Önceki yazımda sıkı blog takipçilerinin, yine blog yazarları tarafından oluştuğundan bahsetmiştim. O yazıyı mutlaka okuyun. Okuyun ki şimdi yazdıklarımla birlikte kafanızda tam anlamıyla bir şeyler canlanmaya başlasın.
Gerçi ülke olarak okuduklarımızın ne kadarını anladığımız malum ama siz yine de anlayarak okumaya çalışın.
Bu yazımda blog yazarlığında yapılan en büyük yanlıştan söz edeceğim. Vayyy efendim bunu sen mi öğreteceksin bize diye yaftalama yapmayın bana. Evet lan ben öğreteceğim işte. 8 yıldır blog yazıyoruz anasını satayım boru değil!
Bir blog yazısını paylaştıktan sonra doğal olarak herkes yorum almak ve okunmak istiyor. En tabi hakkı tabi herkesin. İnsan emeğinin karşılığını almak istiyor aslında. Ulan bu kadar yazdım, anlattım, paylaştım, yeri geldi araştırdım kimse okumamış durumu olunca ister istemez insana biraz koyuyor.
Ama biz en büyük hatayı bence bakış açımızın, düşüncelerimizde ters etki yaratmasıyla yaşıyoruz. Çünkü bir şey yazdığımızda o yazıyı kimlerin okuyacağını düşünüyoruz ve hesaplamaya çalışıyoruz. Ama şimdi size bakış açınızı tamamen değiştirecek bir durumdan söz edeceğim. Hatta belki şimdiye dek siz bile farkına varmamışsınızdır bu durumun.
Dünya nüfusu ne kadar?
8 milyona yakın.
Peki bu kadar nüfus içinde aktif olarak İnternet kullanıcı sayısı ne kadar?
Hiç öyle araştırma yapmaya gerek yok. Çünkü çoluk çocuk bile artık cayır cayır İnternet kullanıyor.
Peki bir alan adınız ve size ulaşılabilen bir adres var mı?
Var.
Nedir efenim… www.ciplakyazar.com
insanlar bu adresi tarayıcı çubuğuna yazınca rahatlıkla ulaşabiliyor mu?
Evet.
Tamam işte…
Siz etrafınızda üç beş kişi ya da tanıdıklarınız için yazmıyorsunuz aslında. Ama çoğunuzda ne yazık ki böyle bir ön yargı var. Ne bileyim işte. Yaa şu deeptone bu yazıma yorum yapar mı acaba? Her yazımı okuyup cevap veriyordu sağolsun. Blog sözlükten ziyaretçi gelir de okuyan olur mu acaba gibi çok küçük düşünüyoruz.
Yazıyı yayınla dediğimiz anda, tüm dünyadaki İnternet kullanıcılarının ulaşabileceğini düşünmüyoruz.
O yüzden bakış açınızı bu yönde değiştirmenizi öneririm.
Okunur mu, okunmaz mı, yok efendim yorum yapılır mı gibi düşüncelerin hepsini siktir edin gitsin…
Kafanızdan atın yani.
Saçmalamak mı istiyorsunuz?
Blogun senin çöplüğün arkadaşım, sen de o çöplüğün tek horozu. Yaz istediğin gibi saçmala. Şiir yaz, hikaye uydur, eleştiri yaz, roman yaz ne yazarsan yaz..
Ve yazarken üç beş kişiye ya da belirli bir kitleye değil, tüm dünyaya yazıyormuş gibi yaz..
Geçenlerde oturup ilk kez İngilizce bir yazı yazdım. Muhtemelen şu anda sıkı takip eden bir kaç arkadaş o yazdıklarımı okumayacak ya da anlamayacak. Ama mesele yine aynı… Ben onlar için yazmadım. Dünyanın öbür ucunda oturan, odasında bilgisayarını açmış bir şeyler araştıran Jonathan için de yazmadım. En başta kendim, sonra da tüm aktif İnternet kullanıcıları için yazdım.
Yarım yamalak ingilizceme güvenerek yine yabancı kaynakları ara sıra araştırıyorum. Hatta twitter hesabımdan bir kaç gün önce kenarda dursun diye şöyle bir bağlantı paylaşmıştım.
https://varvy.com/pagespeed/leverage-browser-caching.html
Bu yazı tarayıcı önbelleğinden nasıl faydalanacağımızı güzelce açıklamış. Yazarın adı da Patrick Sexton diye bir herif. Tanımam etmem ama bu yazıya bir şekilde ulaştım. Adam bunu bana özel yazmadı. Belirli bir kitlesi de yoktu bu adamın. Ama ben bir şekilde ulaştım ve faydalandım bu yazıdan.
Yazının mottosuna gelecek olursak, blog yazarken okur kitlesini göz önünde bulundurmayın. Dünyadaki İnternet havuzuna bir taş attım diye düşünün. 🙂
Başka bir yazıda görüşmek dileğiyle.
Görüşleriniz varsa yazmaktan çekinmeyin.
Yoksa da sayfayı kapatın gitsin.
Taş bana değdi🙃
Keyifle okudum..
Yapma gözünü seveyim. Benim kimseye taş attığım falan yok. Atacak olsam adını açık açık yazıp öyle atardım. 🙂
Ya yok internet havuzuna bi taş atıyorum demişsin ya ben de yazıya denk geldim ve okudum,bu şekil demek istedim,diyemedim🙃
çok doğru bir yazı. bir ara aynı tespiti ben de yapmıştım. sonra canımı sıkan olayları yazmaya başladım, insanlara laf sokmaya falan başladım. ah bir zevkli oldu ki burası, bildiğin terapi. tabii okunma oranlarım falan düştü ama önemli olan mutlu olmak değil de nedir ki zaten?= )
Aynen ya önemli olan senin keyfinin yerinde olması bence. Gerisini boş vereceksin bu hayatta.
