Bugün şimdiye dek iş hayatı içinde yaşadığım ve gerçekten parayla dahi satın alınamayacağınızı düşündüğüm tecrübelerimi anlatmak istedim. Şu anda kariyer hayatınız nasıl gidiyor bilemem ama umarım gelecekte bu okuduklarınızın -okuyacaklarınızın bir parça da olsa size bir katkısı olur. iş hayatında deneyim kazanmak elbette önemli ama tecrübenin öneminden falan bahsedip basma kalıp sözlerle canınızı sıkmaya da hiç niyetim yok. 🙂 O yüzden içimden geldiği gibi çalakalem anlattım her şeyi. Ancak yazı biraz uzun baştan uyarayım. Kahve neyim alacaksanız bir koşu mutfağa gidip gelmenin bence şu an tam sırası.
Aldınız mı kahveyi?
Peki o zaman başlayayım madem.
1 Kim kârda, kim zararda?
Çalıştığı iş yerine kasti olarak zarar veren insanlara muhakkak denk gelmişsinizdir. Bazen kişinin karakterine dayalı olarak hiçbir sorun yokken bunu yaparlar. Bazen de uğradığı haksızlıkların acısını, işletmeye (patronuna) maddi zarar vererek yaparlar. Olayın etik olup olmadığını tartışmıyoruz. Ancak haksızlığa uğradığını düşünerek bunu yapan ya da yapmaya yeltenen çok insan gördüm. Bu durumu hiçbir zaman farkına varamayanlar ise ne yazık ki işverenler.
Örneğin piyasa ortalamasına göre günlüğü 100-120 TL olan bir iş yapıyorsunuz. İşveren ise size piyasa değerinin altında 80 TL gibi bir ücret veriyor. Siz hakkınız olandan düşük aldığınızın bilincinde olarak çalıştığınız işletmeye ve işvereninize karşı kin duymaya başlıyorsunuz. Çünkü patronunuz da bu işin hakkının 100 TL olduğunu biliyor. Bir noktada da bu kin, somut bir hale bürünerek işyerine maddi zarara uğratmaya yol açıyor. Ancak bu zarara uğratma öyle gözle görünür biçimde değil de daha çok tespit edilemeyecek veya tespit edilmesi zor şekilde gerçekleşiyor. Örneğin üründen çıkan firenin değerlendirilmek üzere geri dönüşüme atılması gerekirken, çöpe atılması gibi.
Sonuç olarak işveren 100 TL vermesi gereken işçisine 80 lira vererek 20 lira kar ettiğini düşünüyor. Ancak olayın perde arkasında ise işçi, haksızlığa uğradığı için işletmeyi 50 TL lik zarara sokuyor. Şimdi siz söyleyin kim kârda, kim zararda?
2 İşletme hafızası
İşletme hafızası, bir alanda bir işi yapan personelin o işte ne kadar eski olduğuna dayalıdır. Birçok işletmede gördüğüm en büyük eksiklerden biri de işletme hafızasının düşük olmasıdır. Sebebini de çok düşünmeye gerek yok sanıyorum. Örneğin günlük 50.000 çift ayakkabı üretimi yapan bir işletmeyi ele alalım. Paketleme, kalite kontrol, boyama, hazırlık gibi farklı bölümlerde çalışan da 400 personeli olsun bu işletmenin.
Eğer son 2 yıldır paketlemede görev alan personeli, boyama bölümüne verirseniz ne olur? İkinci ve benzer bir soru daha sorayım. 2 yıldır paketlemede görev alan biri mi, yoksa henüz 1 aydır çalışan yeni personel mi daha az hata yapar? Aslına bakarsanız her iki sorunun cevabı da aşağı yukarı belli. Çünkü en başından işletme hafızası kuralını çiğnemiş olduk ve bir işi uzun süredir yapan personelin konumunu değiştirdik. Sonuç olarak hem paketleme bölümünde hem de boyama bölümünde hatalara sebep olduk. Unutmayın bir işi yapan personel ne kadar eski ise; işletme hafızası da o kadar yüksektir. Çünkü işletme kendi kendine yetebilen bir beyin haline gelir bir müddet sonra.
