Bu blogda yer alan kısa hikaye ve uzun hikayeler izinsiz olarak alınamaz ve başka bir yerde yayınlanamaz! Dram, bilim kurgu, gerilim, korku, hayatın içinden, çocuk hikayeleri, kısa hikayeler ve daha fazlası için hikaye kategorisini ziyaret edebilirsiniz.
Yaz aylarında biz köyde yaşarız. Köy yerinde çok katlı evler olmaz. Evden çıkınca insanın
ayağı toprağa basar. Girmesi çıkması kolaydır. Teklifsiz herkes konuk olarak gelebilir. Öyle
günlü, saatli randevu almaya gerek yoktur. Çat kapı girilir. Herkes konuk olarak evimize
girebilir dedim ya… Herkes derken kimleri, neleri kastediyoruz, biraz açıklayalım.
O gün hanım evde temizlik yapıyordu. Ben de bahçeden bir sepete birkaç şeftali, kurtlu elma,
kurtlu armut toplayıp gelmişim. Gelen konuklara ikram ederiz diye düşünmüştüm. Hanım
elinde süpürge, gülerek:
“Bey, müjdemi isterim.”
“Ne var, ne oldu?”
“Evde konuk var.”
“Kim geldi?”
“Küçücük bir şey!”
Küçücük bir şey kim olabilir? Olsa olsa torunlardan biridir, diye düşündüm. İçeri girdik.
Odada kimse görünmüyordu. Mutfağa baktım, orada da kimse yoktu.
“Hani nerede?”
“Şu divanın altına girdi.”
Hmmm…
***
Bizim torun benimle saklambaç oynamak istiyor. Hanım bir eline de bir terlik aldı.
“Bana yardım et. Şu divanın eteklerini kaldır. Konuk dışarı çıkarken törenle karşılayalım.”
Biraz şaşırdım ama denileni de yaptım. Ne de olsa emir yüksek yerden gelmişti. Sordum:
“Divanın altına girerken gördün mü?”
“Gördüm. Ceviz kadar küçük bir şey. Yavru daha. Parmak kadar kuyruğu var. Çok sevimli.”
“Sen küçük bir şey deyince benim aklıma torunlardan biri gelmişti. Neyse bu da el değil.
Aileden sayılır. Sevimli bir şey dediğine göre torun için yapılacak ağırlamayı bunun için de
yapalım.”
“Tamam, sen divanın eteklerini kaldır, dışarı çıkarsa ben şu süpürge ya da terlikle bir ‘hoş
geldin!’ diyeyim.”
“Nasip, hangisi denk gelirse. İyi nişan al, ıskalama!”
Divanın eteklerini kaldırdım ama konuk meydana çıkmadı. Divanın altı kapuzlar, kavunlar,
maden suyu paketleri ile doluydu. Etekleri iyice kaldırıp tanıdık, göremedik. Hanım
konuğumuzu ille de bulup zararsız hale getirmek istiyordu. Ama benim tembelliğim tuttu.
Konuk ağırlama konusunda yardımı bıraktım. Yavru fareden tarafa geçiverdim.
“Yahu canını biz mi yarattık, bırakalım yaşasın. Hem evde zaten iki kişi yalnız sayılırız. Bize
arkadaş olur. Bırakalım dinlensin. Acıktıysa karnını doyursun.”
***
“Olmaz. Şimdi o karnını doyurmak için bulgur kesemin açık ağzından yemez, dibinden delik
açmaya kalkar. Bilmez miyim ben onu, Bu karpuzlardan birinden karnını doyurmak işine
gelmez. Hepsinin de tadına bakmak ister.”
“Bence her evde en az bir evcil hayvan beslenmesi gerekir. Kimi evde köpek, kimi evde kedi,
kimi evde kuş beslenir. Biz de bu fareyi besleyelim. Avrupa’da çocuklar ‘Hamster’ denilen
fareleri beslerlermiş. Biz de fare beslersek biz de Avrupalı oluruz.”
Hanım konuğu bulmakta kararlıydı. Karpuzları, kavunları kıpırdatıp saklanmış fare yavrusunu
ürkütmeye çalıştı. Bir yandan da laf yetiştirdi.
