Ahhh şu gece yarıları yok mu?
İnsana hep istemediği şeyler yaptırıp, istemediği düşüncelere daldırıp ve istemediği şeyler yazdırıyor. Madem bu kadar istemiyoruz o halde neden düşünüyoruz? Ya da neden kendimizi bu düşünceleri yazıya dökerken buluyoruz? Aslında hiç öyle varoluşçu bir tarafı yok bu yazının. Zira varoluş üzerine düşünceler bile, pas tutmuş tenekelerden farksız geliyor artık.
Gün içinde sürekli iç sesimle konuşup duruyorum. Acaba herkeste böyle mi? Herkesin içine bir Mr.Robot kaçmış mıdır gerçekten? Hayır yani sürekli konuşma ihtiyacı doğuyormuş gibi, olur olmadık yerde, olur olmadık şekilde konuşmaya başlıyorsunuz. Bu kronik bir kişilik bozukluğu ya da depresif bir rahatsızlığın tetikleyici etkisi olabilir.
Öyleyse hepimiz biraz dengesiz ve deli sayılırız sanırım.
İnsanların artık mutsuz olduklarına, mutlu olanların ise sadece mutluymuş gibi davrandıklarına inanmaya başladım. Elimde bir kanıtım yok ama bu konu üzerine sanırım bir tez yazabilirim. Hatta tez örneklerimden bir kaçı da mahalle komşularımız olurdu.
Mesela arka komşumuz. Sürekli çocuklarını azarlayan aksi bir kadın. Gün içinde o kadar çok bağırıyor ve o kadar çok azarlıyor ki çocukları, hangi anne çocuklarına bu kadar sert davranır diye düşünebilirsiniz. Kadının ses tonu uzunca bir süre kulaklarımı tırmalamaya ve psikolojik olarak rahatsız etmeye başladı. Bir uyarıda bulunabilirdik. Lakin yapamadık işte. Hani olaylar her zaman göründüğü gibi değildir, işin aslı farklıdır derler ya.. Bu durum da tamamen öyle bir şeydi. Çünkü öğrendiğime göre kadın tekerlekli sandalyeye mahkum yaşıyormuş. Ne yalan söyleyeyim ilk başta çok üzüldüm. Empati kurmayı bile denedim ancak beceremedim. Bu yüzden çocukların çok yaramaz olmalarına karşın, nasıl çileden çıktığını ve bağırdığını tahmin edebiliyordum. Yine bu sebeple kadının her bağırmasını artık anlayışla karşılar oldum.
Diğer bitişik komşumuz ise; gece vakti bayağı hararetli bir tartışmaya girdiler. Yaz günü olduğundan bütün pencerelerin açık olması sebebiyle, gece vakti dinlenen bir müzik, ya da insan sesi rahatlıkla duyulabiliyor. İlk başta pek umursamadım ancak adamın kadını döveceğini düşündüğüm anda, istemeden de olsa kulak misafiri oldum. Anladığım kadarıyla kavganın sebebi adamın yere yağlı bir yemek dökmüş olması. Kadın ise bu leke nasıl çıkacak derdindeydi. Düşününce basit bir şey gibi geliyor ama kadınları anlamak ne mümkün.. Olmuş işte bir kaza, bunu daha uzatmanın hatta gecenin bir yarısı bu yüzden bağrışmanın ne anlamı var ki?
Neyse…
Karı koca arasına girilmez derler yine de…
Üçüncü ve çapraz evde oturan komşumuz ise sanırım gerçekten sorunları olan biri. Çünkü öylesine bağırıp çağırıyordu ki, bir ara evi yıkacak sandım. Kadını dövüyor muydu pek anlamadım ama normal biri olmadığından emindim. Üstelik sokakta falan da pek nadir karşılardım bu adamla. Ne iş yaptığına dair ise hiçbir fikrim yok. Yılda bir kaç kez ya görürüm ya görmem. Gizemli bir komşu yani. Ancak bu kadar şiddetli bir kavga sesine şahit olsaydınız eminim o anda telefonla polisi arardınız.
