıl edememiştim.
Üzerinden onca yıl geçmesine rağmen hala annesine o kokuşmuş artık balıkları köpekleri için getirdiğimi söylediğim anı düşününce kendimden utanıyorum.
Ailesi de gayet iyi hatta babası oldukça komik bir adamdı çocuğun. Rahatsız olduğum tek konu köpeklerin evin içinde rahat rahat dolaşması olmuştu. Çünkü köpekler de resmen birer aile ferdi olmuş gibiydiler.
Tam yemek yiyordum ki en küçük köpekleri pantolonumun paçasını çekiştirmeye başladı. Biraz da dişlerini geçirdiğinden dolayı yırtmıştı. Sinirlenmiştim tabi ama misafirlikte olduğum için bir yandan da durumu güler yüzle karşılıyordum.
Küçük köpek, hem öylesine tatlıydı ki. Beyaz kar yumağı gibi bir şeydi. Nasıl sinirleneyim.
Çocuğun annesi de sizi çok sevdi demesin mi. Ben de yine gülümseyerek ben de çok sevdim gerçekten çok tatlı bir köpekmiş diyerek kabalık etmek istemedim.
Sonra o en küçük köpeklerini bana vermek istediklerini söylediler. Ben de o anda bir şey diyemedim. Aslında o an nasıl karar verdiğimi bilmiyordum. Sadece olur dedim.
Böylelikle bir arkadaşım daha oldu. İş yerine dönene kadar etrafımda çember çizerek koşuşup durdu.
Çok yorgun olduğum için hemen yattım. Sabah uyandığımda ise o sevimli köpeğin meğer bir yaratık olduğunu anladım. Tezgahta ne kadar balık varsa hepsini parçalamış. Bir de insanı sinir etmek istercesine sadece birinden değil hepsinden azar azar tatmış.
Elim ayağıma dolaşmış ustaya ne diyeceğim diye telaşa kapılmıştım.
Çok fazla uzattığımın farkındayım ama en önemli bölüme henüz gelmedim.
Bir gün bir kız gördüm. Hani ilk görüşte aşk derler ya işte öyle bir şeydi. Her sabah vapura binip karşı tarafa geçiyordu. Ben de gizliden takip ediyordum. O duvarla olan hikayem de burada başlamıştı. Kızın her sabah vapura bindiği yerin hemen yanındaydı o yıkık duvar. Benim her sabah arkasına saklanıp onu gizlice beklediğim duvardı.
Başımı çıkarıp çaktırmadan bakmalarım bir müddet sonra kızın dikkatini çekmiş ki, artık kendimi gizlemeden bakar olmuştum duvar arkasından.
Sonra bir gün yine başımı kaldırıp gizlice duvar üzerinden bakarken tebessüm etmişti bana. İçimde bir şeyler pır pır etmiş salakça bir heyecana kapılmıştım.
Vapur hareket edince de ne yapacağımı bilemedim. Hemen yan tarafta bulunan sandala atlayarak ağır ağır giden vapur arkasından kürek çekmeye başladım. Her şey öyle ani oldu ki sandala binip denizin ortasına nasıl geldiğim ana kadar geçen zamanın farkına bile varmadım.
Ama bir kez daha yakaladım o gülüşü. Kollarım boşuna yorulmamıştı. Kız beni fark etmiş o tebessümü tekrar göstermişti.
Kendimi deniz ortasında sandala uzanarak bıraktım ve mayhoş bir şekilde deniz suyunu okşuyordum. Yüzümdeki gülümseme suda yansıyordu.
Sandalı izinsiz aldığım için bir haftalık bir hapis cezası yemiştim. Ama aşk uğruna her şey değerdi.
Çıktıktan sonra kızın öğretmenlik yaptığını öğrenmiştim. Aşıktım ve avare avare sokaklarda köpeğimle birlikte geziyordum. Mutluluktan uçuyordum. Bu mutluluğumun elbette tek bir nedeni vardı. O da aşkımın karşılıksız olmamasıydı.
Sonra küçük arkadaşımın da sevdiğim kızın okulunda okuduğunu öğrendim. Gizliden mektuplaşıyor aramızda kuryelik yapıyordu arkadaşım.
Sonra ne mi oldu işlemediğim bir suç yüzünden 7 yıl hapis cezasına çarptırıldım. Eskiden sabıkam olduğu için kimselere kendimi inandıramadım.