3 İş hayatı ve Otomatik kurallar📋
Parayla satın alamayacağınız şeyler olarak bir de iş hayatında adına otomatik dediğim kurallar var. İlk işinize başlamışsınız. Patronunuz, şefiniz ya da varsa üstünüz size hızlıca işletme içindeki uymanız gereken kurallardan bahseder. Aslında çoğu aşina olduğunuz kurallardır. Yapılan iş tehlike arz ediyorsa telefon kullanılmaması gibi. Ancak bazı kurallar vardır ki, sadece o işletmeye özgüdür. Sebebini başta anlayamaz ve yadırgarsınız ama gerekli olduğunu ve o kuralların neden konulduğunu zaman içinde anlarsınız. Bir iş yerinde kuralı her zaman personel koyar!
Evet yanlış duymadınız. Kuralı çalışan personel koyar. Nasıl mı mesela? Sigara içilen bölümde defalarca sigara izmaritlerini yere atmayın uyarısına uymamalarına karşılık orada sigara içmek yasaklanır. Yani yapılması gereken normal şeyler (işedikten sonra sifonu çekmek gibi) yapılmadığı takdirde ortaya ilginç ve anlaşılması zor kurallar çıkabilir. Yani kuraları aslında, personel koyar. 🙂
Yaşadığımız çevredeki kurallar da öyledir aslında. Bir yerde ”yediğiniz çekirdek kabuklarını yere atmayın ulan” uyarısı varsa, orada mutlaka çekirdek yiyip kabuklarını yere atan sığırlar vardır. O kural da o sığır okusun da atmasın diye konulmuştur.
4 ”Biz bir aileyiz” masalı!
İş hayatı bir çok firmada bu kalıplaşmış cümleyle başlar. Bu kelimeden o kadar çok tiksindim ki, hemen ardından iyi bir şey çıktığı görülmüş, duyulmuş şey değildir. Ve bunu da her şirket özellikle yeni aldığı personeline mutlaka söyler. Biz burada aile gibiyiz. Eeee sen de artık bu ailenin yeni bir üyesisin. Biz bir aileyiz, yeri geldiğinde eşek gibi çalışır mesai ücreti istemeyiz. Çünkü ailemiz için fedakârlık yapmamız gerekir. Haa bakın ikinci tiksindiğim kelime de bu: Fedakârlık. 🤮 Bu aile meselesi iyi hoş da bana sanki hep politikası şirketin çıkarlarını korumak üzerine olan bir aile yapısı gibi geliyor. Aksi durumda eşi doğum yapmasına rağmen bir aile üyesinin izin alamaması, git hemen gel denmesi nasıl açıklanabilirdi ki? İyi de hani biz bir aileydik? Yasa bu konuda ne diyor lafı açılmışken buyurun ona da bakalım.
İş Yasası’nın “Mazeret İzni” başlıklı ek 2. maddesine göre: “İşçiye; evlenmesi veya evlat edinmesi ya da ana veya babasının, eşinin, kardeşinin, çocuğunun ölümü hâlinde üç gün, eşinin doğum yapması hâlinde ise beş gün ücretli izin verilir.” (Mevzuatı buradan indirip inceleyebilirsiniz.)
Demek ki neymiş? Bu bir lütuf değil, hakmış!
O yüzden doğrusunu söylemek gerekirse ben bu biz bir aileyiz masalına çok inanmıyorum. Tamamen karşıdaki insanın etinden, sütünden, yününden ne varsa faydalanmak üzerine kurulmuş bir düzenin, uydurmuş olduğu bir aldatmacadan başka bir şey değil. Tamamen palavra. Haa kendinizi hala çalışmakta olduğunuz şirketin bir aile üyesi olarak görüyor olabilirsiniz. Arada istisnalar her zaman olur 😉
5 Prezenteybıl mısın, değil misin? (İş hayatı ve kusma hissiyatı)
- En az dört yıllık ilgili bölümden mezun musun?
- İş deneyimi var mı?
- Diksiyonun düzgün mü?
- Arada bize çay kahve servisi de yapar mısın?
- Giyim kuşamın temiz mi, düzgün mü?
- Saçını sakalını adam gibi kesiyor musun?
- Yabancı dilin var mı?
- Pazar günleri de çalışır mısın?
- Araç kullanabiliyor musun?