Ama bu devirde adam karısını dövüyor diye polisi arasanız.. Karı-koca çıkıp size ne bizim hayatımızdan derdi. Yani devir öyle bir devir aslında. İnsanların tutarsız davranışları yüzünden biz de olaylar karşısında nasıl tepki vereceğimizi şaşırdık.
Ben ise hep aynıyım…
Aynı mıyım gerçekten?
Hayır aslında yalan söyledim aynı değilim. Hem aynı olmayı da hiç istemem. Bir şey aynı olunca yani belirli bir rutine girince nefret ediyorum. Çünkü insan belirli bir rutinde yaşamaya başlayınca günler birbirinin aynıymış gibi geçiyor. Bu da zihnimizde zamanın daha çabuk geçtiği algısı yaratıyor. O yüzden her seferinde bir rutine girmektense, rutine girmesi muhtemel olaylara bir çomak sokup duruyorum. Ne bileyim bugün eve farklı yoldan gideyim diyorum bazen. Ya da bugün hiç huyum bile değilken şiir okuyayım diyorum. Hiç tanımadığım bir adamın hayatını okuyorum. Ya da devamını getiremeyeceğine inandığım bir hikaye yazmaya başlıyorum. Ama her seferinde her günü diğerinden farklı kılmak için uğraşıyorum.
Bilmiyorum belki ilerde evlenip çoluk çocuk sahibi olursam istemeden de olsa belirli bir rutin içinde bulacağım kendimi. Ehh ne yapalım artık.. O zaman da sıradan bir baba olmayı bırakıp çocuğumun altını değiştirir, mutfakta hanıma yardım ederim artık.
Umarım komşularınız okumuyordur bu yazdıklarınızı… 😉 Latife bir yana akacı güzel bir yazı olmuş… tebrik ediyorum…
O komşuların değil blog, hiçbir şey okumadığına eminim. O yüzden pek sıkıntı yok.
Yaşadığımız hayatı farklı kılmak elimizde. Tek başına ya da evli, çoluk çocuklu hiç fark etmez. Rutini biz yaratıyoruz sonuçta, bazen de rahatlık isteğimiz. Yaşlanmak ile ilgili bir şey okumuştım; sürekli yol değiştirmenin, farklı yollar denemenin insanı zinde tuttuğundan bahsediyordu.
Ben sanki bundan bahsetmiştim.
Okudum şimdi yazınızı. Evet katılmamak elde değil, yenilenmek anahtar kelime belki de.
Komşularınızdan güzel hikayeler ve belki de güzel filmler çıkar fikrimce. Rutinleşmek konusuna gelince; hayatınızda pek de alışık olmadığınız şeyleri (ya da belki de sevmediğiniz) sırf farklı diye yapmak bence zaman kaybı ama keyif aldığınız şeyleri her gün farklı biçimde yapmak da rutininizi lehinize çevirmeye yardımcı olabilir. Bu arada yazım dilinizi bayağı beğendim ve takip ettiklerim arasına ekledim.
bende apartmanda her duyduğum tuhaf sese kulak veriyorum. istemeden kulak misafiri değil bariz dinlemeye çalışıyorum. merak ediyorum sanırım neden kavga ediliyor? sebep ne? banane aslında ama öyle olmuyor işte 🙂
Hayat, rutine binince sıkıntı. Hayat daha da çekilmez bir hal alıyor. Farklı şeyler denemek güzel. Ama değişiklik olacak diye de sevmediğimiz ya da alışık olmadığımız şeyleri yapmak ne kadar doğru Çağrı’nın dediği gibi. Hepimiz bir şekilde arıyoruz işte. Hayattan daha fazla tat almanın yollarını. Çağrı’ya bir konuda daha katılıyorum. Yazım dilin çok iyi.