Bir insanla aynı evde yaşamak ne kadar sıkıntılı olabilir ki? Eğer buna benzer düşünceniz varsa o halde okumaya devam edin.
2012 yılında Avrupa Gönüllü Hizmeti (AGH) için Polonya’ya gittiğimde, karşılaşmayı umduğum kültür şokları için her ne kadar hazırlıklı olsam da, aynı evde tanımadığım hatta dilini bile bilmediğim yabancılarla iç içe yaşama fikri beni hem heyecanlandırmış hem de korkutmuştu.
6 aylık bir süre içerisinde yabancılarla aynı evi paylaşarak ne gibi deneyimler kazandım, onlardan neler öğrendim ve onlara neler öğrettim, hepsini baştan sona anlatmak istedim. Ayrıca Türkiye Ulusal Ajans‘a bağlı bir proje olduğu için, 6 aylık süre içinde hiçbir ücret ödemedim. Bu konuda daha önce Avrupa’ya ücretsiz gitmek adında bir yazı hazırlamıştım. Eğer bu proje ile yurt dışına gitmeyi düşünürseniz, yazıda gerekli her şeyi detaylı bir şekilde açıkladım. Evet.. Şimdi gelelim asıl konumuza.
Mutfaktan Gelen Yanık Pilav Kokusu
İlk ev arkadaşlarım İspanyol’du. Ama bunlar benim gibi tek gelmediğinden üç erkek arkadaşlardı. Aynı evde yaşamak için ideal birer ev arkadaşı olurlar mıydı onu da bilmiyordum. Üçü de ızbandut gibi iri yarı çocuklardı. Ne yalan söyleyeyim dayak yerim diye hep korkardım bunlardan. Ancak cesurmuş gibi görünmekten de vazgeçmezdim hiç. Bir gün mutfaktan yanık kokusu geldiğini fark ettim. Bizim çocuklar pirinç pilavı pişirmişler. Daha doğrusu yakmışlar.
Pilavın dibi resmen kömür karası ve yanık kokusu mutfaktan çıkmış salona, oradan da diğer odalara kadar yayılmıştı. Üstelik arpa veya tel şehriye de koymamışlar öyle bembeyaz sade pilav yapmışlar. Mutfağa girdiğimde benim dışımda herkes gayet normal davranıyordu. Sanki ortada yanık bir pilav yok da ben de bir tuhaflık varmış gibi. Neyse bunlar pilavı aldıkları gibi tabaklara koydular. Ama ben hala en azından o tencerenin dibindeki 5 cm olmuş yanığı dökecekler diye bekliyordum. Bir de baktım ki bizimkiler kaşık kaşık dibindeki yanığı yiyorlar. Ya dedim siz napıyorsunuz? Gayet iştahlı alınan kaşıkların ardından bana cevap verdiler. Meğer pilavı sürekli böyle yiyorlarmış ve hatta buna bayılıyorlarmış. Tabi bu yanık pilav olayı sonraki haftalarda da devam etti ve ben bir müddet sonra bu duruma alışmıştım.
Meksikalıların Menemen Çorbası
Bir sabah, evi bizim oturmakta olduğumuz eve yürüme mesafesinde olan Meksikalı arkadaşım sabah kahvaltısına davet etmişti. Kendi ülkesinden getirdiği ev yapımı olan acı sosu da denememi istedi. Hatay‘ın acı Samandağ biberini denemiş biri olarak, Meksika acı sosu ne kadar acı olabilirdi ki? Açıkçası kafamdan geçen düşünceler buna benzer şeylerdi. Neyse bizim Meksikalı arkadaş (adı Omar’dı bu arada) çok mükemmel bir gitarist olmasının yanı sıra mutfakta da fena sayılmazdı. Raftan çelik bir tencere alarak, kahvaltı hazırlamak üzere malzemeleri tezgaha koydu.
Önce domatesleri, ardından biberleri ve soğanı doğradı. Daha sonra hepsini çelik tencereye koyarak karıştırmaya başladı. Tabi ev yapımı acı sosu da eklemeyi unutmadı. Tenceredeki malzemeler piştikten sonra bir kaç yumurta kırdı ve karıştırmaya başladı. Ta ki yumurtayı görene kadar ne tür bir yemek hazırladığına dair fikrim yoktu. Ancak ne zaman ki yumurtayı gördüm, o an menemen malzemeleriyle menemenimsi, çorba türevi bir şey yaptığını anladım. Anlayacağınız aslında yediğim tam bir menemen çorbasıydı. Ve bu onların sürekli yediği bir yemekmiş. Tabi onlara bizim menemen yemeğinden de bahsettim. Sanırım menemen, kıtalar arası yolculuğunda küçük bir evrim geçirmiş olmalı. Ya da sanırım birisi yanlış bir tarif vermiş olmalı. Neredeyse unutuyordum. O çok abarttıkları acı sosları da abartıldığı kadar acı değildi. Ama yine de iyi çocuktu aynı evde yaşamak için ideal bir ev arkadaşı olabilirdi.