- Pazara göndersek iyi karpuz seçebilir misin?
… diye uzayıp giden bir yığın boktan şartı kabul edip işe başlamış olabilirsiniz. Üstelik kriterleri de fazlasıyla yerine getiren bir personelsiniz diyelim. Sonra bir bakıyorsunuz ki o dört dörtlük eleman arayan, her şeye at gibi koşturacak enayi arayan o firma, bombok bir firma çıkmış. Yani adamlar daha kendi vizyonlarını oturtamamış, hiçbir sistemlerini kuramamış. Ama sizden mükemmel olmanızı isterler. Haaa şunu diyebilirsiniz: -Evet doğru hiçbir düzen oturtamamış, seni de o yüzden alıyorlar zaten. Bunda bir sorun yok. Başım gözüm üstüne.
Ama adam kendini gelişmekte olan bir şirket olarak tanıtmamış ki. Mesele de bu zaten. Allamış, pullamış efendim biz bu sektörün lokomotifiyiz gibi bir yığın süslü laf falan hep palavra… Ulan dingil! Sen önce çalışma şartlarını iyileştir. Sen önce çalışanlarına hak ettiklerini ver de ondan sonra prezantabl elaman ara. Burada çalışan olarak size düşen ise şudur. (Tabi bana göre) Firma sizin CV ini alıp böyle eli çenesinde, kıçı rahat koltuğunda inceliyor ya. Siz de o firmayı inceleyeceksiniz. Konuyla ilgili aklıma gelen bir anımı da anlatasım geldi. Allanızı severseniz durun anlatayım.
*****Dilerseniz bu bölümü okumadan sonraki paragrafa geçebilirsiniz.
Bir gün demir çelik işi yapan bir firmaya iş görüşmesine gittim. Firmanın adını hatırlamıyorum bu arada. Ulan hatırlasam da zaten yazmam saçma olurdu. Yani bunu niye yazdım ki. Al işte şimdi de bunu yazmamın saçma olduğunu yazmam saçma oldu. Öfff bu satır komple saçma oldu. Boşluk + boşluk + boşluk +
Neyse iş görüşmesine gittim. İş de ön muhasebe işi bu arada. 50-60 yaşlarında moloz bir ihtiyar vardı. Daha görür görmez herifin tipinden anladım zaten bir sıkıntısı olduğunu. Neyse oturduk konuştuk. İşin tanımı, çalışma saatleri gibi detaylar derken adam ne dese beğenirsiniz…- Ben biraz sinirli bir adamım, arada bağırıp çağırırım, küfürlü konuşurum idare et. Ulannn (yazacak kelime buladım bak yine sinirlendim) Ulannn karaktersiz, sen kendine işçi mi arıyorsun, yoksa köle mi? Adam sanki bizi komple satın alıyor.
Neymiş de arada küfürlü de konuşurmuş ama idare etmeliymişim. Ben ne dedim peki? Bombayı dinleyin. – Abi o zaman biz seninle çalışamayız. Ben de sinirli biriyim . Sen bir şey dersin, sonra ben sana cevap veririm derken burada birbirimize gireriz. İyisi mi ben kendime başka bir iş bakayım. Gerçekten tam olarak bunları dedim. Yani burada yazıyorum diye iki eksik, bir fazla anlattığımı lütfen düşünmeyin. Hem ortada kazandığım ne var ki, neyi kaybetmekten korkayım? O yüzden ben de içimden geçen bu kelimeleri bir bir söyledim. Ohhh iyi etmiş iyi ki de söylemişim. 🙂
*****Okumadan atlamak istediğiniz paragrafın sonu.
Aslına bakarsanız dostlarım iş hayatı içinde biz hatayı hep bu noktada yapıyoruz. Ciğeri beş para etmez heriflerin önünde el pençe divan, iki büklüm oluyoruz. Peki ama niye? Niye kardeşim yaa? İşinizi iyi yaptıktan sonra, işletme içinde herkese karşı sevgi ve saygı çerçevesinde olduktan sonra niye eğilip büküleyim ben? Kendinize hiç sordunuz mu bunu? Evet işimizden olmayalım diye bazı şeyleri görmezden gelelim, bazı şeyleri duymayalım. İyi de nereye kadar? Bunun bir sınırı var mı mesela? Bugün hakaret eder, ertesi gün küfür, bir sonraki gün kafanıza bir şey falan fırlatır. Yani iş fiziksel şiddete bile varabilir. Çünkü en başında o kırmızı çizgimizi koymadığımız için başta ihlaller, ardında çizgiyi komple görmezden gelmeler kaçınılmaz olacaktır. Bence tüm bunları düşünün derim. Son olarak sevdiğim ancak kimin olduğunu bilmediğim şu sözü de eklemek istiyorum:
İnsanların size nasıl davranacaklarını, siz onlara öğretirsiniz.
