Dün akşam üzere bir sokağa girdim.
Sokağın başında belediyenin kurmuş olduğu cenaze çadırı duruyordu. Çadırın altında, yaşanmış bir hayatın ardından toplanmış, sessizliğin içinde kaybolan ya da birazdan dağıtılacak olan yemeği düşünen kalabalık vardı. 38 yaşındaydı… karısı… çocuklar da ortada kaldı… kanser… bu kelimeler dolaşıp duruyordu ağızlarda. Selam verip baş sağlığı diledikten sonra biraz daha yürüdüm.
Hemen bitişik evin giriş katına yeni taşınan adam, merdivene çıkmış evinin perdelerini asıyordu. Ufak bir balkonu ve balkonunda eski kiracıdan kalmış, solgun yapraklarla hayatta kalmaya çalışan birkaç saksı çiçek duruyordu. Çiçekleri atar mı, yoksa hayata döndürmek için bir çaba sarf eder mi diye düşündüm bir an. Belki de sevmiyordur o çiçekleri ve kendi saksılarında kendi çiçeklerine bakmak ister. Belki de çiçek sevmiyordur.
Ve biraz daha yürüdüm.
Bir sokak lambasına denk gelince gölgem düşüverdi önüme. Her adımda benden hızla uzaklaşıp koyuluğunu yitirdi ve sonra karanlıkla bir bütün oluverdi.
Kahkaha sesleri değindi kulağıma başka bir evden.
Küçük bir çocuğun doğum günü kutlaması yapılıyordu. Üflemek üzere olduğu pastası, annesinin yapmış olduğu çörekler ve soba üstünde pişen kestaneler. Kimi harçlık verdi, kimi de ufak tefek hediyeler. Çocuk en çok futbol topuna sevindi ama. Gözlerindeki ışıltı odayı aydınlatıyor gibiydi.
Yürüdüm ve yürüdüm.
Sanki her ev; ben onlara bakmayıp sessiz sedasız yanlarından geçip gitsem de ”ben buradayım ve yaşıyorum” diyordu.
Sokak bitince durup arkama bakasım geldi bir an.
Gözlerim yerde başımı hafif sola çevirir gibi oldum. Sonra da arkamı dönüp bakmadan yürümeye devam ettim. Başka sokaklara ve o sokakları birbirine bağlayan caddelere doğru.
Yaman - 1 hafta önce
içten ve samimi yazılar için teşekkürler...
Konu: Bir Yabancı İle Aynı Evde Yaşamak: Sen Makarnayı Haşla, Salatayı Ben Yaparım.