İki kez kaçma teşebbüsünde bulunduğum için cezam daha da katlanmış 23 sene olmuştu. Yediğim sürgünler de cabası.
Mutluluk öylesine uzaktı ki. Çaresizlik ve acı içinde geçirdim günlerimi.
Ama umudumu hiç yitirmedim. En sonunda cezamı hatta işlemediğim suçun cezasını tamamlamış. Hindistan’a tekrar dönmüştüm.
57 yaşında tahliye olmuştum. Hayatım tamamen bitmiş gibiydi. Geride bıraktığım o kadar çok şey vardı ki…
Yine de kalbimin sesini dinleyip onu aramak istedim. Umutsuzca sokaktaki insanlara ve dükkanlara girip onu aradım.
Sonra bir pet shop önünde durup hayvanları seyretmeye başladım. Minik kar gibi beyaz küçük köpeğimi gördüm.
Elbette o olamazdı. Sadece ona benziyordu.
Sonrasında küçük arkadaşımı hatırladım ve hızlıca evlerine doğru yola çıktım. Annesi ve babası çoktan ölmüşler. Küçük arkadaşım ise kendi işini kurmuş. Bir pet shop açmış.
Bir an duraksayıp adresi nerede de diye kekelediğimi hatırlıyorum.
Biliyorum belki inanmayacaksınız ama önünde durup hayvanları izlediğim o pet shop meğer küçük arkadaşımın dükkanıymış.
Hızlıca geldiğim yere geri döndüm. Bir dost sıcaklığını hissetmeyeli öyle uzun zaman olmuştu ki. Pet shoptan içeri girer girmez sımsıkı sarıldım.
Koca delikanlı olmuş.
İlk başta şaşırsa da olan biten her şeyi anlattım. Benim için çok ağladığını çok üzüldüğünü söylemişti.
Öğretmenin nerede diye sordum. Başını öne eğdi ve sustu.
Bir kaç saniyeliğine öldüğünü düşünmedim değil. Bacaklarımın zangır zangır titrediğini dün gibi hatırlıyorum.
O hep seni bekledi dediğinde ise kocamış yüreğimde yeniden güller açtı.
Ancak bir gece daha beklemeliydim. Onu hep ilk günkü gibi görmek istiyordum.
Duvarım hala yıkılmamıştı o zamanlar. Sabah yine onca yıl sonra aynı duvarın ardına gizlenerek bekledim onu.
Vapura binerken gözlerini bir kaç saniyeliğine duvara doğru kaçırmış ve tebessüm etmişti. O tebessüm aşk tebessümü değildi.
Sadece bir anının hatırlanışıyla içten gelen tebessümdü. Çünkü beni tanımamıştı.
Kollarım eskisi gibi güçlü değildi. Bu yüzden genç bir delikanlıdan sandala atlayarak vapur peşinden kürek çekmesini istedim.
Ben ise sandalda oturup beni görebilmesi için Tanrı’ya dua ediyordum. Göz göze geldiğimiz an ise gözlerimdeki dolmuşluğun farkına varıp ben olduğumu anlamıştı.
Vapurdan indi. Koşarak yanına gittim nefes nefeseydim.
O da yaşlanmıştı ama gözleri ilk günkü gibi aşkla bakıyordu.
İnsan öyle bir an gelir ki söyleyecek tek bir kelime bile bulamaz ya ikimiz de o an aynı şeyi hissetmiştik.
Sustuk.
Sadece birbirimize delicesine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağladık.
Okuduğunuz bu yazı, sadece görmüş olduğum bir rüyaydı. Size inanması belki zor gelebilir ama o son sahnede ağlayan bendim. Ve uykuda olmama rağmen göğsümün ortasında o acıyı derinden hissettim.
Bu yazıda geçenler olayların gerçekliği nedir bilmeden yazdığımı belirtmek istiyorum ..ilk kez blog hayatım boyunca bu denli etkileyici bir şey okudum diyebilirim..saygı duydum saygı duyuyorum bu yitip giden yıllara ve içinde yaşananlara yaşama imkanı olmayanlara ..söyleyecek söz çok gerçekten. .insan olmak böyle bişeydir bir zamanla insan olmak ne güzeldi bir zamanlar.
voov. Cidden çok etkileyici olmuş. Bir an gözlerim doldu. Çok güzel.