6 Kapasite aşımı ve g*te giren
Kosgeb‘e başvurdunuz, krediniz onaylandı. Veeeee en sonunda kendi işinizi nihayet kurdunuz. Küçük, o sevimli atölye gözünüzde canlandı mı? Hani hep hayalini kurduğunuz ama bir türlü sermaye bulamayıp da hayata geçiremediğiniz atölye. Ne kadar güzel değil mi? Eeee siz de dişini tırnağına takıp özveriyle çalışan birisiniz. İşletmeniz inanılmaz bir ivme ile büyüyor. Siparişler, siparişler oooooo yağdır Mevla’m. Bin, iki bin, gelsin gelsin. Bir noktada yetişemiyorsunuz. Ama ne var ki kapasiteniz yetmemesine rağmen gelen siparişleri de geri çevirmiyorsunuz. Çünkü kapınıza gelen firmanın satın alma uzmanına ”yok biz yapamayız” deyip geri çevirmek istemiyorsunuz. İş hayatı böyle fırsatlarla dolu çünkü değil mi? Adamı da geri çevirmek ayıp olurdu zaten. Neyse… Kapasiteniz aylık 10 bin üretmek ama, 20 binlik sipariş alıyorsunuz. Çünkü arka planda yaptığınız hesaplar şöyle:
İki hafta gece çalışsak, hafta sonları da mesaiye kalsak eee tamam yetiştiririz.
Hafta sonu geliyor ve muhtemelen önemli bir görevi bulunan birkaç personelinizin haklı olarak g*tü ağrıyor. Ya da o gün ağrıyası tutuyor. Gece çalışmaları da düşündüğünüz kadar verimli geçmiyor. Eeee firmadaki yetkili de noldu bizim sipariş diye taciz aramalarına başlıyor. Ha yetişti, yetişecek, bugün yarın derken sipariş gecikiyor. Ondan sonra firma her geciktiğiniz gün için tıkır tıkır size cezayı yazıyor. Çünkü bir noktada o da kendi müşterilerine gecikiyor.
Sezonluk bir ürünse, sezonu kaçırıyor. Siz eldeki bulgurdan oldunuz mu şimdi? Neticede yaptığınız işten kârınızın %40 kadarı eriyor. İşte bu gecikmenin, kapasitenizin üzerinde sipariş almanızın çok büyük boyutlarda olduğunu ve yediğiniz cezaların da inanılmaz rakamlarda olduğunu hayal edin. Şu an iç sesiniz, yok kardeşim amma yaptın. Öyle büyük işlerle uğraşan firmalar, böyle aptalca bir şey yapmaz diyordur. Evet katılıyorum. Öyle büyük firmalar (35 yıllık bu arada) böyle salaklıklar yaparak batabiliyor. İş hayatı böyle işte. Fırsatlar olduğu kadar acı gerçekler de var.
7 Kolay büyüme ve doğru yatırım
Çoğu şirket-küçük işletme sahibinin giydiği takım elbisenin benzerliği ve aynı mağazadan alınmış olma ihtimali dışında fikir benzerlikleri de vardır. Genel olarak gördüğüm bu fikir benzerliklerinden biri de, farklı alanlardaki sektörlere yatırım yapmaları. Mesela adam inşaat sektöründe ama bunun yanı sıra halden sebze meyve alıp marketlere satıyor. (Komisyonculuk) Diğerine bakıyorsunuz. Normalde oto galeri işinde ama bunun yanı sıra tarlada mandalina yetiştirip Rusya’ya satıyor, diğer koldan da büyükbaş hayvancılıkla uğraşıyor. Bu bahsettiklerim tabi küçük işletmeler.