“Acıktıysa ilkin şu süpürgenin bir tadına baksın. Divanın altına girdiğini gördüm. Gri renkli,
sevimli…”
“Ama hani görünürlerde yok.”
“Saklambaç oynuyor bizimle. Oynasın bakalım. Hazır başlamışken divanın altını da
temizleyelim.”
Divanın altındaki kavunları, karpuzları, maden suyu paketlerini çıkarıp mutfağın ortasına
yığdık. Divanın altı boşalınca bizim konuk saklandığı köşeden çıktı, yuvarlanan bir ceviz gibi
buzdolabının altına doğru koşturdu. Hanım elindeki süpürgeyi çat pat yerlere vurdu ama hepsi
karavana! Konuk buzdolabının altına girmezden önce durup bize baktı bir. Fıldır fıldır gözler.
Uzun uzun kulaklar… Kafası kadar büyük kulakları var. Kepçe gibi… Aman ne şeker şey!
Sanki bize “Merhaba, hoş bulduk!” diyordu. Ben hanımdan bir istekte bulundum:
“Hanım bu güzelliğe kıyılır mı? Adını Kepçekulak koyalım. Bırakalım gitsin.”
“Hani gitmiyor ya! Divanı bıraktı şimdi de buzdolabının altını mekân tuttu. Kapıları
kapatalım da öbür odalara geçemesin.”
***
Kapıları kapattık. Sadece dış kapı açık kaldı. Hanım süpürgeyi bırakıp eline oklavayı aldı.
Buzdolabının altındaki konuğa dokunmaya çalıştı. Çalışmalar meyvesini verdi. Konuk
oradan çıkıp divanın altına girdi.
“Aman tezgâhın altına girmesin. Oradaki yiyeceklerin arasında hiç bulamayız.”
Mutfak kapısı kapalı. Hanım tekrar süpürgeyi aldı, ben de terliği. Başladı mutfağın içinde bir
kovalamaca. Bizimki süpürgeden de terlikten de hep kıl payı kurtuldu. Hep ıskaladık. Biz
yorulduk o yorulmadı. Derin derin solumaya başladık. Konuk bizimle alay ediyordu sanki.
Biz yorulurken onun hızı artıyordu. Benim aklıma başka bir yol geldi. Derin bir nefes alıp
önerimi yaptım:
“Bak ne diyeceğim. Babamgilde bir telli fare tuzağı var. Onu getirelim, onda canlı yakalarız.
Ötesi kolay. Ya bir kafes yapar besleriz ya da kasabadaki kuşçuya götürüp satarız.”
“Kuşçu alır mı fareyi?”
“Kuşçuda her çeşit hayvan bulunur. Kanarya, papağan, Angora tavşanı, köpek çeşitleri…
Hatta kaplumbağa bile var. Belki fare bile var. Yoksa bizden alsın. Avrupalıların çocukları
Hamster besler de bizim çocuklarımız Uzun Kulak besleyemez mi? Hem belki de Avrupa
Birliğine girmenin yolu böyledir.”
“Bilmem ki ne yapsak. Yorulduk da.”
“Ben tuzak aramaya gidiyorum.”
Tuzak aramaya gitmek için kapıyı açınca konuk benden hızlı davrandı. Kapıdan çıkıp kendini
dışarı attı.
Belki de bizimki bizim yorulduğumuzu görünce bize acımış, bizi fazla yormak istememişti.
O dışarı çıkınca kapıyı kapatıp derin bir oh çektik.
Konuk anlayışlı bir konukmuş. Postu serip altı ay ben burada kalacağım demedi. Bizi çok
yormadı. “Ben Amerika mıyım ki, istenmediğim yerde durayım?” der gibi açık bıraktığımız
kapıdan çıktı gitti. Kendini ağırlamakta bir kusurumuz olduysa affetsin. Eve girerken
görmediğimizden törenle karşılayamadık ama giderken gördük, ‘Güle güle!’ dedik. Gereken
özenle uğurladık. Ne saklayayım canlı çıkıp gitmesine sevindim.
…
Yazarın bir başka öyküsü: Torunumun Torunu