Belediye seçimleri yaklaşırken, bizim mahallede de bir hareketlilik belirdi. Hoş, şehrin her yanında bu hareketliliği son birkaç haftada görür olduk zaten. Alt geçitler, üst geçitler, ağaçlandırmalar, alt yapı çalışmaları derken bizim başkan hayli yoğun çalışıyor. İşte bizim mahallede de yıllardır duran bozuk yolu onarmak üzere bir çeşit iş ve asfalt makineleri yoğun bir tempoyla çalışmaya başladı. Makineler eski asfaltı kazıyor, oradan da geniş bir hortumla hemen önündeki kamyona aktarıyor. Mahalleli bu asfalt kazıma işi sebebiyle oluşan gürültü yüzünden biraz söylense de, onarımdan memnundu.
Ama yıllardır yapılmadığı için de biraz kızgındı. Hele aşağı sokaktan akan boklu dere ve dereden gelen sinekler, yayılan kokular… Bu çağda olacak iş değil. Bizim başkan genellikle şehrin kalbur üstü kesiminin yaşadığı mahallelerde boy gösterdiği için gecekonduların olduğu bölgelere hiç uğramazdı. Pazarı gezip millete fiyatlar nasıl diye mi soracak? Hoppp soluğu bizim Güneybağı ilçesindeki, genellikle parlak ayakkabıları ve lüks arabaları olan insanların gittiği pazarda alırdı. İşçilerle fotoğraf mı çektirecek? Takım elbisesi kirlenmesin diye biraz ötede durup, en temizinden bir baret takar öyle çektirirdi. Sonra da hiçbirinin yüzüne bakmazdı. Bir ara maaş için ayaklanacak olmuş belediye çalışanları, lafı evirmiş çevirmiş hepsini aynı maaştan çalışmaya bir şekilde ikna etmiş.
Bir gün şehirde dev bir pankart gördük. ”Başkan sizi dinliyor” diye. Altına da biraz daha küçük harflerle, dertlerinize derman olmaya geldik, sorunları çözmek için varız gibi lakırdılar. Ve onun da altına yarın şu şu saatlerde yerel kanalımızda, halktan konuklarla diye eklemişler.
Bizim muhtar Rüstem Bey, haberi duyar duymaz yanımıza geldi. Kendisi iyi adamdır, hoş adamdır ama biraz fazla başkancıdır. Odasında başkanın dev bir de fotoğrafı asılıdır. Ondan önce de eski başkanınki asılıydı ya neyse. Bizim muhtar da başkan gibi her devrin adamıdır. Yerel kanalda canlı yayını duyunca bir heyecanla bizim eve geldi. Kendisiyle aramızda üç yıldır anlamlandıramadığım ve ismini koyamadığım garip bir arkadaşlığımız olsa da cana yakınlığı, belki biraz da laf yapan ağzı hoşuma giderdi.
Yahuu akşam canlı yayın var gelsene?
Ne canlı yayını Rüstem abi hayırdır? (Aslında haberim var ama bizim muhtarı söyletiyorum işte)
Eee bizim başkan çıkacak ya yerel kanalda, milleti dinleyecek, sorunları çözecek. Gel sen de beraber gidelim.
Olur mu ki muhtar abi? Hem ne sıfatla gideceğim?
Sıfatı mıfatı boşver sen, ben davet ediyorum işte.
(Bir akıl gitsem mi diyor, bir akıl gitmesem mi?) İyi madem gideriz deyiverdim.
Akşam ben seni alırım deyip, fırlayıp gitti.
Muhtar gidince vermiş olduğum karardan pek bir memnun olup keyiflendim. Öyle ya da böyle ne sıkıntılar varsa hepsini bir bir demeyi de kafama koydum. Hem ne olacak ki? Neticede sıradan bir vatandaş olarak sıkıntılarımızı dile getireceğiz. Eee biraz da özenli olmak gerektiğini düşündüğümden, askıda uzun zamandır duran gri takım elbisemi çıkardım.
Akşam vakti muhtar, heyecanla geldi. Kapımı çalma zahmetinde bulunmadan da aşağıdan kornaya basarak beni çağırdı. O sıra kravatımı bağlamış, ben de muhtarın gelmesini bekliyordum. Korna sesini duyunca da gelenin bizim muhtar olduğunu anladım. Eğilip baktım ki, ön cama eğilmiş geliyor muyum diye bana bakıyor. Bir el edip uzak bir selam çaktıktan sonra aşağı indim.
Ooooo komşu pek de şık olmuşsun. Bak şimdi seni de bizim muhtarlardan biri sanacaklar.
Yok canım, ben öylesine bir değişilik olsun diye bir de seni kırmayayım diye geliyorum.
Çok geçmeden stüdyoya vardık. Biraz daha kalabalık olmasını bekliyordum ama bizimle beraber hepi topu 50 kişi var yok. Açıkçası içimi birdenbire bir ürperti sardı. Ama yok tek tek ne varsa söyleyeceğim kafaya koydum. En başta niye sürekli zengin muhitlere gidiyor, niye şikayetlerimize dönüş olmuyor, boklu dere akıp duruyor, cadde ve sokaklarımız yıllardır berbat durumdayken neden şimdi yapılıyor. Bir sağlam terleteyim de aklı başına gelsin.
