– Severim sevmesine de…
Söze böyle başlıyordu sürekli. Bir türlü devamını getiremedi. En son sövecek gibi oldum ağız dolusu, şiir yazan adamlardık, bu gece küfürü boş vereyim dedim.
– Severim sevmesine de…
Bir an delirmekten korktum. Ağzındaki hiç bitmeyen sigarasıyla oynaşırken bir yandan da ‘severim sevmesine de’ deyip duruyordu. Yok muydu içinde şu cümleyi tamamlayacak güç, kim bilir. Belki de yoktu. Fazla zorlamak istemedim. O böyle söyledikçe bende susuyordum yanında. Arada sırada Akdeniz’in dalgası vuruyordu üstümüze. İskelede oturmuş, ayın şavkının vurduğu denizi izliyorduk. Yakamoz mu deniyordu bu s*ktiğimin olayına, hatırlamıyorum.
– Ölüm deyince ne geliyor aklına?
İşte bu! İlk defa farklı bir şey söylemişti. Biraz suskun bir adam olduğum doğrudur. Yine de insanın arada sırada, hem de böyle konuşabileceği bir arkadaş bulmuşken konuşası gelmiyor değil. Ne demişti az önce? He, ölüm. Ölüm deyince aklıma neler gelmiyor ki a* koyayım. Hepsini sıralayayım da gör şimdi, dedim içimden.
– Bak şimdi, ölüm deyince aklıma önce dedemin mezarı geliyor. Anamın köyünde, köyün en ucundadır mezarlık. Arefeleri anamı da alıp giderim o mezara. Anam bir şeyler okur durur. Beni bilirsin, bu işlerle aram pek iyi değil hala. İnanmak istemiyor muyum? Bilmiyorum. Bu konu hakkında ne sorarsan sor bilmiyorum diyeceğim. Senin de soracağın yok zaten, s*ktir et. Sonra aklıma dedemin cenazesi geliyor. Küçüktüm o zamanlar. 4 yaşındayım. Hayal meyal hatırlıyorum, köy evinin önündeki genişliğe masalar kuruldu, lahmacunlar yendi. Bir de o köyün delisi vardı, ona da verdiler lahmacundan bol bol. Ayran var mıydı, hatırlayamadım. Sonra aklıma babaannemin birkaç akrabasının olduğu başka bir mezarlık geliyor. A mezarlık mı öyle bir şey diyorlar. Bende tam bilmiyorum adını, ağ mezarlıkta olabilir. Orada babaannemin ölen iki çocuğu yatıyor sanırım. Belki ilk eşi de yatıyor olabilir. Oraya da bayram günleri gideriz. Bayram günleri dediysem, her bayram değil tabii, bazı bayramlarda. Ne garip değil mi lan, o kadar otopsiye girdik, ölüleri kesip biçtiler gözümüzün önünde, ölüm deyince aklıma mezarlar geliyor.
Biz aslında o iskelede, sevgi hakkında konuşuyorduk.
Neresinden çıkardıysa ölümden bahsetmeye başladı birden. Asıl bahseden ben oldum tabii ki, o soruyu sordu ve sustu. Bir de müzik açtı, bizim biralara meze olsun diye. Türkücü ‘bir nefes ki aşk sana benzer’ diyordu. Kime benzer, ne zaman benzer, nerede benzer söylemiyordu tabii ki. Necmi ile bizim aşk hikâyelerimizi anlatmak isterdim size ama uzun sürer. Ne severdik be, öyle delicesine. Şimdi aşkın hangi birine benzediğini sorsalar galiba susup kalırdık. Benzer mi lan aşk öyle bir kıza. Aşk başlı başına bir kız zaten. En büyük aşkımız da o kıza.
– Severim sevmesine de…
– Sikerim lan seveceksin tabi.
