Bu bir devam yazısıdır. Birinci bölümü okumadıysanız lütfen okuyun. Çünkü ne bu bölümün, ne de ilk bölümün tek başına hiç bir anlamı olmayacak. Birinci bölümde ne oldu?
Akşam olup hava karardığında, eskici tekrar eve döndü.
Kapıyı açar açmaz tabakasından bir tütün çıkardı ve uzamış bıyıkları arasından dudağına götürdü. Oda lambasını yaktı ve bir an bomboş odanın içindeki yalnızlığına baktı. O kadar yalnız hissetmişti ki, evin içindeki bir kaç eşyası ile dertleşmek istedi bir an. Bir kaç küçük sineğin lamba etrafında dans edişini gördü. Sonra ”en azından odamda bir kaç canlı daha var. Onlar da benim gibi birer canlı” diye düşünüp yalnızlığını bir anlığına içinden atmak istedi. Belki de bir hayvan alıp beslesem daha iyi olur diye geçiriyordu içinden. Sonra durup ”kendime bile bakamaz iken, bir kuşa ya da balığa nasıl bakacağım” diyerek vazgeçti. Çünkü kuşları gökyüzünde balıkları ise tavada seviyordu. Hoş tavada bir balık yemeyeli de yıl olmuştu.
Derken o eski tahta kapısı çalındı eskicinin.
Eskici : Hayırdır inşallah kim ola ki bu saatte diye merakla kapıyı açtı.
Gelen ev sahibinin küçük kızı Nermin idi. Elinde bir tas buharı üstünde sıcacık bir çorba getirmişti.
Küçük kız : Annem sizin için çorba gönderdi amca buyurun alın dedi.
Eskici ise; çok teşekkür ederim çok merhametli bir anneniz var lütfen selamlarımı ve teşekkürlerimi kendisine de söyleyin diyerek küçük kızı uğurladı.
Eskici hemence askıdaki poşete uzandı ve kuru ekmeleri çıkarıp sıcacık çorba içine doğradı.
”Şimdi yumuşacık olurlar, hem taze ekmek doğrasam bile bu kadar lezzetli olmaz” diye mutlulukla yemeğini yedi.
Saat hayli geç olmuştu, eskici paslı demir yatağına uzandı ve uykuya daldı. Gece birdenbire ateşlenmiş ve yanmaya başlamıştı vücudu. Bir yandan terler içinde yanarken, bir yandan da titriyordu. Doktora gidecek ne takati ne de parası vardı. Zar zor yatağından kalktı ve ”en iyisi elime yüzüme bir su çarpayım sonra kendime gelirim” dedi. Fakat ateşi gittikçe yükseliyor ve durumu daha da kötüye gidiyordu. Sabah olduğunda hala baygın gibi yatakta yatıyordu. Ne dışarı çıktı, ne de yerinden kalkabildi eskici. Ağzına bir lokma koymamış su dahi içmemişti. Ertesi gün durumu gittikçe ağırlaşmıştı. Bir eşi, dostu arayıp soranı olmadığından kapısını çalan da yoktu. Bir an ölümü düşündü ve varlığının ya da yokluğunun kimse için önemli olmadığını hissetti. Bu his içini öylesine sızlatmıştı ki, ölümün kendisi bile canını bu kadar acıtmazdı. Gözleri kısık bir şekilde açık, hareketsizce odanın her bir köşesine baktı. Yemek yediği bir kaç kirli kap, askılıkta duran ceketi, kapı eşiğindeki arkasına basılmış ayakkabısı hepsine uzun uzun baktı. Sonra odanın tavanına bakıp gökyüzünü hayal etmeye başladı. Bir damla yaş aktı o an gözünden. Şakağından süzüldü ve saçlarında kaybolup gitti. Dudaklarını açtı ve hafif bir nefes alarak dua etmeye başladı. Allah’ım bana bu yalnızlık içinde bir ölüm verme.
Gözlerini usulca kapadı ve uykuya daldı sonra.
