Çorbamdan bir şey çıktı. Kaşığımın ucuyla aldım, inceledim ve yanımdakilerin ısrarla ”ne oldu bir şey mi çıktı” demesi üzerine bulduğum şeyi sofranın ortasına altına bir peçete koyarak bırakıverdim.
Ben bu şeyin bir hamamböceğinin ön ayağı olduğu kanaatindeydim. Hemen karşımda duran Yusuf, beni onaylayarak ”evet abi kesinlikle böcek” dedi. Yanımda oturan Taner, ”abi benziyor ama bilemedim” diye çekimser yaklaştı. Taner’in karşısında oturan Mustafa bey ise ”bu düpedüz bacak” diyerek noktayı koydu. Çoğunluğun oyuyla çorbadakinin bir böceğin bacağı olduğu kararına varıp kendi aramızda konuşurken, bizim müdür Halim Bey geldi.
Masada bir şeyler konuştuğumuzu fark edince noluyor hayırdır diyerek lafa girdi.
Ortada duran bacağı müdür beye gösterip, vereceği tepkiyi görmek üzere dördümüz de sessizce bekledik.
Müdür Halim Bey peçeteyi eline alıp burnunun ucuna kadar yaklaştırdı. Gözlük kullanırdı Halim Bey. Öyle tahmin ediyorum ki derecesi de fazla yoktu. Ama yine de bir böceğin bacağını seçebilirdi sanırım.
Elindeki peçeteyi sağa sola çevirip yakından uzaktan iyice bir baktı. Sonra da Alllah Allah diyerek şaşkınlığını dile getirdi.
Yani benziyor ama kekik çöpüne de benziyor dedi. Kekik çöpü falandır yaaa deyip geçiştirdi.
Halim Bey yapmayın Allah aşkına çorba kekikli değil ki?
Hem böyle eklemli, alt taraflı tırtırlı kekik mi olur?
İyi madem ben mutfakçıyı uyarayım o da yemek şirketine söylesin dedi. Halim Bey, dördümüzün kararlı duruşuna karşı daha fazla mücadele edemeyeceğini anlayıp yanımızdan gitti.
Bir hafta sonra yemek şirketinin değiştiğini öğrenip hevesle yemekhaneye gittik.
Hımmm… Çatal, kaşıklar pırıl pırıl yemekler de mis gibi kokuyor. Bu yemekçi işi biliyor. Ehh artık biz de gönül rahatlığı ile yemeğimizi yiyebiliriz.
Bir, iki, belki de üç gün geçti yeni yemek şirketi öğle yemeği için dolma getirdi. Acı biber dolmasını da çok severim bu arada. Şansımıza biber dolması çıkmıştı. Afiyetle yiyip kalktık. Üstüne de bir cigara, biraz muhabbet, demli çay. Ohhhh değmeyin keyfimize.
Derken diğer mesai arkadaşlarımız geldi yanımıza. Aramız pek olmasa da böyle öğle aralarında bir merhaba, nasılsınız demeyi esirgemezler sağolsunlar.
Şule hanım atladı hemen lafa:
Yaaa siz yemeği yiyebildiniz mi?
Evet, gayet de güzeldi. Hatta acısı da harikaydı.
Neyse söylemiyim o zaman.
Noldu ki? Neyi söylemeyeceksiniz?
Ya boş verin yemişsiniz madem, durduk yere şee yapmimm sizi?
Pardon Şule Hanım bizi naapmayacaksınız? Noldu yemekte bişey mi çıktı? Yedik zaten şu saatten sonra esamesi okunmaz. Olan oldu söyleyin bari.
Ya dolmada kurt çıkmış. Böyle minik minik.
Taner, önce bana baktı. Ben Yusuf’a, Yusuf Mustafa Bey’e.. Dördümüz de birkaç saniyeliğine cevap veremeyip, donup kaldık.
İçinde bulunduğumuz durumu anlatan güzel bir deyim vardır mutlaka. Yağmurdan kaçarken…
Ortada Halim Bey’e sunacak delil de yok. Hoş, olsa da bizim Halim Bey’in hangi baharata benzeteceğini kestirmek de mümkün değil.
teşekkürler bilgilendirici bir yazı
Aslına bakarsanız yazının bilgilendirici hiçbir tarafı yok.
merhaba! bir şey sormak istiyorum. blogun üst kısmında yer alan abone ol kısmı (ayrı bir sayfa açılıyor) yani mailchimp kısmını nasıl yaptınız acaba? Ücretsiz olarak mı yaptınız yoksa ücretli mi bende bloguma koymak istiyorum da cevaplarsanız sevinirim.
Merhaba,
Email ile dönüş yaptım.
admin eline sağlık bilgilendirici bir yazı olmuş