Ben sövünce Necmi’nin kafası yerine gelir gibi oldu. Elbette sevecekti. Necmi sevmeden yapamazdı. Garibin işleri pek yolunda değildi bu konularda ama yine de sevecekti. Esmerini sevdi, gittiler. Sarışınını sevdi, gittiler. Ha Necmi’nin hiç mi suçu yoktu diye soracak olursanız sormayın boşuna, vardı tabii. Sevgi böyle bir şey değil mi zaten? Karşındaki sana zarar verir hoş görürsün; sen zarar verirsin, kıvranır durursun.
Yine böyle geceler az ağlamadı Necmi bana gelip. Sevdiği kızı üzüp üzüp benim yanımda ağlardı. ‘Benim yanımda ne ağlarsın oğlum, git onun yanında ağla’ derdim bende hemen. ‘Onun yanında ağladım abi yeteri kadar, şimdi sıra senin yanında’ derdi o da. Acırdım bu Necmi’ye. Ne iyi çocuktu. İyi çocuk dediysem, insandı işte. İnsan her türlü boku yer bu dünyada. Mesele yedikten sonra ne yaptığında. Necmi’de üzdü kızları. Salak saçma konulara taktığı da oldu. Sonra gitti, özür diledi, ağladı. Hıçkıra hıçkıra ağladı hem de. ‘Onun yanında da böyle mi ağlıyordun lan’ diye sorardım hep. Evet derdi o da.
Deliydi, kanı hızlı akardı. Genç değil mi bu çocuk?
Akacaktı o zaman. Fazla arkadaşı da yoktu benden başka. Bir elin parmaklarını geçmezdi saysa. Hayatı hızlı yaşardı Necmi. Sevgilisi onu biraz bekletsin, hemen bir tan tana çıkardı. Kafası atardı. Atınca üzerdi tabii kızı biraz da olsa. Aradan yarım saat geçmez özür dilerdi. Daha ne ister bu kızlar bu oğlandan anlamadım. Koyup koyup gittiler sonunda. Necmi kimseyi koyup gitmedi mi? Gitti tabii. O da gitti. Yine de şöyle bir bakında hep kaldı be Necmi.
– Bir şarkı aç da bizi anlatsın be Necmi, insanı anlatsın.
Ben böyle deyince Necmi bir şarkı açtı. Bira içerken biraz kederli şarkılar dinlerdik. Necmi bu sefer biraz hareketli bir şarkı açtı. Hareketli dediysem bize göre hareketli tabii. Sizler nasıl bulursunuz bilemem. Tam istediğim gibi bir şarkı açmış Necmi. Elbette diyordu kadının biri, bu ağlıyorsam yarın güleceğim.
Necmi böyle bir çocuktu.
Gün içinde birçok kez yolunu kaybeder, sonra yeniden bulurdu. Bir kere ateş olup can yaktıysa buz olurdu, merhem olurdu. Tuzlu gözyaşlarını akıtırdı açtığı yaraya. Hangi yarayı kapatamaz bu çocuğun gözyaşları bilmem. Kapatamadığı yaralar vardı ki, gittiler.
Böyle konuşunca aklıma gitmek geldi. İnsanlar gider be oğlum, diyordum Necmi’ye. ‘’Sen ne bakarsın. Senin gözlerinden akanlar her yarayı kapatır. İnsanlar yine de gider. Canı istediği için gider, bazen bencil bir insandır gider, Tolstoy ne der bilir misin Necmi? Kendi mutluluğundan başka amacı olmayan insan kötüdür, der. Ya da öyle sikimtrak bir şey. Lafın özü böyle ama. İnsanlar gidebilir, bugüne kadar hep gittiler diye yarında gideceklerini sanma. Bir gün biri gelir, kalır. Senin gönlün otel odası mı oğlum? Sen demiyor musun her sevdiğin için bununla evlenecem ben diye? Senin gönlün dağ başına kurulmuş bir ev be oğlum. Yuvadır senin gönlün. Kapını çalanın kim olduğunu bilemezsin ki! Sende kapını çalana ‘s*ktir git’ diyebilecek bir adam değilsin. Öyleyse çekeceksin bu gitmeleri.’’