Daha büyük işletmeler ise, şirketinin belirli yüzde oranıyla farklı sektöre giriyor. Peki amaç sadece yatırım mı? Hayır. Amaç hem yatırım, hem de risk dağılımı. Böyle 10 tane farklı sektörde işiniz olsa, bir tanesi birazcık tökezleyecek olsa toparlama şansınız kaç olur? Diğer bir borsacı deyimiyle ”bütün yumurtaları aynı sepete koymayın.” Tabi bizler en azından blog yazan ve turuncu yakalı bir çalışan olduğumuz için, çok şükür böyle dertlerimiz olmadı. Hem o ne öyle sabah o şirkete git, akşam diğer şirkete öffff bu ne lan yaşanır mı böyle?
8 Belki ben de yaparım…
Bu konunun özellikle yukarıda yazmış olduğum paragrafla yüzeysel olarak çakıştığını düşünebilirsiniz. Abi yukarda akıllı girişimci olmak, riski dağıtmak dedin ama burada da tam tersini söylüyorsun diyebilirsiniz. Deyin de zaten! Sorgulamak, her yeni fikri aaaa öyle miymiş diye benimsemek nasıl iyi bir şey olabilir ki? Neyse asıl konumuza dönecek olursak ”belki ben de yaparım diye anlamadığınız sektörde yatırımcı olmak” kaçınılmaz olarak başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Arada belki şansı yaver giden ve düzenini oturtan vardır ama emin olun istisnadır. Ben size bu konuda muhtemelen izlemiş odluğunuzu düşündüm bir film üzerinden örnek vereceğim. Züğürt Ağa!
Hani şu marabaları tarafından buğdayı çalınan, sonrasında malı mülkü satıp şehre yerleşen ağa. Napıyordu bu ağa hatırlıyor musunuz, iş hayatı nasıl başlıyordu? İlk başta kan kardeşinin hırdavatçı dükkanına ortak olmak istiyordu. Ancak kan kardeşi kabul etmeyince çareyi sağdan soldan duyduğu ve hiçbir fikri olmadığı işlere yönelmekte buluyordu. Mesela sigara almak için girdiği ve camekanında devren satılık yazan marketi satın alıyordu. Üstelik öyle pat diye yapıyordu bunu. Tabi Haraptar Market batınca ardından arabayla dolaşıp domates satmak, sonra limon satmak gibi bir yığın iş deniyordu. Evet bir girişimci olarak farklı sektörlerde tutunma çabası takdir edilebilir. Ama bilinçsiz bir girişimci olduğu da ortada bu ağanın. Yani tüm bu işlerin sonundaki başarısızlığın ortak bir noktası var. O da şu: Bilmediğin işe bodoslama atlamayacaksın!
Ama başta da dediğim gibi akıllı bir girişimci ile bodoslama işe dalıp belki ben de yaparım diyenleri karıştırmayın.
9 Ibraam Bey
Ibraam Bey, iş hayatı içinde hemen her yerde karşılaşabileceğiniz tipik bir yöneticidir. Personelinden her zaman %100 verim almak ister ama aynı zamanda personelin maaşını her ay düzenli olarak geç ödemekten de geri kalmaz. Parayı döndürüyor mudur, coin mi almıştır, kumara yatırıp donunu mu satmıştır bilinmez ama her ay hiç sektirmeden bu geç ödemeleri düzenli olarak tekrar ettirir. Hatta iş öyle bir noktaya gelir ki; çalışan personelin içeride alacağı 2 ay + içinde bulunduğu ay olarak bir hayli parası birikmiştir. İşte tam da böyle bir noktada bu Ibraam Bey, kuruma bir yönetici alır. O yönetici sizsiniz! Sizden ev kirasını ve faturalarını ödeyememiş, çocuğuna harçlık verememiş, kredi kartında eksilere girmiş insanlara yöneticilik yapmanızı ister.
