Bir yeri neden severiz, ya da o yerden neden nefret ederiz?
Bu soruyu zaman zaman kendime soruyorum. Gördüğüm kıyı boyu denizler mi, birbirinden güzel ağaçlar mı veyahut o şehrin gelişmiş olması mı? Sahi neden seviyoruz? Hepsi değersiz şeyler aslında. Çünkü bir yer güzelse oradaki insanların güzelliğindendir bu. Yine tam tersini düşünürsek, orada yaşayan insanların çirkinliğindendir duyduğumuz nefret. Ama çamuru yine şehrin kendisine atarız. Halbuki şehir dediğiniz nedir ki? Dağ, taş, ova üzerine kurulu parklar, apartmanlar vs. Bir insan evden ya da ağaçtan nefret eder mi? Böyle bir nefret elbette saçma olurdu. O yüzden bir şehri sevmiyorum derken aslında şehirde yaşayan insanlara hitaben söyleriz bu sözü.
Gavur İzmir…?
İzmir’in gavur İzmir olduğunu söylerler mesela. Kime göre, neye göredir bu tanım? Diğer yandan gavur olmayan kesimlerin %70-80 oranlarında kaçak elektrikte su götürmez farkla önde olmaları hayli tuhaf bir durum.
Az mıdır yoksa çok mu bilemiyorum ama, Doğu-Batı ve İç Anadolu olmak üzere hayli şehir gezip gördüm. Karadeniz bölgesine gitmek kısmet olmadı ama, hep aklımın bir köşesinde durur o yeşil dağlara çıkmak.
Yolculuk yaparken sınırdan sınıra geçiyorsunuz ya, bazen öylesine farklı yaşam tarzları görüyorsunuz ki afallayıp kalıyorsunuz. Sonra kendinize ”ben nereye geldim böyle” derken buluyorsunuz kendinizi.
Kimseyi incitmek, kırmak istemediğimden şehir adını vermeden bu gezip gördüğüm ve kaldığım yerlerden bir kaçı hakkında düşüncelerimi anlatmak istiyorum. Bir şehir düşünün ki, sokakta el ele gezen bir çift göremezsiniz. Çünkü ayıp bir şeydir bu. Çoook ayıp hemde. Elalem ne der sonra? Hiç sokak ortasında el ele gezilir mi? Durup da sarılmak falan olur mu? Bir müddet sonra şehrin bunu kaldırmadığını görüyorsunuz. Böyle bir yerde insan kendini ne kadar özgür hissedip, ne kadar mutlu olabilir siz düşünün artık.
Garip bir olay daha anlatayım size.
Başka bir şehirde ise hayli garipsediğim bir toplu taşıma durumuna şahit oldum. Hayatımda belki de ilk kez böylesine tuhaf bir duruma denk geldim. Bu gözlemim elbette bir kaç günlük bir gözlem değil. Bir yanında tekli diğer yanında ikili koltukları bulunan küçük halk otobüslerini bilirsiniz. Gözlemlediğim olay ise şu; Eğer ikili koltukta oturan bir kadınsa, yanına bir erkek oturmuyor. Eğer oturan erkek ise, bir kadın oturmuyor. Bildiğin ayakta gidiyorlar.
Bazen daha da komik bir hale geldiği oluyor tabi bu durumun. Diyelim ki ikili koltukta bir erkek tek başına oturuyor. Kadın bindiğinde ayakta kalıyor. Sonra şöyle bir yer değiştirme kargaşası yaşanıyor otobüsün içinde. Tekli koltukta oturan bir süpermen kadına yer veriyor. Sonra ikili koltukta yalnız oturan abinin yanına geçiyor. Böylelikle herkes mutlu oluyor. Benim dışımda herkes tabi. Sanırım kadın iffetimi korudum, erkek ise iffete göz dikmedim diye.
Yahuu Allah aşkına siz ne yapıyorsunuz?
Bu insanlar resmen kafayı yemiş. Bu insanlar yüzünden kendimi kötü hissediyorum bazen. Çünkü onları mutlu eden şey beni huzursuz ediyor. Bir toplu taşıma aracında olduğumu hatırlayıp yanımda oturanın kadın ya da erkek olduğunu umursamadığım için kendimi veba mikrobuymuşum gibi hissediyorum.
Annem yaşında ama, kadın oturmuyor yanıma. Nasıl hissedeceğim başka? Nasıl hissedebilirim ki daha başka?
Hayır yani böyle bir davranış biçimiyle kendilerini daha mı ar namus sahibi olarak görüyorlar gerçekten anlamıyorum.
O yüzden bu durumu aşırı muhafazakarlık olarak değerlendiriyorum. Başka da bir açıklaması varsa lütfen birisi anlatsın da bileyim. Beni asıl üzen şey ise; yetişen genç neslin de böyle davranması. Çünkü anne babalarından, büyüklerinden gördüklerini tekrar ediyorlar. Belki bir kaçı sorguluyordur ama o da garibim fazla dayanamayıp sürüye ayak uyduruyordur zamanla.
Ne güzel demiş Edip Cansever;
Ah güzel Ahmet abim benim.
İnsan yaşadığı yere benzer.
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer.
Gerçekten yazdıklarına noktasından virgülüne kadar katılıyorum bende çok şahit oluyorum bu toplu taşıma da oturma olaylarına insanı öyle bir hale koyuyorlar ki sanki kötü bir şey yapıyorsun durumuna düşürüyorlar ben bazen kavga bile ediyorum böyle oturma olaylarında:) Hani bir söz var dır ben bazen çok kullanırım (dinime küfür eden Müslüman olsa) diye Emeğine yüreğine sağlık çok güzel bir yazı olmuş
Yok ben daha kavga edecek boyuta ulaşmadım henüz. Hem kavga etsem ne olacak sanki böyle insanlarla ne değişecek ki? Üstüne bir de dayak yer otururuz.
işte bunlar hep seks. Ciddi anlamda dalga geçmeden söylüyorum, seks. İnsanların dinleri ve içindeki kuralları o kadar şekilciki artık Türk kültürünü de etkileyen bir şey haline geldi. Umarım şu arap kültürünü benimsemiş insanları sayısı azalır da refah seviyesi yüksek mutlu bir ülke oluruz.