Ben de okunuyor diye yazmıyorum. Diğer taraftan okunması, güzel yorumlar alması egomu biraz şişirmiyor değil:)
Ego şişirme değil de, motive edici oluyor abi. Sen okunuyor diye korkuyorsan epeyce yakın tanıdıklar takip ediyor o zaman 🙂 O durum da sıkıntılı yaa. Yani rahat rahat her istediğini yazamıyorsun.
Zaten en güzeli sacmalamak değil mi. Özgürlüğün tadını çıkarmak… Okunma oranları falan artık eskisi gibi bakmıyorum öyle. İlk başladığım zamanlarda beklerdim. Yorum gelsin okunma sayım artsın falan. Sürekli bir paylaşım halinde bulunurdum ama sıkıldım. Artık yapay gelmeye başlamıştı ki buradan uzaklastim. Ne olur oldum ne yazar. Sonra olaylar zinciri beni buraya tekrar getirdi. Eskisi gibi aktif olamiyorum ama. Çok güzel saçmalıyorum :)). Kalemin dert görmesin.
Eyvallah Uğur. Eskiden blog yazıyordun ama sonradan bırakmışsın anladığım kadarıyla. Blog adını yazsaydın bakardım bi. Belki bildiğim okudugum bloglardan biridir. Ben pek yorum yapmıyorum ama çoğu blogu okuyup geçiyorum. Yorum yapınca kızıyorlar bana. Ne bileyim insanlar bir şey yazınca, herkesin kendisiyle aynı fikirde olmasını bekliyor. En ufak bir eleştiriye ya da öneriye bile açık değiller. Bu durum beni yorum yapmaktan soğutuyor. Mesela ben blogumda küfür hakaret olmadığı sürece bütün yorumları yayınlıyorum. Sırf bu nedenden dolayı. Adam eleştirmiş mesela. Ne güzel…. Benle aynı fikirde olmak zorunda değil ki arkadaş.
Valla ben de aklıma ne gelirse açık açık yazıyorum. Erkek olsam daha rahat yazardım. Biraz dikkat ediyorum tabii. Bir de okunursa okunur. Dert etmem. Mesela Sorbonne Üniversitesi’nde bursla Felsefe okuyan Jan Davac (ama Türk’müş) bir evlat, Arthur Schaupenhauer’in Eristik Diyalektik kitabından okuduğum bir paragraftan, hayatımdaki birinin davranışının nedenini anladığımı anlattığım yazıya””Bir kitap okuyunca kendinizi filozof mu sanıyorsunuz?” diye yorum yapmaz mı? Üzüldüm tabii. Yavrum, sen ta Fransa’da eğitim görürken beni nereden buldun da okuyup coştun, üzüldüm dedim. Hocaları onlara “İnternet çöplüktür, karıştırın, araştırın” demiş. Sonra özür diledi, “Ne olur yorumu silin” dedi. Dediği için sildim:) Bana mail adresini verdi. “Dilerseniz size Öykü Kuramı hakkında yazılar gönderirim” dedi. Ama sonra görünmedi. Sorun değil. Dediğin gibi, kimin görüp görmeyeceğinden haberimiz olmasa bile okunuyor demek ki.
İnternetin çöplük olduğu doğrudur. Her türlü bilgiyi bulabilirsiniz. Ben sizin yazım tarzınızı az çok biliyorum zaten Ece Abla. Bazen yazmak isteyip de yazamadığınızı da biliyorum. Mesela bir köpeğin kulaklarını kesip fotoğrafını çeken bir kansız vardı. Ben bundan orospu çocuğu şerefsiz diye açık açık bahsederim. Ama siz her ne kadar demek isteseniz de, demezsiniz. Geçenlerde bir yazınıza denk gelmiştim. Şu yazı Çocukları Bırakın Bari… Ben bu yazıyı okuduğumda bu durumu yine hissetmiştim. Yani çok şey demek isteyip diyemediğinizi. Yani küfürlü falan yazmayı savunmuyorum elbette. Belki beni hala eleştirenler vardır bu yüzden. Ama dayanamıyorum ben Abla. Yani bazen öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki, dilimizin ucuna küfürden başka bir şey gelmiyor. Ne bileyim çocuk tecavüzleri, hayvanlara işkence edenler vs… Bu yüzden beni küfür ediyorum diye eleştirenler de varsın eleştirsin ne diyeyim.
Bu yaziya katiliyorum. Mim veya etkinlik yazilari cok olunca blogla ilgisi olmayan okur bu ne der. Kitap yaziyorum okudukça bir kez ilginc bir elestiri geldi blogger bir arkadastan biraz daha gündemde olan kitaplari yazsan diye. E ben okudugumu yaziyorum. Mutlaka ilgisini çeken vardir yoksa da okumasin. Bazen yabanci bloggerlar yorum yaziyor. Yazilari çevirtip okuduklarini anliyorum yorumdan. Mutlaka hitap ettigimiz bir kitle var ve bu illa ki bloggerlar olmak zorunda degil.
Yazımı çok güzel özetlemişsiniz. Çünkü bazen okuduğu halde anlamadan yorum yapanlar oluyor. Konuyu anlamadığı ya da okumadan yorum yaptığı bariz belli oluyor.