Bu noktada size yüce bir göre düşüyor! Alacaksınız Ibraam Bey’i karşınıza diyeceksiniz ki:
Bak kardeşim. Beni yönetici olarak işe aldın tamam. Ama benden yönetmemi istediğin insanların da durumundan bahsetmedin. Adam iş yaparken çocuğunun biten mamasını nasıl alacağını düşünüyorsa, o işten de adamdan da verimlilik beklemeyeceksin. Evet evet aynen böyle diyeceksiniz. Ya bu insanları iş konusunda tamamen gevşek bırakacaksın ya da paralarını verip öyle çalıştıracaksın. Aksi halde ben bu adamları alıp karşıma konuşamam, yaptırımda bulunamam. Bu konuşma bir yerde faydalı olmuş olacak ki takkkkk maaşlar ödenir ve iki aydır aç kalan personelin gelen yeni yönetici ile bağları güçlenir. Bazen karşınızdaki insanın konuyla ilgili farkındalığını arttıracak açıklamalar yapmak da faydalı olabilir. Bu sizi işe alan patronunuz olsa bile. Korkmayın, takır takır konuşun. Şayet mantıklı şeyler söyleyen ve dik duran sizseniz, kazanan da siz olursunuz.
10 Mesai arkadaşından sırdaş olmaz!
Şu sözü keşke çerçeveletip bütün işletmelere, ofislere, çay ocaklarına hatta şu AVM deki işerken baktığımız pisuar üstü🚽 reklam çerçevelerine bile koysalar. Mesai arkadaşından sırdaş olmazzzz. Cidden bak o kadar başlık atıp farklı farklı şeyler anlattım ya size, çok rica ediyorum bu konuyu ayrı bir yere koyun. Yani diğerlerini nereye koydunuz bilmiyorum ama bunu mümkünse o eliniz uzanamadığından sürekli toz olan ve silmeye üşendiğiniz en tepe yere koyun. Koyun ki her gidip geldiğiniz de kabak gibi gözünüze çarpsın. Şimdi müsaadenizle konuya derinlemesine dalıyorum.
Diyelim ki çalışmakta olduğunuz iş yerinden ayrılmayı düşünüyorsunuz. Bunu da doğal olarak ”insani bir ihtiyaç ya” en yakınınız ve sözde çok güvendiğiniz kişi olan mesai arkadaşınıza anlattınız. Aslında sadece mesai arkadaşınız değildir o! Aynı zamanda dışarda döner yediğiniz, paketteki son tek sigarayı paylaştığınız, kankamsı bir şeydir. Ondan laf çıkmaz ya anlatayım dersiniz. Ve anlatırsınız da.
-Mehmet Ali…
-Kanka ben işten ayrılmayı düşünüyorum ya.
Sonra şöyle bir cevap gelir Mehmet Ali’den: – Valla kanka s*mişim işini. Ben de bırakıcam zaten. Hakkımızı vermiyorlar, şöyle ağır çalıştırıyorlar, böyle paramızı eksik yatırmışlar. En sonunda vayyy be Mehmet Ali’de amma doluymuş dersiniz.
Çok değil iki gün geçer aradan. Takkk yemek molasından sonra biri gelir yanınıza oturur ve başlar anlatmaya. Mehmet Ali değildir tabii ki. 🙂 O da şöyle der:
-Abi ya işten ayrılacakmışsın.
Yani o an içinizden bütün küfürleri edersiniz. Çünkü en başından Mehmet Ali’yi tembihlemişsinizdir. -Kanka bak aramızda kalsın bunlar diye.
Özetle üstüne basa basa yine söylüyorum. Mesai arkadaşından sırdaş olmaz. Kritik bilgiler verirsiniz, boşboğazın teki çıkar, gidip sağda solda anlatır. Sonra siz zor durumda kalırsınız. Benden söylemesi.
- Mesai arkadaşları sinsi olur.
- Yüzünüze gülüp, arkanızdan kuyunuzu kazarlar.
- Sadece ona söylediğiniz bir şeyi, başkasına anlatırlar.
- Kendi işlerini (eğer sizi biraz salak görürlerse) size yaptırırlar.
- Sizin emeğiniz üzerinden patrona yağ yakarlar. (Ben hazırladım gibisinden)
- Kısaca mesai arkadaşından bir bok olmaz. O yüzden her şeyini anlatmayın ve güvenmeyin.
