Her gece sokağın bir ucunda uzun boylu, ak sakallı, oldukça zayıf, ayyaş bir ihtiyar elinde bir poşetle şehrin hayaleti gibi belirirdi. Nereden gelip nereye gittiğini bilmiyordum. Aklıma takılan sadece ”bu yaşta bu kadar kafayı bulacak ne var be adam” sorusuydu. Öyle yaaa, alkol ve türevi şeyler gençken ve sadece kederden içilirdi. Yani öyle sanıyordum. Üstelik bunca zam gelmişken hala kafayı bulacak kadar içiyor olanların, içki gibi şeylere harcayacak parası varsa ya çok zengindir ya da ayyaş.
Bizim ihtiyarın da yırtık, paramparça elbisesini görünce, çoluğunun çocuğunun rızkını bunlara yatıran bağımlı biri olduğuna kanaat getirdim. İhtiyar sarhoş olmasına sarhoştu ama bu sarhoşların (en azından bazılarının) abartılmış biçimde nezaket örneği sergiledikleri de çok görülmüştür. İşte bizim ihtiyar da ruhunda bu nezaketi bir parça olsun taşıyordu. Nereden mi biliyordum?
Şimdiye kadar belki onlarca kez gördüm ama bir kez olsun kimseyi rahatsız ettiğini, sokaklarda deliler gibi naralar attığını falan görmedim. Fırtınalı denizde küçük bir sandal gibi bir o yana bir bu yana yürür, ara sıra kaldırımdan yola düşer, sonra tekrar kaldırıma çıkardı.
***
İhtiyar zikzak çizerek yürürken, yol üstündeki dükkan sahiplerinin bir kaç kez ”ayakta zor duruyor” dediklerine şahit oldum. Bütün dünya sanki varlığından bi haber gibiydi. Varla yok arasında bir yerdeydi adeta. Amann neyse en azından kimseye bir zararı yok, varsa da bir kendine zararı var. Kime ne, bana ne, ona ne, bize ne? Her ne kadar bu düşünceler içinde olsam da, bir yandan da gerçekten merak ediyordum. Her acının arkasında bir hikaye mutlaka vardır sonuçta, olmalıydı.
Bir gün yine akşam vakti ihtiyarın sallana sallana sokağın başından geldiğini gördüm. Gözlerimi dikmiş pür dikkat ona bakıyordum ki, ilk kez ayağı takıldı ve yere düştü. Ayyaşın biri de olsa yazıktır diye yanına gittim. Kalabalık etrafında çoktan toplanmıştı. Hatta birisi su getirmiş, ayılsın diye yüzünü yıkıyordu. Ve kalabalık arasında şu sözler dolaşıyordu:
”Amca iyi misin, amcanın kafası güzel ayakta duramıyor ki, adam günlükçü, kaldırın evine falan götürün”
İhtiyarı, düştüğü yerin hemen yanındaki kaldırıma oturtmuşlar elini yüzünü yıkıyorlardı. Yanakları içine çökmüş, gözleri uykusuz gibiydi. Dayanamadım! Dizlerimi kırıp yanına eğildim ve şöyle dedim:
Amca yazık değil mi sana bu yaşta bu kadar içiyorsun?
Bunu sordum ama bir yandan da içimden, ”eee bu adam içki kokmuyor ki” diye geçiriyordum. İhtiyar başını kaldırıp cevap verdi:
Ne içmesi evladım, ben hamalım.
Nizamettin Gümüş - 4 hafta önce
Yazınızın, kırık camlar metaforu üzerinden toplumsal düzen ve bireysel sorumluluk konularını ele alması oldukça düşündürücü. Küçük bir dondurma kâğıdının, aslında…
Konu: Kırık Camlar Metaforu ve Bir Dondurma Kağıdının Tetikledikleri