Ne zaman bir yazıya başlayacak olsam, sadece bir satırlık bir cümle ile çıkıyorum yola. ”İnsanlar neden ikiyüzlüdür” diye başlık atarken tek düşündüğüm ve istediğim de bu yazıyı yazarak, insanların bir şeylerin farkına daha fazla varmalarını sağlamaktı.
İç ve dış yüzü vardır insanın.
Biri herkesin bildiği, diğeri de yalnızca kişinin kendisinin bildiği yüzü. Bilir misiniz bir insanın iç sesi de aynı zamanda o insanın iç yüzünü yansıtır. Asla yalan söylemez ve numara yapmaz. Zaman zaman ben de kendi iç sesimle konuşuyorum. Örneğin, burda derdimi döktüğüm satırlarda zaman zaman kendime sen kim oluyorsun da millete akıl veriyorsun diyorum. Bilmiyorum belki de kendi üzerimde yarattığım aşağılık psikolojisidir bu. Çok bilmişlik taslıyorum belki de. Ama açlıktan söz etmek için açlara bakmak değil bizzat aç kalmak gerekir. Ben de aç kalmadan açlıktan söz etmiyorum. En azından sınırların ötesine dayanmaya çalışıyorum içimdekileri anlatırken. Yalnız kalmaktan korkuyorum ama insanlara yalnızlık korkusunun nasıl yenilebileceğinden falan söz ediyorum. Özetle kendime çok kızıyorum bazen. Bu beni bir yalancı mı yapıyor ya da düzenbaz mı bilmiyorum. Ama herkesin bir iç yüzü olduğunu gayet iyi biliyorum.
Günah çıkarma
Vergi rekortmeni ilan edilen kravatlı ve takım elbiseli adamların, bir derneğin kuruluş yıl dönümünde çok sıfırlı bir çek uzatırken tokalaşarak fotoğraf çektirmesi ne kadar samimi olabilir ki? Belki de aklanmış kara paraların, haksız kazançların bir araya getirdiği bir paradır. Bu yüzden kişi iç yüzünü gizleyerek toplumda saygıdeğer iş adamı rolüne bürünerek vicdanını susturur. Oysa günah çıkarma eyleminden başka bir şey değildir bu.
Ya da diyelim ki yol ortasında kanadı kırık bir kuş gördünüz. Aslında iyi birisiniz hayvanlara insanlara tüm canlılara saygınız var. Facebook da instagram da hayvan fotoları falan paylaşıp duruyorsunuz. Ama yol ortasında gördüğünüz kuşla ilgilenmek yerine görmemezlikten gelip gidiyorsunuz. Niye bilmiyorum ama hep yetişecek bir yerlerimiz oluyor ya da üşengeçliğin dibine vurmuş oluyoruz bir yerde.
– Üfff işe geç kalıcam..
– Başka biri alır veterinere falan götürür heralde.
– Ya ölürse! Ben mi alsam acaba.
Sonrasında çekip gidiyoruz. Kimse kusura bakmasın ama söz de iyimser insanların çoğu aslında böyle. Ben de öyleyim. Geçenlerde yavru bir kuşun ölümüne sebep oldum. Yuvasından mı ne düşmüş. Alsam eve götürsem mi diye düşündüm. Sonra ağaca nasıl koyacağım burdan bıraksam mı acaba?, Annesi gelip alır beki götürür diye kendimi kandırdım. Ertesi gün baktım ki ölmüş. Tüm bunlar benim iç yüzüm.
Eğer biri size iç yüzünüzü gösteren bir ayna tutsaydı, kendinizi çırılçıplak kalmış gibi hissederdiniz. Hepimizin sırları var, hepimiz başkalarına olduğu kadar kendimize de yabancılarız. Fakat bir noktada bir yüzümüz daha baskın geliyor ve hayatımızı o yüz ile yaşamaya devam ediyoruz.
Siz kimsiniz?
Sahiden de yaşamış olduğunuz bu inişli çıkışlı hayatta bir an durup kendinize hiç ben kimim diye sordunuz mu? Olduğunu sandığınız mı, yoksa olduğunuz kişi misiniz?
Osho’nun konuşma yaptığı bir sırada kendisine dinleyicileri tarafından şöyle bir soru yöneltilir.
– Kendin olmak mı, kendini bilmek mi önemlidir?
Osho durur ve cevap verir.
– Eğer kendim değilsem, kendimi nasıl bilebilirim? Ya da tam tersi eğer kendimi bilmiyorsam, nasıl kendim olabilirim?
Her gün hiç tanımadığımız yüzlerce insan görüyoruz.
Tesadüfen bazıları ile küçük diyaloglar içine giriyoruz. O kısacık diyalogların bir insanın iç yüzünü görmeye yetemeyeceğini de hepimiz gayet iyi biliyoruz. Aslında bilmek isteriz. Çünkü karşımızda duran insanın yalın, kendi kişiliğini görmek bize huzur ve güven verir. Fakat beş dakikalık kısa konuşmalar ile bir insanın iç yüzünü görmenin zor olduğunu bildiğimiz gibi, bazen beş yılda bile tanıdığımızı düşündüğümüz insanların iç yüzleri ile karşılarız.
Çünkü insanlar büyük bir oscarlık performansla sunarlar yüzlerini bize. O yüzden bir insanın iç yüzünü görmek bazen yıllar bile alabilir.
İnsan belki de o iç yüz dediği ve ardına saklandığı şeyin, bir yerde açığa çıkmasından ve parçalanmasından korkuyor. Çünkü parçalandıktan sonra ortada bir canavar ya da zavallı kalacağını gayet iyi biliyor.
Galiba hepimizin yüzünde duruma göre taktığımız maskeler var.Kendimizi korumak için o maskeleri takıyor ve onlarla dolaşıyoruz…
Bunun farkında olmak rahatsız ediyor insanı.
Olgunluk mu olgunlaşmak mı denilir bilinmez bu işe. Ama son zamanlarda ne hissediyorsam söylemeye ve insanlarla nerede nasıl iletişim kurabileceğime titizlikle dikkat ediyorum. Çok faydasını gördüm ancak belki de ne hissettiğimi hemen söyleme alışkanlığımı bırakmayacak olursam belki toplum tarafından "Deli bu galiba." damgası yemeye başlayabilirim 🙂 Çok dokundu be abi yazı. Güzel adamsın vesselam. İnşallah bir gün tanışmak nasip olur. Aynaların ötesinde biri daha var bize gerçekten yakın olan onunla olabilmek mesele olsa gerek…
Umarım bir gün tanışır ve birer bardak çay içmek için vakit bulabiliriz Faruk.
Yorumun farklı bir şey hissettirdi aslında bana. Sen insanların sana ''deli bu galiba'' gibi bir damga vurmasından korkuyorsun. Peki herkes aynı korkuyla yaşıyor olamaz mı?
Belki de doğru söylüyorsundur. O zaman korkularımızla yüzleşecek bir zaman dilimine de sahip olabiliriz bir gün inşallah 🙂
Kendimi sorgulatan bir yazıydı efendim, kaleminize sağlık 🙂
İnsanı geren ve sıkan bir tarafı olduğunu düşünüyorum yazdıklarımın. Oysa senin son yazını okuyunca kuş gibi hafif bir yazı gibi geldi bana.