Köpek Eti Yemiş Vietnamlı Ev Arkadaşım
Belki biraz Vietnamcam olsaydı birbirimizi daha iyi anlardık. Ancak beden dilimizin, söylediklerimizden daha fazlasını ifade ettiği gerçeğini de yabana atmamak gerek. Vietnam’da köpek yediklerini ilk öğrendiğimde tepkim o Vietnamlı arkadaşıma sevimli bir köpek fotoğrafı göstererek ”nasıl yani bu kadar tatlı bir şeyi nasıl yiyorsunuz” sorusunu yöneltmek oldu.
Hayır aslında bu kadar sevimlileri değil, sadece sakat olanları yiyoruz gibisinden bir cevap alacağımı düşünmemiştim. Belki de benimle kafa bulmuştur bilemiyorum. Bu Vietnamlı arkadaşım gezmeyi çok sevdiğinden yakın şehirlerin çoğuna gidiyor ve ay sonunda yemek parası ve cep harçlığı olarak verilen parayı da erkenden bitiriyordu. Bizim insanımızın gönlü boldur bilirsiniz. Sanırım biraz da aptal olduğumuzdan, her şeyimizi herkesle paylaşıyoruz. Hele hele parasını bitirip yiyecek bir şeyi kalmayan ev arkadaşlarımız için.
Ben hesabımı kitabımı detaylı yaptığımdan onun kadar gezemediğim için, yemek paramı sürekli idareli harcıyordum. Doğal olarak mutfak için alınan erzaklarım da ay sonuna kadar rahat bir şekilde yetiyordu. Ama her seferinde sırf keyfiye gezip tozarak parasına bitiren, sonra da benim aldığım erzakları tırtıklayan arkadaşım bana kendimi ”enayi” gibi hissettirdi. Hayır bir kere bile itiraz edemedim. Kısacası bizim Vietnamlı arkadaş, zamanla aynı evde yaşamak istemeyeceğim biri haline geldi. Her seferinde bu durumu tekrar tekrar yaşadım. Şimdi düşünüyorum da, keşke biraz tavrımı koysaydım diyorum. Yani siz salak olduktan sonra her türlü faydalanan oluyor. Bu arada netten biraz araştırdım da köpek eti yemeleri gerçekten doğruymuş. (Bkz Köpek eti yiyen ülkeler) Siz siz olun Vietnam’a yolunuz düşerse (ki umarım düşmez) bunu aklınızdan çıkarmayın. İşin ironi kısmı da Vietnam dilinde öğrendiğim tek kelime de ”afiyet olsun”dur. Tabi ben yazamam ama yazılışı tam olarak şöyle: chúc ngon miệng, okunuşu ise; çok non mia.
Dünya’nın En Pasaklı Kızı
Genel olarak bir kişi üzerinden bütün ülkeyi zan altında bırakmak yanlış olur tabi. Ancak sanırım hayatımda görüp görebileceğim en pasaklı arkadaşım Finlandiyalı bir kız oldu. Aynı evde yaşamak ötede dursun pazara bile gidilmezd, bu kızla. Dışarıda görseniz hangi holding müdürünün kızı acaba gibisinden düşünürsüz. O kadar da havalı biri işte. Ama ev ortamında demek insanlar farklı olabiliyormuş. Çorapları, saçına taktığı tel tokaları ve (yazar burada fazla detaya girmek istemedi) her biri bir yerde…
Açıkçası kendisini sadece uzaktan tanımayı yeğlerdim ve böylece o kızdan daha az iğrenmiş olurdum diye düşünüyorum. Temizlik konusunda cinsiyetçi olacak değilim ama ne bileyim erkekler biraz daha dağınık olur derler ya hani, bu kızı gördükten sonra bu işin kızı erkeği yokmuş dedim. Bence birini ev arkadaşı olarak seçmeden önce ufak bir sınava tabi tutmalı. Örnek sorular da şöyle olmalı mesela: Bildiğiniz yemekler nelerdir, yünlüler kaç derecede yıkanır, daha önce nerede kaldınız, eski evinizden neden ayrıldınız gibi… Tabi bizim ev arkadaşımızı seçme gibi bir lüksümüz olmadığından, bizim için seçileni caydırma yollarına başvuruyorduk.
Dedikoducu Milletimiz!
