Ara sıra dünyevi işlerden kendimi soyutlayıp dağ bayır insan kalabalığını terk etmek geliyor içimden. Bir şeyler yazayım diye kenara çekilmek istesem de kendi savaşımı veriyorum her seferinde. Aklıma soruyorum. Olayları gerçekçi bir süzgeçten geçiriyor. Kalbim ise daha duygusal yaklaşıyor bir çok şeye ve ara sıra aklımın verdiği cevaplara karşı çıkıyor.
Sahi bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Bilemiyorum Şükrü bey..
Yaşamak zor zanaat gerçekten. Elimde olsa hayallerimi satılığa koyar, ucuz yollu elden çıkarırdım. Pek alıcı çıkmazdı ama bakıcı bulurdum belki. Bu devirde pek alıcı çıkmıyor. Bakıcısı çok alıcısı az olan da para etmiyor.
Çocukken büyümek isterdim, büyüdükçe çocuk olmayı özlüyorum. Ama nedenini bilmiyorum. Bir gün kanser olacağımı bile bile sigara içiyorum. Ama neden içtiğimi bilmiyorum. Yazıyorum ama neden yazdığımı bilmiyorum. Bazen sanki nedenini merak ettiğim bu sorulara bir cevap bulabilme arzusuyla ömrüm son bulacakmış gibi hissediyorum. Bunu da neden hissettiğimi bilmiyorum.
Hayat bir arayış ve o arayışın içinde bazen kayboluş belki de. Ya da cümle aralarına sıkıştırılan belkiler kadar belirsiz belki de.
Kapısız ve penceresiz bir oda içinde sürekli duvarlara toslayıp duran ve her seferinde çıkış yolu bulma ümidiyle kafayı gözü yaran ümitsiz hayatlar sürüyoruz. Çünkü özgürlüğün tadını çıkaranların ödediği bedeliz biz. Daha az çalışıp, daha çok yiyenlerin, alnından hiç akıtmadığı alın teriyiz.
Söylenen sözün karşıya geçip geçmediği, sözün nereden çıktığına değil, karşıdakinin neresiyle dinlediğine bağlıdır …
bana kalırsa söz yürekten çıkar , yürekten dinlenirse de ruha dokunur…
Bir söz, hem aklından hem de yüreğinden doğar. O an hangisi elini erken tutup, ağırlığını dilde hissettirirse, dilde bunu söze döker.
İsteklerimiz ve gerçeklerden kaçışımıza da diyecek bir şey yok zaten : Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez.