Odanın karanlığında köşedeki koltukta oturuyordu. Balkon kapısından içeri vurmakta olan ay ışığı, odadaki karanlığı biraz olsun aydınlatıyor ve elmacık kemiğininden ellerine, oradan da parkelere kadar bir ışık hüzmesi uzanıyordu.
Elleri yumruk biçiminde birbiri içine geçmiş ve yorgun başını yere düşmemesi için sanki tutuyor gibiydi. Bir ara gözü karşı pencerede perdeleri açık olan ve ışıkları gecenin geç saati olmasına karşın hala yanmakta olan odadaki yaşlı kadına takıldı. Kadın oldukça yaşlı ve yalnız yaşıyordu. Odanın içinde hareket ederken, koltuk takımına ya da en yakınındaki bir eşyaya tutunup öyle yürüyordu. Arada sırada genç bir adam ve karısı çocuklarıyla birlikte yaşlı kadını ziyarete geliyor, onunla vakit geçiriyordu. Bu özlem gidermek suretiyle yapılan ziyaretten çok, ölüp ölmediğini kontrol etmek amacıyla yapılan bir ziyaret olabilirdi.
***
Bir yıldız kaydı!
Bir yıldız durup dururken kayamazdı. Hele biri gözünü dikmiş ona bakarken bu kesinlikle olamazdı. Çünkü yıldızlar doğaları gereği utangaç varlıklardı. Aslında kayıp gitmelerinin tek sebebi de, tutunacak hiçbir şeylerinin kalmamış olmasıydı. Ne var ki insanoğlu bu durumu her seferinde yanlış yorumladı ve yıldızların öylece havada durduklarını düşünürdü.
Bir ara yerinden kalkar gibi oldu. Ancak sağ bacağı ayak bileğinden yukarı doğru tamamen uyuşmuş, karıncalanıyordu. Topuğunu gayriihtiyari olarak birkaç kez sert bir şekilde yere vurdu. Daha sonra alt komşuyu rahatsız edebileceği düşüncesinin verdiği endişeyle alt dudağını ısırdı ve topuğunu yere vurmaktan vazgeçti. Çünkü gece gece yersiz bir tartışmaya mahal vermeye gerek yok diye düşüyordu.
Işığı açmak üzere odanın giriş kapısı yanındaki düğmeye doğru yürümeye başladı. Ancak bir şey daha düşünüyordu o sıra.. O da insanlara göstermiş olduğu nezaketin onu ne kadar yorduğuydu. Neden her seferinde anlayış gösteren tarafın kendisi olduğunu düşünüyordu. Mesela üst komşunun şu anda kendi sağ bacağı gibi, bacağı uyuşsaydı… Ve o üst komşu bile isteye ayağını güm güm yere vursaydı ve bunu utanmadan devam ettirseydi… Acaba ona bir şey söyler miydi? Söylemezdi elbet! Çünkü kendi uyuşan bacağı, komşunun uyuşan bacağı kadar önemli olamazdı.
***
Ayağa kalkıp uyuşan bacağına gereken kan akışını sağlayıp, ışığı açmak üzere düğmeye doğru ilerlerken geçen zaman diliminde tüm bunları düşündü.
Odanın aydınlanmasıyla gözlerini adeta kör eden parlaklık, bir kaç saniye boyunca sürdü. Ardından usulca sanki görülmeye değer bir şey varmışçasına gözlerini tamamen açtı. Kapılar, pencereler ardına kadar açıktı. Çok geçmeden beyaz lamba etrafında küçük siyah noktalar uçuşmaya başladı. Bazı yörelerde buna mucuk deniyordu. Bazı yerlerde ise, üvez. Mucuk diyenler üvezi, üvez diyenler de mucuğu bilmezdi. Şanslıydı, çünkü her ikisini de biliyordu. Ne var ki bu yararsız bilginin hiçbir yerde işine yaramayacağının da farkındaydı. Üstelik üvezlerin ya da mucukların bu isim farklılığını pek de önemsediği söylenemezdi.
Birden, lambanın eftrafında dans etmekte olan mucukları! unutup, başını çevirdiği anda gözüne ilişen ve muhtemelen bir kısmı ölmek üzere olan balkon çiçeklerine doğru baktı.
İnsan emek verdiği bir şeyin, ölümüne şahit olunca kesinlikle acı çekiyordu. Bu ister saksıda bir çiçek, isterse fanusta kırmızı bir japon balığı olsun farketmiyordu. Her zaman üzülecek bir şeyler buluyorduk. Bu konuda üstümüze yoktu. Ya bir şeyleri mahvediyor ya da iyileştiriyorduk. Eğer bu iyi ve kötü, bir çocuk olsaydı ve biz onları parkta tahterevallinin iki ayrı ucuna oturtsaydık.. İyi, havada mutluluktan uçarken, kötü hızlıca poposunu geriye doğru çekerdi. İşte çiçeklerin ölümü de böyle bir şeydi. Çünkü onlara dadanan şeyler de kötüydü. Adına unlu bitleri denilen beyaz, mikro canlılardı. Bizler unlu bitleri gözüyle birer makro canlı olarak bazen bu mikro dediklerimiz karşısında boyun eğebiliyorduk.
diye düşünüyordu…
Çiçekler de haklıydı. Özel bir ilgi ve anlayış istiyordu. Bunu dile getirmeleri beklenemezdi. Ama onlara göre bir kulak olmak da imkansız değildi. İnsan aynı dili konuşabilirdi, ama bazen bir çiçek kadar dinleyemez ve anlayamazdı birbirini. Bu da çiçek bile olamamakla ilgiliydi.
Fanusta kırmızı bir japon balığı, tavanda uçuşan bir kaç mucuk ve gökyüzünde bir yıldız… Hepsi çiçek olabilirdi, insan dışında hepsi!
09.06.2020 – 01.47 / ANTAKYA
teşekkürler
Teşekkürler. Akıcı ve detaylı bir anlatım olmuş.
Çok akıcı bir anlatımınız var. İnsanın daha çok okuyası geliyor. Kaleminize sağlık.
Yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Sadece “ruhu olan” yazılar yazmaya çalışıyorum.