Sanırım Dünya’nın en ücra köşesine de gitsek, orada da bir Türk’e rastlamak mümkün. Ben de ilk görüşte her ne kadar sevinmiş olsam da, yaşadığım yerdeki Türk arkadaşlardan (bir kaçını tenzih ediyorum elbette) resmen iğrendim. Vizyon gerçekten çok önemliymiş bunu öğrendim mesela. Avrupa bir kız ve erkeğin arkadaşlığı ve ilişkisi konusunda daha ılımlı. Ancak bizim insanımızda ne varsa artık, ”o çocuk şununla konuşuyor, bu bununla oturup içmiş, şunlar sevgili olmuş…” İnanın hep bu muhabbetler. Türk kızları da aynı, erkekleri de. Yahu sananeeee! Sen kendi hayatına baksana arkadaşım. Ne yapacaksın kimin ne yaptığını, ne içtiğini. Dedikodunun rahatlatıcı bir yanı vardır belki (bilim bu konuda ne diyor onu bilmem) ama sonuçta hoş değil. Bu nedenle Türkiye’den gelen bu insanlarla her ne kadar aynı dili ve kültürü de paylaşmış olsak da, elimden geldiğince uzak durdum ve mesafeli oldum. Bir kaç haftalık kısa süreler hariç hiçbiriyle de ev arkadaşı olmadım.
İki Kere Düşünmek Lazım
Aslına bakarsanız konunun özetine ”bir yabancı ile aynı evde yaşamak zormuş” diyoruz ama tüm bu tecrübelerime dayanarak, aynı kültürü paylaştığınız hatta en yakın arkadaşınızla bile aynı evi paylaşmanın zor olduğunu düşünüyorum. Çünkü siz o insanı dışarıda tanıyorsunuz, evde nasıl bilmeden bir nevi uzaktan seviyorsunuz. Asıl gerçek yüzünü de, birlikte yaşayınca anlıyorsunuz. Kimisi sorumluluk almıyor, kimisi sizin kişisel alanınıza müdahale ediyor ve sınırlarını bilmiyor, kimisi de yukarıda vermiş olduğum örnekler gibi temizlik, yemek gibi konularda sıkıntı çıkarabiliyor. İş bölümü yapamıyorsunuz mesela ”sen makarnayı haşla, salatayı ben yaparım diyemiyorsunuz. Eğer biriyle ev arkadaşı olmayı düşünüyorsanız, kirayı ortak öderiz gibisinden işin sadece maddi kısmına odaklanmayın ve bence bu konuyu iki kez düşünün derim.
İç ses konuşuyor:
Arkasından atıp tuttuğum bu ev arkadaşlarım için acaba ben nasıl bir ev arkadaşıydım bilmiyorum. Sanırım hiçbir zaman da öğrenemeyeceğim. Ama farklı ülkelerden insanları tanımak ve onlarla iç içe yaşamak gerçekten güzel bir duyguydu. (Pasaklı kız hariç)
Meksika, İspanya, Polonya, Vietnam, Finlandiya, Nepal, Arjantin, Fransa, Endonezya, İtalya, Litvanya, Almanya, Portekiz, Ukrayna
Sevgiler ve selamlar ✋
Şu aralar yine yollardayım. Yol üstü güzel bir restoranda yediğim yemekten sonra yazınızı okumaktan büyük keyif aldım.
Farklı toplumları tanımak kendi kültürümüzü de yeniden değerlendirme şansı tanıyor. Teşekkürler…
Yolculuğunuza eşlik etmekten mutluluk duydum 🙂
İnsanların hayat hikayelerini okumak kadar keyif veren bir şey yok bence. Akıcı bir yazıydı…
Ne zamandır aklımda olmasına rağmen yazmayı ertelediğim bir yazıydı.
Ayrıca yazıyı akıcı bulmana sevindim. 🙂
Bu olayı tatmayı çok istiyorum. Umarım bir zaman sonra bunlarla kendimi yüzyüze bırakacağım. :)) ELlerinize sağlık.
Hadımköy 1. Zh. Tugay’a yedek subaylık görevimin kalan 8 ayını tamamlamak üzere geldiğimde hiç tanımadığım bir oda arkadaşı verdiler. Dedim ki Allah’ım zaman nasıl geçecek, bu benim beklediğim adam değil ki..
Neyse ben de mülayim bir adamımdır, arkadaşımız da bu şekilde olunca kalan süre hop diye geçiverdi. Bu bahsettiğim üs ABD’lerin kendileri için geçici inşa ettiği, günümüz şartlarına göre gayet lüks bir yerdi. İçinde bowling, havuz, atış sahası filan.. Hatta böyle ecnebi ergen filmlerinde çocukların spor sonrası su içme sahnesi vardır ya, bir borunun altına kafasını uzatır düğmeye basınca şu şarr diye el kol sürmeden ip gibi yukarı ivmelenir de sen ağzını uzatırsın. Onlardan bile vardı. Evet şimdi hatırladım beyzbol sahası var vardı. Neyse,
Bu kardeşim Hatay’lıydı kaldığımız yer de 1+1 bir evdi. Ben buzdolabımı ocağımı getirdim, o da Antakya’da Allah ne verdiyse salça vs.. 8 ay kusursuz geçiverdi. Demem o ki; akrabalık, arkadaşlık, geçici konaklamalar filan tamamen şans işi. Geçmişe gittim bir an.
Güzel bir paylaşım olmuş, teşekkürler.
Çok güzel bir yazı olmuş bu yıl Amerika’ya gideceğim bakalım kesin orada bununla karşılaşacağım çok heyecanlıyım bu konuda