Tarihin tozlu sayfalarına baktığımızda ibretlik binlerce hikâyenin yaşandığına şahit oluruz. Bugün hem bu ibretlik hikâyelerden birini anlatmak, hem de bazı sorulara cevap bulmak istedim.
Günümüzde olduğu gibi 15. yüzyılda da bilim adına arayışlarımız o dönemin filozofları için merak konusuydu. Kısıtlı imkanlarla yapılan her bilimsel çalışma, tartışmaya açık olsa da bilimsel olarak kanıtlanmış sonuçlar da tartışmaya açıktı. Çünkü o dönemde inançların ve dinlerin etkisi oldukça fazlaydı.
İşte bu hikaye de böyle bir dönemde evrende dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyleyen Giordano Bruno‘nun hikayesi. Giordano Bruno; 1548 yılında İtalya’nın Nola kentinde dünyaya gelmiş İtalyan filozof, rahip, gökbilimci ve aynı zamanda okültist. Her dönemin olduğu gibi, Bruno’da aslında kendi döneminin bir devrimcisiydi. En azından ben öyle olduğunu düşünüyorum. Sonuçları ne olursa olsun doğru bildiğinden şaşmayan ve bunu her fırsatta dile getiren bir filozoftu. Hatta onun şu sözleri de karakterini daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır:
***
“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.“
Giordano Bruno
Hepsi iyiydi hoştu. Ancak Bruno’nun düşünceleri dinsizlik, sapkınlık, kiliseye karşı gelen söylemler olarak görüldüğü için hiçbir yerde kalıcı olarak uzun süre yaşayamadı. Zaten nasıl yaşayabilirdi ki? Sonuçta Papa’ya ve dönemin katı yargılamasına karşı gelmek tehlikeli bir şeydi. Üstelik İncil’deki bazı kısımlar da dünyamerkezci teorileri desteklemekteydi. Yani Bruno’nun fikirleri sürekli dinsel açıdan bir tehdit olarak görüldü. Bu nedenle baskılardan uzaklaşmak için Paris, Londra gibi ülkeleri dolaşıp durdu. Daha sonra Zürih’e geçen Bruno, İtalyan bir aristokrat tarafından Venedik’e davet edilince bu daveti kabul etti. Burada Galileo Galilei ile tanıştı. Hani şu Bohemian Rhapsody şarkısının ortasında adı zikredilen adam. Daha sonra Mocenigo adında bir aristokratla fikirleri çatışınca, Roma Katolik Kilisesine bağlı bir mahkemeye teslim edildi.
***
Her koşulda haklı olan ve aykırı her düşünceyi tehdit olarak algılayan bir yargılama karşısında Bruno’nun elbette şansı yoktu. Bruno yargılandığı süre içinde çeşitli işkenceler gördü. Ona bu sapkın düşüncelerinden vazgeçmesi durumunda kilise tarafından bağışlanacağı söylense de, Bruno bütün işkencelere rağmen taviz vermedi ve ölüme mahkum edildi. Ölüm kararını bildiren yargıca şu sözleri söylediği rivayet edilir:
“Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz”
Giordano Bruno
Daha sonra İtalya’nın başkenti olan ve adı Campo de’ Fiori Meydanı olarak bilinen alanda, kazığa bağlanıp diri diri yakılarak idam edildi. Şu anda o meydanda Bruno’nun heykeli bulunmaktadır. Çünkü 400 yıl sonra modern bilim Bruno’nun haklı olduğunu anladı.
“Bruno’nun dehasını takdir etmek için, entelektüellerin yüzde 99’undan fazlasının Dünya’nın evrenin merkezi olduğuna inandığı bir zamanda yaşadığının dikkate alınması gerekir.”
İspanyol fizikçi Beatriz Gato-Rivera
Galileo Meselesi!