Bundan üç yıl önce vurdu Necmi’yi asıl vurgun.
Neşet Babanın dediği gibi, deniz vurgununun yaresi başka oluyor. Deniz gibi gözleri vardı, sel oldu aldı Necmi’yi. Aldı götürdü bir yerlere, çocukcağız hala o yerlerde belki. Hangi dağın başında kim bilir. Sel’den sonra Necmi bunalıma girdi. Hala o bunalımın etkisindedir. Eşek gözlü kıza kötülük etti Necmi. Melek desem yeridir eşek gözlü kız için. Tabii ki güzelliği için melek diyorum, hepimiz insanız be, içimizde biraz bok var hepimizin.
Ağır geldi Necmi’ye o kadar güzel bir kızla ömür geçirmek. Geçirdi geçirmesine, Necmi’de kendinden geçti. Güneş açtı başlarına, kar yağdı üstlerine. Akdeniz’i de gördüler birlikte, Toroslarda da dolandılar. Necmi kötülük etti eşek gözlü kıza. Zaten ettiği kötülük bitirdi Necmi’yi. Vicdan nedir bilir misiniz? Vicdan, Necmi’yi çökerten şeydir. Öyle aramakla bulunmaz. Yaptıkları kötüydü Necmi’nin ama sonuca bakacak olursanız belki kötülük bile sayılmazdı. Benim anlatmaya gönlüm el vermez olanları. Çok merak ederseniz ona sorarsınız. Nerede ararsanız bulursunuz Necmi’yi.
– Bir sel aldı götürdü beni, soramadım elleri seni…
Kafiye düzüyor bizimki. Ne yapsın gecenin bu vakti başka. Gidenlere ‘neden’ bile diyemiyor çoğu zaman. Gurur denen şey yaptırmıyor. Sonra kendi kendine sorup duruyor ‘neden’ diye. Oğlum, diyorum; sorma, kafayı yersin. Ne kafaymış be abi, diyor; ye ye bitmiyor.
Tufandan sonra da sevdi Necmi. İşi budur aslında onun. Sever durur garibim. Sevilir de, ancak sevilme işi edilgen kalıyor onun için. Pek hareketli olmasa da çok iş yapar, sever sevilir. Dedim ya, sel aldı götürdü Necmi’yi. Gittiği yerlerde de sevdi, sevildi. Nereye gitti, nereden geliyor bilen yok. Benim yanımda olduğuna bakmayın, gözlerine bir baksanız anlarsınız uzaklarda olduğunu. Yine de geleceğinden eminim ben, akıllı çocuktur Necmi, er geç döner aslına. Sel vurmuşsa da aslını, yine hazır eder gönlünü.
– Abi be.
– Söyle Necmi.
– Hani benim sevdiklerim?
– Hasret gider, sen gidersin be Necmi.
Öyle olmuyor muydu sahiden? Nerede bu çocuğun sevdikleri? Sel vurmadan, sırtlanların arasında severdi Necmi bir kızı. Uzun yıllar sevdi, çocuktular daha. Ortaokulda başladı aşkları. Aşk dediysem, belki çocukçaydı o zamanlar. Necmi sever, kız sevmez, kız sever, Necmi sever… Böyle giderdi bu mevzular. En çok neyi hatırlıyorsun Necmi, diye sormuştum bir keresinde. ‘’Biz ortaokulun bahçesinde oturuyorduk, bir banka o oturmuş bende dizinde yatıyordum. Müdür çıkıverdi birden, Allah’tan fazla bozmadı da gitti bizi. Bahardı galiba, biz ortaokulun son sınıfındaydık. Liseye geçecektik. Belki de bir daha görüşemeyeceğimizin hüznü vardı içimizde.’’
