Mustafa, topacın ipini sıkıca sardı ve var gücüyle fırlattı. Ara sıra dönmez, dönmeyince de canı sıkılırdı Mustafa çocuğun. Sonra bir daha sarar bir daha atardı. Ta ki topaç dönene ve etrafındaki yeşil ve pembe renklerin düz bir çizgi olduğunu görene kadar.
Bu durum öğle sıcağının yatışıp ikindi serinliğinde başlayıp, akşamın karanlığı gözleri kör edene kadar böyle devam ederdi.
Yaşça büyük olan bir Ali vardı ki, topacı atar atmaz hızla dönen sesi kulakları çınlatırdı. Ara sıra aşağı mahalleden başka çocuklar gelirdi Ali’nin topacıyla yarışsın diye. Lakin Ali’nin kol kuvveti yerindeydi. Üstelik hem topacı iyi sarar, hem de atacağı en uygun zemindeki toprağı iyi bilirdi.
En ince belli topaçlar bile Ali’nin topacı yanında yorulur düşerdi.
Bir ara Mustafa çocuğa seslendi:
-De hele Mustafa…
-Sana gösterdiğim gibi at bakalım.
Mustafa; Ali’yi ustası gibi görür, her sözüne kulak kesilirdi. Onun böyle bir şey istemesi de, Mustafa için hem bir imtihan, hem de emir gibiydi.
Mustafa hemence topacını eline aldı. Ucu salkım saçak olan beyaz ipi dilinin ucuyla yaladı ve topacın üstüne sıkı sıkı sarmaya başladı. Topacı sararken kendini öylesine kaptırdı ki, gözleri topacın gümüş rengi milinde kilitlendi ve heyecandan dili ağzının kenarından yukarı doğru çıkıyordu.
Meydandaki topaçlar yerden kalksın diye biraz bekledi. Bu sırada topaç sarılı, havada duran sağ elinde atılmaya hazırdı. Alan boşalınca topacı büyük bir hevesle fırlattı Mustafa çocuk.
Ancak ne var ki topaç, ipten olduğu gibi fırladı ve arazinin öbür yanına kadar savruldu. Gerektiğinden fazla sıkı sarınca, ip topacın üstünden yağ gibi kayıyor ve dönmüyordu.
Canı sıkıldı Mustafa çocuğun. O da yetmezmiş gibi Ali de alaycı bir ses tonuyla,
”Yine mi dönderemedin len” deyiverdi.
Mustafa çocuk şöyle dedi:
Vallahi abi…
Lakin Ali o saatten sonra söylediği hiçbir şeyi duymuyordu.
Bir an ağlayacak gibi oldu Mustafa çocuk.
Minicik göğsüne dünyaları doldurdu ve doldurduğu dünyaları bir ”of” la geri bıraktı. Oyunu bırakıp, gölgesinde oynadıkları ağacın gövdesine yasladı sırtını. Bir elinde topacı, diğer elinde düğümü hala parmağında bağlı duran topaç ipi. Oynamaya hevesi kalmadı Mustafa’nın.
Anası sesleniverdi o vakit. Çünkü Mustafa çocuk farkına varamazdı boş mide gurultusunun ya da ip sarmaktan su toplamış ince parmakların. Oyuna dalınca her şeyi unuturdu.
***
Sofra kurulur, sıcak bir çorba üflenirdi kaşık ucunda.
Mustafa çocuk göz ucuyla babasına baktı, sorsa da anlatsam diye bekledi bir müddet. Ümitsiz de olsa belki topaç çevirmeyi de öğretir belki diye geçiriyordu içinden.
Sonra da lafı anasına anlatır gibi başladı konuşmaya.
Ana bugün ne oldu biliyon mu?
O vakit babası sofradan kalktı ve mindere geçip tabakasından bir tütün çıkarıp yaktı.
Mustafa çocuk, babasının umursamaz tavrını görünce ikinci kez ağlayacak gibi oldu ve ikince kez derinden bir of daha çekti.
Anası cevap verdi:
Ne oldu güzel oğlum?
Of ana of..
06.07.2020 – 02.44 / ANTAKYA
Nizamettin Gümüş - 1 ay önce
Yazınızın, kırık camlar metaforu üzerinden toplumsal düzen ve bireysel sorumluluk konularını ele alması oldukça düşündürücü. Küçük bir dondurma kâğıdının, aslında…
Konu: Kırık Camlar Metaforu ve Bir Dondurma Kağıdının Tetikledikleri