Hepimiz kendi hayat hikayemizin sefili ya da kahramanıyız. Yaşadığımız hayat, tıpkı bir roman gibidir her birimizin. Başkalarına anlata anlata bitiremeyiz. On sayfa sonra başımıza geleceklerden habersiz, sadece Tanrı’nın biçtiği rolleri oynarken buluruz kendimizi. Satrançta bir taş, seslerde bir nota gibiyiz aslında biraz. Kağıt üzerindeki notalar gibi, bizimde hayat karşısında bir duruşumuz vardır. Bu duruş kendimizin olduğu kadar, başkalarının hayatını da değiştirip durur sürekli.. Fakat her seferinde aynı hatayı yaparız hepimiz. Sosyal bir varlık olduğumuzdan mıdır nedir bilmem, toplumla iç içe yaşama ihtiyacı duyar ve neticesinde birbirimizin hayatlarını ne derece değiştirdiğimizin farkına bile varmayız. Düşününce öylesine garip geliyor ki bu his, belki de bu yüzden yazmak istedim tüm bunları.
Herkes birbirine bağlı ve birbirinin hayatını değiştirip duruyor. Hepimiz aslında kendimizin olan hayatı, başkalarının hayatı gibi yaşıyoruz. Çünkü birileri sürekli yaptığımız şeyleri eleştirirken, yalnız eleştirmekle kalmayıp özgür irademizi de baltalayıp duruyor, üstelik bundan da zevk alıyor. Biz de hayatımızı el alem ne derlere göre yaşamaya başlıyoruz. Sadece o kadar olsa iyi, zamanla olmadığımız biri haline geliyoruz. Bizi etkisi altına alan bu görünmez çemberin farkına vardığımız anda, kim olduğumuzu anlamakla kalmayıp, toplum içindeki yerimizi de daha net görmeye başlarız.
Osho‘nun bir konuşması sırasında izleyicilerden şöyle bir soru gelir : (Bu arada Osho’nun kitaplarına para vermek yerine videolarını izlemenizi tavsiye ederim.) Kendin olmak mı, yoksa kendini bilmek mi daha önemlidir? Osho’nun cevabı ise, açık olduğu kadar düşündürücüdür.
Anlatılmak istenen gayet açık değil midir? Kendini bilmek ve kendin olmak aslında aynı şeydir. Sürekli bir şeyler üretip, tüketmekle meşgul olduğumuz dünyada kendimizi bilmeden yaşıyoruz çoğumuz. Başkalarının hayatı ve düşündükleri kafamızı örümcek ağı gibi öylesine sarmış bir duruma gelir ki bazen, kim olduğumuzu bile umursamadan ”toplum dayatması olarak gördüğüm” sözde düşüncelerin bizi nasıl da olmadığımız biri haline getirdiğini daha iyi anlarız.
I don’t care what people think or say about me. I know who i am.. (Jonathan Davis) İnsanların hakkımda ne söylediğini ya da düşündüğü umurumda değil. Ben kim olduğumu biliyorum.
Uzun yıllardır tanıdığım bir komşumuz 4-5 yıl öncesinde kızını evlendirmişti. Bir de çocukları olmuş bu evlilikten. Fakat kocası zamanla çalışmayan, hatta başka kadınlarla konuşan biri haline gelmiş. Kızcağız da bu duruma daha fazla dayanamayıp, kaçtığı gibi ana ocağına dönmüş. Anası, kızın durumunu anlatmasına rağmen, telefon açıp o adama ağzına geleni söyleyeceğine, elalem ne der diye kızına ayrılıp geldiği için kızmış. Duyunca hayli sinirlenmiş olsam da, aslında herkesin bu baskı altında yaşadığını hissettim o an. Tek mesele el alemin ne diyecek olması! Bütün derdi kederi unutup buna yoğunlaşabiliriz hepimiz.
Peki kim bu elalem dedikleri? Niye bu kadar etki ediyor hayatlarımıza? Ya da biz mi izin veriyoruz hayatlarımızın başkaları tarafından altüst olmasına?