Hüzün müydü bu anıyı hatırlatan Necmi’ye, bilemiyorum.
Ancak Necmi ‘en’ kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyordu. Anılar birbirini izledi. ‘’Bir de son kavuşmamızı hatırlıyorum. Ben buradan kalkıp gittim onun yanına. Ağladım, sızladım, yalvardım, yakardım. Etme dedim, biterim dedim. O yüz vermek istemiyordu bana. Güçlü bir kızdı, yüz vermek istese de ağırdan satardı kendini. Ben satamadım, belliydi benim niyetim. Belki de yıllardır anamdan babamdan çok gördüm onu. Yapamadım işte, döküldü gözümden yaşlar. Sonra o da yapamadı, sarıldık.’’
Bu aşkın sonunda da Necmi terk etmişti kızı. Sadece kendi kuruntuları yüzünden. Necmi’de biliyordu bunu. ‘’Ne yapayım be abi, bana kuruntu gibi gelmiyordu. Gerçekti sanki düşüncelerim. Kuruntu olduklarını sonradan anladım. Anlamam için yıllar geçti. Ben giderek hata ettim, biliyorum.’’ Diyordu gidişi için. Zaten çok değişti Necmi, bu kuruntularından kurtulmak için tonlarca kitap okudu, kendini eğitti. Şimdi bu kuruntuları yok ama o sevdiği de yok. Gitse anlatsa dinler mi sanıyorsunuz o kız? Ben ihtimal vermiyorum, çünkü insanlar bencil bu devirde. Bir de inanmaz belki çocuğa.
Ben nasıl inanmayayım, ipin ucundan aldım çocuğu. Necmi o kadar çöktü ki, bir zamanlar onun için yaşamanın anlamı yoktu. Tahtalı köye gitti gidecekti. Doktoruyla bizzat görüştüm, hastaneye yatıp elektrik vermeleri gerekiyormuş beynine. Yoksa bu çocuk öldürür kendini, dedi doktor. Necmi önce ‘tamam’ dedi, sonra ‘sikerim elektriğini lan, ben kendi işimi kendim hallederim’ dedi. O gün bugündür iyi çok şükür. Bunları anlatsa inanırlar mı sanıyorsunuz Necmi’ye? Ben sanmıyorum. Ölüm, kendi ölümü olmayınca insanları o kadar da çok etkilemiyor. O eski sevdaları da Necmi’nin ölümünü çok umursamayacaklardır.
Onlar ne kadar umursamasa da, Necmi öyle değil be.
Onlardan birinin öldüğünü duysa aylarca ağlar mezarının başında. Ölüsünü bile bir kez görmeye razı olur. Bir kez bakmak için yalvarır durur herkese. Belki utanır, yalvaramaz. En azından yalvardığını hayal eder Necmi.
– Hani geçen bir çay kenarında çay içmeye gitmiştik ya, hatırladın mı?
– Hatırladım Necmi.
– İşte yolda bir tabela gördüm. ‘Hayalleriniz 100 metre ileride’ yazıyordu. Benim dünyamda böyle bir şey olamaz abi. Biraz akıllı olsam, gider döverdim orada ki herkesi, ‘geri verin lan hayallerimi’ diye.
– Boş ver be Necmi, ufak şeylere takma kafanı.
– Ah be abi, sende mi. Şairin dediğini hiç mi duymadın. ‘Ah, kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya’ demiş.
Kaçıncı biraya geçtiğimizi hatırlamıyorum. Bazen hatırlamamak güzeldir ama şimdi değil. Laf anlatıyorum şurada size. Ne demiştim en son? Necmi’nin ölümü falan diyordum galiba. Siktir edin ölümü şimdi. Ölünce düşünürüz ölümü. Asıl mesele yaşamakta!
Necmi, girdiği bunalımdan kendi aklıyla çıkacak.