Salona geçmek üzere giriş kapısı önünde kalabalık içinde beklerken, pek bir telaşlı bir kız geldi yanımıza. Bir o yana bir bu yana koşturuşundan, yayında görevli önemli biri herhalde diye düşündüm. Sonra elinde tuttuğu minik kağıtları dağıtmaya başladı konuklara. Bana da verdiler bir tane. Sıkı sıkı da sadece kağıtta yazanı ve onun dışında bir söylemememizi tembihlediler. Şöyle yazmışlar:
Pek muhterem sayın başkanım, diliyorum ki önümüzdeki seçimlerde de farkla kazanır ve güzel işler başarmaya devam edersiniz. Biz hizmetlerinizden dolayı müteşekkiriz. Sizi saygıyla selamlıyorum efendim.
Verdikleri diğer kağıtta ise şu yazıyor:
Sayın başkanım bu sene yerel takımımız için yeni forma yaptıracak mısınız?
Ve başka da bir şey yok.
Elimdeki kağıtla kala kaldım. Bu ne iştir anlamadım. Ne etmeli, ne yapmalı bilemedim. Kağıttakileri mi okusam, kendi bildiklerimi mi söylesem? Derken muhtarın kulağına eğilip elimdeki kağıdı göstererek ”muhtar biz bu kağıtları ne yapacağız” dedim.
Muhtar halinden memnun, keyfi yerinde ve oldukça da rahat bir şekilde gülümseyerek, daha ne istiyorsun yaa bak adamlar seni zora sokmamak için eline kağıt bile veriyor. Kekelesen, soracağın soruyu unutsan daha mı iyi olacak? Hem çok ayıp olur başkana. Canlı yayında da rezil olursun. Şimdi bütün mahalle de izler bunu.
Ne etmeli bilemedim. Kendi aklıma gidip, canımı sıkan şikayetlerimi mi söylesem, elime tutuşturulan kağıdı okuyup usul usul yerime mi otursam? Neyse o kadar adam var. Belki bana sıra falan gelmez de ben de bu kargaşadan kurtulurum.
Seyirciler salonaaaaa, seyirciler salonaaaaa diye birinin bağırdığını duyunca bizim muhtarla birlikte stüdyoya girdik. Şöyle bir etrafı süzüp inceden bakındıktan sonra üçüncü sırada bulunan koltuklardan birine oturduk.
O sırada sunucu koltuğundaki hanımefendi başkanı takdim etti ve bizim başkan içeri girdi. Göbeği kendinden iki adım önde gidiyor bizim başkanın, yüzünde de maşallah bugün başka bir sevinç var. Ortama gülücükler saçıyor.
Sunucu hoş geldiniz dedikten sonra böyle bir kampanya için ayrıca teşekkür etti. Sonra da projeler nelerdir sayın başkanım diye sordu. Başkan tam lafa giriyordu ki, arka koltuklardan bir bağrış yükseldi.
En büyük başgan bizim başgan, en büyük başgan bizim başgan.
Başkan tebessüm içinde gençlere el sallayıp teşekkür ettikten sonra projelerini anlatmaya başladı.
Efendim, biliyorsunuz şehrimizdeki yollar çok bozuktu bu yıl 320 ton asfalt yenilemesi yaptık, yenilemeye de devam ediyoruz. Ayrıca 6 km lik bir kanalizasyon borusu yeniledik. Şu an ulaşamadığımız…
Yine arka sıralardan aynı ses:
En büyük başgannnn bizim başgan.. En büyük başgan biz..
Başkan bir şey diyecek oldu ama sunucu erken davranıp arkadaşlar biraz daha sessiz olmanızı rica edeceğim diyerek başkana buyurun devam edin dedi.
Şu an ulaşamadığımız mahalleler var onları da en kısa zamanda yenileyeceğiz. (Başkan ulaşamadığımız derken bizim mahalleleri diyor sanırım.) Sonrasında iki büyük halk kütüphanesi açtık. (Allah allah biri zaten bizim eski kütüphaneydi. Dış cepheyi boyamışlardı onu diyor heralde)
O sıra başkanı dinlemeye öyle dalmışım ki yanımdan oturan muhtarı unuttum. Kafamı çevirip baktım ki, baston yutmuş gibi oturuyor. Başkana kendini gösterecek ya ondan heralde. Ben ise yanındaki koltukta gömülmüş ufacık kalmışım. Sunucu başkanla sohbetine devam ederken seyircilerden biri el kaldırdı. Açıkçası çok şaşırdım. Ben zannediyorum ki sırayla kaldırıp elimizdeki kağıdı okutacaklar.
Sonra adam kalkıp şöyle dedi:
Pek muhterem sayın başkanım, diliyorum ki önümüzdeki seçimlerde de farkla kazanır ve güzel işler başarmaya devam edersiniz. Biz hizmetlerinizden dolayı müteşekkiriz. Sizi saygıyla selamlıyorum efendim. Siz değerli başkanıma bir sorum olacaktı.
