Merhaba Otuz Beş-im! Seni selamlıyorum!
Biliyorum çok önemli bir hadise değil ve yine biliyorum ki Wikipedia'da adıma açılmış bir sayfa yok. Ama bugün ben doğdum. Merhaba otuz beş yaşım. Seni selamlıyorum. Yeni yaşın, yeni yılın öyle çok mühim bir havası yok gibi gözükse de ''dün çarşambaydı ve işte bugün de perşembe'' deyip geçmek istemedim. Neticede bugün ben doğdum. Eşim, sevgili kayın validesini arayıp ''kocamı iyi ki doğurmuşsun'' diye ayrı bir tebrik etmiş. Haberini alınca göğsüm kabardı gerçekten ve aynı jesti yapmak üzere eşimin doğum gününü sabırsızlıkla beklemeye başladım. Bunun dışında baba olarak kutladığım ilk...
Baba Olmak ve Büyümek Üzerine
Zaman hangi ara bu kadar hızlı geçti de baba olmak için gün saymaya başladım böyle? Sanki daha dün ayna karşısında ergenlik sivilcelerimi sıkışıyormuşum da, acısını duyuyormuşum gibi. Sanki daha dün karnemde olan kırıkları nasıl düzeltirim diye kara kara düşünüyor ve o 1'leri özenle 4 yapmaya çalışıyormuşum gibi. Sanki daha dün arkadaşım Orhan'la boş bir arazide gizlice ilk sigaramızı yakmış ve yanında getirdiği sarımsağı yiyerek bizimkilerden saklamaya çalışmışım gibi. Sanki daha dün sokaklarda top koşturup acıkınca evin yolunu tutmuş, akşam üzeri de Erdem'in bilyelerini yutmuşum gibi. Sanki daha dün eğilip...
Kuşu kurtarıp, kediyi aç bırakmak! – İnsan Olmak Üzerine
Bu yazıyı yazmadan önce aklıma David Hume'ın şu sözü geldi: "Eğer burada durup daha ileri gitmeyeceksek, niçin bu noktaya kadar geldik?" *** Evimizin karşısında boş bir arazi var. Gece yarıları köpeklerin mesken yeridir burası. Sıcak havalarda toprağı eşeleyip serinlemek için kazdıkları hafif çukurlarda yatarlar. Civarda oturan insanlar, akşamdan kalma yemek artıklarını ya da marketten aldığı ucuz salamları vererek bu köpekleri besliyor. Şimdiye kadar birine saldırdıklarını görmesem de, bazen aralarında hiyerarşi anlaşmazlığı yüzünden ufak da olsa kavgalar çıkabiliyor. Bir sabah kahvaltımızı ederken bu karşı boş araziden bir kedi sesi duyduk....
Çarşamba Günlerini Yaşayabilme Kılavuzu
Aslında bütün mücadelem bugünün, yarına ve sonraki günlere benzememesi üzerine kurulu! İnsan her ne olursa olsun bir günü iki kez yaşamamalı bence. Bulutların üstünde rüzgâra kanat açıp süzülen bir kuş da olsa, at pisliğinde bir sinek de olsa ertesi gün her şeye sıfırdan başlamalı. Yeni insanlar tanımalı mesela. Hiç yürümediği sokaklarda yürümeli. Hiç kahvesini tatmadığı ufak bir kahve dükkanında az şekerli bir kahve içmeli. Yolda ısrarla bir şeyler satmaya çalışan bir düzenbazı ya da yakasına yapışan bir dilenciyi ''Hadi abicim Allah versin'' diye başından savmak yerine, gözlerinin içine baka...