Çünkü ne gittiği doktorlar bir boka yaradı ne de içtiği ilaçlar. Akıllı çocuk Necmi, akıllı dediysem en delisinden hem de! Oturur bir hikaye yazar ve içinde yaşamaya başlar. Unutmadan ona öğüt vereyim de bu sefer cehennemde geçmesin hikayesi. Hiç olmazsa arafta geçsin. Siz ne düşünürsünüz bilmem ama bu dünya bir araftır. Acıyı da görürsün sevinci de.
Bir de Necmi’nin gönül verdiklerinden bahsediyordum galiba. Arada bir kraliçeye de vurulmadı değil. Kraliçe dediysem, gavur ağzıyla kraliçe, bizim bildiğimiz sultan işte. Şarkıları bile değiştirir bu Necmi. Ağzına dolanmıştı o zamanlar şu sözler: ‘’O mahur beste çalar sultanla ben ağlaşırız…’’ Aklı hep ağlamaya çalışıyordu o zamanlar sanki bu çocuğun. Gülseydi ya biraz!
Necmi gidecek oluyor buralardan. Memlekete döneceğim diyor, memleket olmazsa da oraya yakın bir yerlere, diyor. Gitsin tabi ya, değişiklik olur. Belki güzel bir hayat kurar kendisine. Biz kaçmıyoruz ya, bu akdeniz de kaçmıyor, biralar da kaçmıyor, ay da kaçmıyor. Necmi’den yine haberler getiririm size.
– Severim sevmesine de, seven ben olmayacağım.
Şimdiki ben olmayacağım, eskisi ben de olmayacağım. Hatalarım gözümün önünde dans ediyor, onlarla bir daha dans etmeyeceğim. Kimi sevdiysem bu zamana kadar, bundan sonra daha güzel seveceğim. Hep deli sevdik be abi, bir kere de akıllı sevelim.
Necmi bunları söyler söylemez çıkardı tişörtünü, atladı denize. Bir ohh çekti suyun içinde. Siz hiç bira içip denize atladınız mı? Ne güzel gelir o su. Hem soğuktur, hem değildir. Zaten anlamazsınız pek nasıl olduğunu. Belki de anlamadığımız için güzel geliyor kanımızda alkol dolanırken suyun cilveleşmesi.
Necmi denize atlar atlamaz bir ışık geliyordu üstüme doğru. Tabii ben biraz kafayı bulduğum için pek umursamamıştım. Üstümüze meteor düşecek değildi ya! Sonra ışık iyice yaklaştı bana doğru. Bizim sitenin bekçisiymiş. Düdük çalıyor bir de tipini siktiğim, sanki bir halta yarıyor gibi. Muhabbeti iyidir ama bekçinin, pek dinlemesem de hoşuma gider söyledikleri. Bana doğru yaklaşıp:
Lan Necmi, tek başına ne arıyorsun iskelede.
Dedi. Bazen ben de anlamıyorum; ben mi deliyim yoksa bu bekçi mi.
Hikayeyi gönderen yazar hakkında:
Merhaba, ben Eren Kocakaplan. 1995 Adana doğumluyum. Çukurova Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisiyim. Öykü yazmak benim için her zaman bir tutku olmuştur. Yeni dünyalar yaratıp içinde kısa bir sürede olsa yaşamayı kendim için bir lüks olarak görüyorum. |
Anadolu’nun kırsal kesiminde erkeklerin küfürlü konuşmasına hoşgörü ile bakıldığını biliyoruz. Bence küfürlü konuşma, ucuz bir gösteridir. Kırsal kesimdeki ağzına laf yakışan insanlar konuşunca çevresindekiler onları ağzı açık dinlerler. Bu insanlar küfürlü konuşma gibi ucuz bir tuzağa düşmezler. Bence anlatımı iyi olan arkadaşlarımız yazarken de bu ucuz tuzağa düşmemelidir.