Sunucu buyurun efendim tabi diyerek karışılık verdi adama.
Başkanım yerli takımımızın formalarını yenilemeyi düşünüyor musunuz?
Başkan gülerek bir şeyler söylemeye koyuldu ama adamın konuşması ve sorduğu sorunun, elimdeki kağıt ile birebir aynı olması şokunu yaşadığımdan ne dediğini pek anlamadım. Konuştu mu ondan da emin değilim. Ta ki kalabalık yeniden bağırınca irkilme ile ancak kendime gelebildim.
En büyük başgan bizim başgan, en büyük başgan bizim başgan…
Alkış kıyamet, ıslıklar kıyamet stüdyo değil, futbol tribünü sanki. Bizim muhtar da ayaklandı yanımda ceketinin bir ucundan tutup otursun diye çekiştirdim. Çekiştirmesine çekiştirdim ama bir aklım hala adamın söylediklerindeydi. O sıra bizim muhtar elini kaldırıp söz istedi.
Başkanımmmm, başkanımmm.
Sunucu bizim muhtarın gözlerindeki başkan aşkını görmüş olacak ki, hemence buyurun diyerek söz hakkı verdi.
Öhümm..
Başkanım öncelikle sizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bendeniz Hızarcı Ali Mahallesi muhtarıyım. Yanımda gördüğünüz arkadaşım da mahallemizden bir vatandaşımızdır. Çalışmalarınızı yakınen takip ediyor ve size bağlı çalışmaktan büyük şeref duyuyorum. Sağ olun var olun deyip şakkk diye öne eğildikten sonra yerine oturdu. Doğrusu pek saygılı adamdır bizim muhtar.
Gülümsemekten yüz kasları iki yana gerilen muhtar, oturmasına rağmen tüm dişlerini göstermekten geri kalmıyordu. Muhtarın bu ilk kez gördüğüm pek bir tuhaf hali beni de etkisine almış gibi onunla birlikte ben de gülmeye başladım. Gülmek de bulaşıcıymış demek. O sıra gülüşmelerimize tanık olan sunucu buyurun efendim siz alın mikrofonu diyerek muhtara beni işaret etti.
Ben mi? Arkadaki mi?
– Hayır efendim siz. Siz evet.
Gülme krizimi bir kenara bırakıp elimdeki kağıdı okumaya başladım. Bir yandan ellerim titriyor, bir yandan bir gülme geliyor.
Pek muhterem sayın başkanım, diliyorum ki önümüzdeki seçimlerde… diye devam ediyordum ki yine tezahürat sesleri yükseldi:
En büyük başgan bizim başgan, en büyük başgan bizim başgan..
Devam ettim.
Diliyorum ki önümüzdeki..
En büyük başgan bizim başgan, en büyük başgan bizim başgan..
Konuşmamın bölünmesine sinirlenmekle birlikte kağıtta yazılanları okumaya devam ediyor, bir yandan da sunucunun tamam efendim teşekkürler diye araya giren seslerini duyuyordum.
Sesler birbirine karıştı, bağırışlar, ıslıklar, bizim muhtarın beni çekiştirmeleri, başkanın tuhaf bakışları, bir an nerede olup kiminle konuştuğumu unutup en son şöyle bağırdım.
Nolacak bu asfaltın formaları başkanımmmmm. Ve arkadan gelmeye devam eden sesler.
En büyük başgaaan bizim başgan, en büyük başgaaaan bizim başgan..
iyi ki okudum, sizler de okuyun. meğer yıllarca bu yazının eksikliğini çekiyormuşum hayatımda. bu alemin enayisi ben miyim? on dakikam boşa gitti, bu yazı hayatıma ne kattı onu sorguluyorum, hayatımı sorguluyorum. yazar hayatı sorgulatıyor bu eserinde, adeta…
Kendimizi kandırmanın anlamı yok. Demek ki kötü bir hikaye yazmışım. Ya da kötü anlatmışım.
Yine de kısaca detay vermek isterim:
Vatandaş: Her şeyden şikayetçi, aynı zamanda bir şeyleri değiştirmek için sesini çıkarmayan ya da sesini çıkaracağı fırsatı bulduğunda susan, korkan ve bastırılmış birini temsil ediyor.
Siyasetçimiz: İnstagram yorumlarında kendisine yapılan eleştirisel yorumları ve şikayetleri silip, başkanım çok yaşa şeklinde yorumları yayınlayan kanlı canlı bir başkandan esinlenilmiştir.
Muhtar: Her devrin adamı ve yanar dönerdir.
Sunucu: Satılık medyadır.
En büyük başkan bizim başkan diye bağıranlar: Şakşakçılar.
Yorumunuz için teşekkür ederim. (Hakaret, küfür ve reklam olmadığı sürece bu blogda tüm yorumların yayınlandığını da ayrıca bilmenizi isterim.)
Ben hikayeyi çok keyifle okudum. Gülmek gibi cesaret de bulaşıcıdır.
Kaleminize sağlık
Çok teşekkür ederim Evde Yazar. O siyasetçiye denk gelmeseydim belki böyle bir hikaye de çıkmayacaktı aslında.