Umarım diyorum dostum.
Her şehrin kendine has inançları, yaşam biçimleri ve kültürleri vardır muhakkak. Zaten beş parmağın beşi bir midir? Nereye gidersek gidelim o yerin değer yargıları var. Metropollerde bile semt semt değişkenlik gösteren alışkanlıklar var. Bizler de ister istemez hoşgörü libasını sırtımıza geçirerek kabulleniyoruz bu değer yargılarıaı. Aile içinde bile farklı düşünce ve anlayışta olduğumuzu düşünüyorum ben. Elbette birbirimizden etkileniyoruz ve aynı zamanda da birbirimizi kırmadan eleştirmeliyiz. Aslında ne tam kırmızıyız, ne de tam maviyiz. Üzüm üzüme baka baka karar ya, aynen biz de birbirimize baka baka morarıyoruz… 🙂
Doğru söylüyorsun Profösör. Morarmasak bizi üzümden bile saymayacaklar.
Tespitler çok doğru. Benzer durumla yıllar önce karşılaşıp afallamıştım. Üniversiteyi kazanıp Karadeniz`in kıyısındaki küçük ama gelişmiş bir ilçesinden Bursa`ya gelmiştim. Hem bir il, üstelik de Türkiye`nin en büyük illerinden biri. O küçük kasabada giydiğim kıyafetleri Bursa`da giyemez oldum. Öğrencilere zor ev verildiğine, hatta kız öğrencilerse kalanlar apartmandakilerin girene çıkana karıştığına vs. çok şeye tanık oldum. Demek ki neymiş, o şehrin havası insanların elindeymiş. Gerisi boş.
Bu ev verme meselesi burada da var ne yazık ki. Öyle yok ben öğrenciyim tek başıma kalacağım diyene kolay kolay ev vermiyorlar.
merhaba 🙂
yazıya sonuna kadar katılıyorum şu koltukta yanına oturma hariç 🙂
Trabzon da başıma geldi. minibüste geçtim dörtlü koltukta en sağda oturdum. yaşlı bir amca geldi, oturmadı yanıma. dedim amca burası boş, olmaz dedi, sonra olayı fark ettim, bi adam kalkınca yerine oturdu. sonra başka binen kadınlar hemen benim yanıma geldi. o zaman garip gelmişti..
fakat istanbul da yaşıyorum, her gün binlerce olaya şahit oluyorum. evet belki küçük şehirlerde olaylar yaşanmıyordur fakat burası istanbul. yaşlısı genci, bir sürü sapıkla bir arada gidiyoruz. açıkçası çoğunlukla yanıma oturan bir erkekten tedirgin oluyorum. bir keresinde bi kadının bacağının okşandığına, bir keresinde göğsünün tutulduğuna şahit olmuştum. bağırış çağırış falan derken; o kadının yaşadıklarını düşünmüyorum bile..
toplu taşıma kullanmaktan nefret edecek duruma getiren insanlar oldukça; o tip çözümler oldukça mantıklı geliyor. kimse üstüne alınmasın, vebalı değilsiniz fakat vebadan kötü beyin hastalığı insanlar var ve psikolojisi korunması gereken kadınlar. kadınlar bu ülkenin inşaat mühendisi.
Sanırım haklısın, çünkü insanların bu şekilde davranmalarında toplumunda oldukça büyük bir rolü var. Belki kadınlar da haklı. Ama inan o durumda kendimi kötü hissettiriyor insanlar bana. Ben de haklıyım. Eee haksız kimse kalmadı. Kimse suç bulmalı bilemedim şimdi. Çık işin içinden çıkabilirsen.
Merhaba;
Uzun zamandır blog hayatından uzak kaldım … Şimdi ise ısınma turlarındayım , derken karşıma yazın çıktı …
Ancak 'okuyucu' hitabın ile yeni tanıştım … Ve beni sanki çok uzak biriymişim gibi dışa itti …. Bu elbette ki senin tercihin ama bana sanki uzaktan resmi nasıl anlatacağımı bilemediğim bir etki veriyor garipsedim ve kendim gibi yorum yazmaktan çekindim … Sonra eski hallerimiz aklıma gelince fütursuzca affına sığınarak bunu yazmazsam olmaz dedim ….
Gelelim konulara …. Gerçekten de etki tepki meselesi ama yine bunu bütüne vurmak da olmuyor bazen … Nasıl doğayı şekillendirerek katleden bizsek şehirlere de insanların etkisi , yaşayışı , kültürü damgasını vuruyor ne yazık ki … Sonra cennet gibi bir yeri sevmeyebiliyoruz …
Emeğine , kalemine sağlık
Merhaba Dido,
Sen söyleyince fark ettim bu durumu biliyor musun. Merak edip yazılarımı inceledim ve şimdiye kadar yazmış oldugum 79 yazıdan 9 unda 'okuyucu' kelimesini kullanmışım. Aslında pek üstünde durmuyorum bu durumun. Sanırım arada öyle denk geliyor. Ama yine de uyarman iyi oldu. Belki de gerçekten itici bir yanı vardır bu kelimenin şimdiye kadar fark etmediğim.
Değerli yorumun için teşekkür ediyorum.