Habil ile Kabil gibi aslında önemli bir hikayenin parçasıdır Galileo. Çünkü Bruno gibi o da bazı şeylerin farkındadır. Ancak dönemin katı sistemi, düşüncelerini açıkça izah etmesine müsaade etmediğinden, susmayı ve yanıldım demeyi seçmiştir. Kısaca kilise tarafından bağışlanmayı tercih edenlerdendir. Bruno ile arasındaki en büyük fark da budur! Yazımın en başında sormak istediğim soru da bu konuyla ilgili.
Bir yanda doğru bildiğini söylemekten korkmayan bir adam, diğer yanda aynı doğruyu bildiği halde susan bir adam var. O dönemde ve şartlarda yaşamış olsaydık acaba bizim kararımız ne olurdu? İçten içe Bronu’yu düşünce özgürlüğünün mihenk taşı olarak görsek de, hepimiz Galileo gibi susmayı mı tercih ederdik? Üstelik ölmek bir çözüm değilken, hayatta kalmak için çabalamak da kötü bir seçim olmasa gerek.
Siyasi düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış ve yetişkin yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiş onca yazarımız, sanatçımız olmadı mı? Peki onların düşünce özgürlüğü sebebiyle farklı ülkelere kaçmış olmalarını korkaklık olarak mı değerlendirmeliyiz? Acaba kalıp Bruno gibi gerçekleri mi haykırmalıydılar (sonunda diri diri yakılmayı bile göze alarak), yoksa hayatta kalabilmek için her türlü baskıya boyun mu eğmeliydiler?
Siz olsaydınız napardınız?
Tavsiye yazı: Kitap Kurduyum Diyenlere Serpme Bilgiler
Maalesef ki o dönemde Bruno cahilliğin kurbanı oldu. Ben olsam sonum Bruno gibi olurdu. Haklı olduğum konularda susmayı tercih edemiyorum.
Ben olsam o kadar cesur olamazdım. Günümüzden örnek verecek olursak kötü yönetim ve hükümet hakkında kim (vatandaş olarak) korkusuzca konuşabiliyor?
Yeni bir bilgi öğrenmiş oldum, saolun
Bu hikayeyi daha öncede dinlemiştim. Tekrar dinlemek güzel oldu. Teşekkür ederim…
Ben olsam bende yanılmışım demeyi tercih ederdim. Fikirlerimi bana inanacak düşünceye sahip insanlar ile paylaşmaya devam eder çeşitli çalışmalar yapmaya çalışırdım. 🙂 Bruno’nun yaptığını her insan yapamaz ki gördüğümüz üzere galileo yapamamış. Bende yapamayanlardan olurdum sanırım. Blogunuzdaki yazılar çok hoşuma gitti. Çok güzel bir logo ve tasarımı var. Sık kullanılanlara ekledim. Başarılar dilerim.
Madem ilk kez bir yazımı okunuz ve sonrasında üşenmeyip blogumu sık kullanılanlara eklediniz, o zaman size afilli bir merhaba ile hoş geldiniz diyeyim. 🙂
Yorumunuza gelince biraz hak verdim, biraz da yadırgadım. Bilemiyorum belki ben de sizin gibi düşünürdüm.
Ama doğru bildiğimiz gerçekleri hiçe saymamız, en başta kendimize olan saygımızı yitirmememize sebep olur gibi geliyor bana. Ki bence bir insanın kendine olan inancını ve saygısını yitirmesi, hayatını yitirmesinden daha kötüdür.
Çok teşekkür ederim bu güzel karşılama için. Yani dönemin getirdiği bir şey bu. O zamanda yaşamış olsam fikrim olsa inanılmasa, bastırılmaya çalışılsa ne gibi tepki vereceğimi inanın bilemiyorum. Şuan ki yaşamımızda haksızlığa gelemem. Haksızlık gördüğüm bir ortamdaysam rahatça bunu dile getiririm. Fakat dediğim gibi dönemin getirdiği bir gerekçeyle sanırım susmak zorunda kalabilirdim. 🙂
Etkileyici bir hikaye. Keyifle okuduk.