Bizden Çiçek Olmaz
Odanın karanlığında köşedeki koltukta oturuyordu. Balkon kapısından içeri vurmakta olan ay ışığı, odadaki karanlığı biraz olsun aydınlatıyor ve elmacık kemiğininden ellerine, oradan da parkelere kadar bir ışık hüzmesi uzanıyordu. Elleri yumruk biçiminde birbiri içine geçmiş ve yorgun başını yere düşmemesi için sanki tutuyor gibiydi. Bir ara gözü karşı pencerede perdeleri açık olan ve ışıkları gecenin geç saati olmasına karşın hala yanmakta olan odadaki yaşlı kadına takıldı. Kadın oldukça yaşlı ve yalnız yaşıyordu. Odanın içinde hareket ederken, koltuk takımına ya da en yakınındaki bir eşyaya tutunup öyle yürüyordu. Arada sırada...
Birkaç Saat Sonra
Birkaç saat sonra muhtemelen uyumuş olacağım. Birkaç saat sonra görmeye başlayacağım yorumlayamadığım ya da hatırlayamadığım rüyalarımı. Sabah olup uyandığımda kızarmış ekmeğin kokusuna yine iç çekeceğim. Ardından telaşına düşeceğim yine bir şeylerin birkaç saat sonra. Yanlışlıkla birilerinin kalbini kırıp, sonra özür dileyeceğim. Bağışlanacağım! Yeni hatalar yapıp, yeni özürler dilemek için birkaç saat sonra. Başı boş köpekler sokakların sessizliğini yine bozacak, beni uykumdan edecek birkaç saat sonra. Yine sinirle yatağımdan kalkıp balkonda yıldızları seyredeceğim. Uykum kaçacak geldikten, birkaç saat sonra. Küçük fincanda bir kahve eşlik edecek gecenin karanlığında, gece yarını doğuracak...
Gelecekteki Kendime Mektup – HATIRLA!
Keşke karşıma bir ayna alıp önce o tuhaf suratıma bakarak sırıta sırıta bir şeyler konuşsaydım. En azından konuştuklarımı ses kaydı yapar sonra da yazıya dökerdim. Biliyorum biliyorum her zaman böyle tuhaf huyların vardır senin. Her şeye muhalefet olmayı da çok seversin. Biri bir şeye beyaz dedi mi, önce dur bakalım niye beyaz, kime göre neye göre falan demelisin. Ama bir gün başın belaya girecek söylemedi deme. Hayır yani bir şeyi hemen kabullen ne olacak sanki? Yani illa hemence kendine örmüş olduğun kalın duvarlı kalene her şeyi, herkesi sok demiyoruz...
Geleceğe mektup: Doğmamış Çocuklarıma
Her ne kadar doğmamış çocuğa don biçilmez diye bir söz olsa da, en azından doğmamış çocuğa mektup yazılabilir diye düşünüp, geleceğe bir mektup yazmak istedim. Sevgili kızlarım ve oğullarım, Cümleye böyle çoğul kelimelerle kalabalık başladığım için en azından hem kız, hem de erkek evladım olsun istediğimi anlamışsınızdır diye umuyorum. Size bu mektubu yazmadan önce çok düşündüm. Belki biraz duygusal, biraz nasihat içeriği taşıyan bu mektubu umuyorum ki yıllar sonra bir şekilde okuma fırsatı bulursunuz. Şimdiye kadar hayat hakkında çok şey öğrendim. Fakat öğrenmemiş olduklarımı düşününce, şimdiye dek öğrendiklerimin bir...
Gece Yarısı Sayıklamaları: Affet Beni Dostoyevski
Şu anda uzamış sakallarımı kesmek için lavaboda olmam gerekiyor. Ucuz jiletlerin bıraktığı bir kaç küçük kesik ile ardından sürülen limon kolonyasının cildimi yakması belki de hoşuma gitmiyor. Belki de sadece tembelliğimden dolayı, şu anda tıraş olmak yerine oturmuş bir şeyler yazıyorum. Az evvel elime aldığım Çavdar Tarlasında Çocuklar adlı kitabın, yarım bıraktığım kısmından devam etmek istesem de, ortasında unuttuğum ayracın bana önceki sayfalara dair hiçbir şey hatırlatmadığını fark ettim. Bu şu demek oluyor : Ya tekrar başlamalıyım, ya da olduğu gibi bırakmalıyım. Olduğu gibi bırakmayı seçtim. Kitap okuma alışkanlığını...