Bir kaç saatlik bir uykudan sonra birden bire kapı çalındı. Eskici şaşkınlık ve sevinç içinde yerinden doğrulmak istedi fakat kalkamadı. Bu yüzden bağırmayı denedi fakat bağıramamıştı da. Sadece hafif bir ses tonuyla inliyordu. Birden kapı açıldı ve orta yaşlı bir adam girdi içeri. Eskicinin yanına yaklaştı ve ateşler içinde yandığını görünce hemen bir bardak su getirdi. Daha sonra bir sandalye alıp eskicinin baş ucunda beklemeye başladı.
Eskici kendini biraz toparlar gibi oldu. Yastığını düzeltti ve yerinden hafifçe doğrularak yatağında oturmaya başladı.
Bayım siz kimsiniz, kapıyı nasıl açtınız, sizi tanıyor muyum? gibi sorular sormaya başladı.
Adam : Evinize izinsiz girdiğim için özür dilerim. Fakat inlediğinizi duyunca kapınızı, üzerindeki kırık olan camdan elimi sokarak açtım. Beni tanımıyorsunuz ama ben sizi tanıyorum hem meslektaş sayılırız diye cevap verdi.
Eskici : Olur mu öyle şey! benimle dalga geçiyorsunuz herhalde. Halinize giyiminize bakılırsa oldukça varlıklı birine benziyorsunuz diyerek cevap verdi.
Adam ise : Görünüşüm sizi yanıltmasın. Doğru söylüyorum diyerek ısrar etti.
Eskici : Yani siz de benim gibi eskici misiniz? diye sordu.
Adam : Evet tek farkımız siz eşya, ben ise insan eskisi alırım diyerek yanıt verdi.
Eskici : İnsan eskisi ne demek benimle dalga geçiyorsunuz herhalde diye küçük bir tebessüm etti.
Adam : Bilakis doğru söylüyorum. İnsanlar yaşlanır ve ölürler. İnsanlar hastalanır ve ölürler. Arada istemeden de olsa küçük çocukları da aldığım oluyor ama benim işim bu. Bu yüzden kısmen meslektaş sayılırız. Eski eşyalar yaşlılar, kırık çürük olanlar ise hasta insanlar gibidir.
Eskici adamın söyledikleri karşısında şaşırmış ve verecek cevap bulamamıştı. Daha sonra sakin bir tavırla, madem Azrail’sin, o halde ben seni nasıl görüyorum, yoksa beni de mi almaya geldin? diyerek sordu.
Adam : Son uykuya dalışında seni zaten almıştım. Ben ettiğin son duanın kabulüyüm.
– Şimdiye kadar yazdığım tüm öyküler için tıklayın – Bu öyküyü yazmaya nasıl başladığımı merak ediyorsan
Bu nasıl güzel bir anlatım olmuş. Son satırına kadar heyecan ve hüzünle okudum. Son söz boğazima koca bir yumruk gibi oturdu. Burada bitirdiniz mi, devami gelecek mi? Kaleminize sağlık.
Çok teşekkür ediyorum yorumunuz için beğenmenize sevindim.
Hiç olmazsa yalnız değilmiş, duası kabul olmuş diye sevindim. Hayatı zaten üzüntü vericiydi. Sevindiren tek şey istediği sonun gerçekleşmesi oldu.
Kimse yalnız ölmesin isterdim ben de. Bu yüzden de böyle kurgulamak istedim.
Son dua bold yazıldığı halde atlamışım. Dönüp Adamın son duası neydi diye yeniden baktım. Sonunu güzel bağlamışsınız:)
Hikaye kendini bağladı ben yazdım Osman abi.
anlatımın da öykünde çok sürükleyici:)
Teşekkür ederim Melktem hanım.
Sıcak damlalar süzülürken yastigima , Icimde onlarca kelime ile sessizce yutkunmaktayim .beklediğim gibi ikinci bölümde harikulade olmuş .ne güzel kabûl olunmus bir duâ…
Yureginize kaleminize sağlık . başarılarınızın devamı dileği ile, Sağlıkla tebessümle esen ve mutlu kalın. Saygılarımla.
Yorumunuz beni çok mutlu okuduğunuza ve beğendiğinize çok sevindim. Teşekkürler Emine Hanım.