11 Fazla samimiyet laubalilik getirir
Bu başlığı gerçekten öyle laf olsun torba dolsun diye yazmadım. Fazla samimiyet ne yazık ki çoğunlukla laubalilik getirir. Bunun yüzlerce örneğini gördüğüm için, aksini iddia edecek biriyle de sonuna kadar tartışmaya hazırım. Bizim insanımızın huyundan mıdır suyundan mıdır bilmem ama azıcık yüz verseniz, tepenize çıkmaya başlıyor. Tepenize çıkmasa da haddini aşacak davranışlar sergilemeye başlıyor. Hemen bi yavşamalar, gevşek gevşek hareketler, bir doz fazlası şakalaşmalar falan derken işin boku çıkıyor.
İş arkadaşı, bırakın iş arkadaşı olarak isminin sonunda Bey ya da Hanım olarak kalsın. Gönül ister ki, samimi bir ortam olsun herkes gülsün oynasın, neşeyle iş yapsın ama bu pek mümkün olmuyor. Her seferinde acı bir deneyimle son buluyor ve siz fazla samimiyetin iyi olmadığını anlamaya başlıyorsunuz. Suratsız olun da demiyorum tabi ama bu konuya da bence biraz dikkat etmek lazım.
12 Az olsun ama öz olsuncular
Sizce daha az müşteri ve çok sipariş mi önemli, yoksa daha çok müşteriyle aynı sipariş sayısı mı önemli? Hadi bunu biraz düşünelim. Bir tarafta 1000 ürünü sadece 10 müşteriye satıp arkanıza yaslanıyorsunuz, diğer tarafta 1000 ürünü 100 müşteriye satıp fazladan 90 müşteriyle uğraşıyor ve yine aynı parayı kazanıyorsunuz. Yüzeysel olarak bakınca ya da bunu böyle anlatınca herkese ”ulan az müşteriyle uğraşırım daha iyi” olan seçenek daha cazip geliyor. Yazarken bana bile öyle geldi çünkü. Ama işin içinde başka işler var. Bunları da size birrrr bir açıklayayım.
Siz ömür boyu o 10 müşteriyle çalışamazsınız. Şayet ısrarla 10 müşteriyle çalışmaya devam eder ve yeni müşteri edinmezseniz, o adamlara göbek kordonuyla bağlı kalırsınız. Onların başarısızlığı ya da iş hayatındaki sarsılmaları sizi de sarsar. Doğal olarak o adam sizinle çalışmayı bırakırsa siz de batarsınız. O yüzden yeni müşteriler edinmek son derece önemlidir. Ama gelin görün ki bunu kimseye anlatamıyoruz. Müşteri küçük siparişler veriyor diye sallamıyorlar bile o adamı. Oysa bugün o küçük çaplı işletme belki geleceğin vergi rekortmenleri arasında olup, seninle birlikte büyüyecek. Niye küçümsüyorsun lan adamı? Böyle ufaktan başlayıp sonradan devasa bir şirket haline gelmiş firmalar yok mu? O yüzden olabildiğince müşteriye ulaşmak ve hepsini aynı kalitede hizmet sunmak bence çok önemli.
Evet sanırım söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. İçimden bir his bu yazı burada bitmez, ilerde mutlaka yazacak yeni şeyler de olacak diyor ama du bakalım.
Bu yazıyı burada noktalarken insan üstü çabanızla ve sabrınızla buraya kadar okuduysanız helal olsun. Eğer sizin de iş hayatında edinilen tecrübeler hakkında diyeceğiniz varsa, siz anlatın ben okuyayım.
Hadi selametle 🙂
Bu tür yazıları yaşam ve insan kategorisinde bulabilirsiniz.
akıcı anlatım ve güzel örnekler. yazı için teşekkürler…
”Mesai arkadaşından sırdaş olmaz.”
Bu arada bu yazıyı işte okumam. 😀
Çok güzel be… Kendi düşüncelerimi buldum tüm yazıda. Kaleminize sağlık.
İş hayatının olumlu ve olumsuz taraflarını güzel bir şekilde özetlemişsiniz. Gerçekten bu tecrübelerden yararlanıp iş hayatına odaklamamız lazım. İş ilişkilerimizi zedeleyebilecek, bizi sarsacak konulardan da özellikle uzak durmalıyız. Mesai arkadaşından sırdaşımızın olmaması hususu da gayet yerinde ve doğru bir tespit. Verdiğiniz kıymetli bilgiler için çok teşekkürler.