Henüz ilkokul çağlarındayken vaktimi, gazetelerin verdiği kartondan evler yaparak geçirirdim. Bilirsiniz işte, kesip biçer yapıştırırsınız. O zamanlar gazeteden almış olduğum bir viking adası yapıyordum. Aldığım gazeteye hiç bakmıyordum bile. Tek derdim o hafta çıkan yeni parçaları almaktı. Öylesine güzeldi ki, hepsini özene bezene elimle kesip zevkle yapıştırıyordum. Gemiler, kuleler, deniz kıyısı falan kocaman kartonun üzerine inşa etmiştim resmen. Ama yarım kaldı viking adası, bir şeyler oldu ve bitiremedim. Sonra da kaldırıp bir kenara attım. Hatırımda kalan son hali ise; annemin kışın sobaya atmasaydı. İyi bir çocukluk anısı olmasa da anlatmak istedim.
İtiraf etmeliyim ki; kocaman adam olmama rağmen ”acaba nette bulabilir miyim diye” çok araştırdım. Hatta gazeteyle iletişime geçip sorsam mı diye de düşündüm. Sonra da bana gülerler herhalde deyip vazgeçtim. Bugün tesadüfen bir siteye denk geldim. Maketten küçük küçük kuleler evler öyle hoşuma gitti ki, geçmişte o yarım kalan viking adasını hatırladım birden. Parası umurumda bile değil, sadece yarım kalan bir şeyi tamamlamak istedim kendi içimde. Parça sayısını görünce de dudağım uçukladı resmen. Çünkü en az 2000-3000 parçadan oluşan maketler vardı. Günde 25 taş koysam aylar sürer biliyorum. Ama fark etmez o şato buraya gelecek.
Tüm bunları yolda yürürken düşünüyordum. Aslında bir şeyi daha düşünmeye başladım. Yazı başlığına da neden öyle yazdığımı şimdi daha iyi anlayacaksınız.
Bir an kendimi o maketi satın almış ve odamda yaparken hayal ettim.
Ağabeyim direkt şöyle derdi :
– Gidip bunlara mı para verdin?
Annem ise ;
– Kocaman adam oldun bunlarla mı uğraşıyorsun?
Dikkat edin her iki cümle de soru işaretiyle bitiyor. Neden mi? Çünkü bunun çocukça olduğunu ve normal olmadığını düşünürlerdi muhtemelen. Çünkü insanlar sürekli birbirini yargılayıp duruyor. Ayrıca şundan da eminim ki, çevremde olan diğer insanların tepkileri de, abimin ya da anneminkinden farklı olmayacaktı. Çoğu buna benzer tepkiler verirdi. İşte o anda hayatımızı elalem ne der diye yaşadığımızı bir kez daha anladım. Allah aşkına kışın karda yokuş aşağı kayan çocukları görünce, içinizden aynı şeyi yapmak geçmiyor mu? Ama yapamazsınız elalem ne der?
Hatta muhtemelen de şöyle der :
Bak bakkk! kazık kadar olmuş çocuklarla oyun oynuyor.
Aldığınız kıyafete, izlediğiniz filmlere, dinlediğiniz şarkılara, yolda yürümenize kadar aklınıza ne geliyorsa artık, elalemin diyecek hep bir sözü var! Kısacası kendi başınıza ne zaman bir şeyler yapma çabası içine girerseniz, ayağımıza takılan çelme hep aynı olacaktır. Elalem ne der!
Bu yazı size ne kattı bilmiyorum. Sadece bu aptal baskının farkına varmanızı ve kendi hayatınızı, kendi istediğiniz gibi yaşamanızı temenni ediyorum.
Eğer maket evimin bitmiş halini merak ediyorsanız, hobi edinmek istiyorum diyenlere eğlenceli ve ilginç hobi fikirleri başlıklı yazımı okuyabilirsiniz.
Her insan kendi hayatının başrol oyuncusu aslında. Diğerleri yan rollerde. Ama hep direnmek, o “el alem” konuşurken, hayatımızın bize ait olduğunu hatırda tutmak gerekiyor. Hiç kolay olmasa da… 🙂