Bazı insanlara baktığınızda beş dakika da anlarsınız ne mal olduğunu. Bazılarını da ömür boyu tanısanız da anlamazsınız. Anladığınızı sanırsınız ya da anladığınızı düşünerek kendinizi kandırırsınız. Herkes biraz anlaşılmaz mı? Yoksa ben mi geri zekalıyım söylemlerini de aklınızdan geçirmeden edemezsiniz.
Sonunda ise kendinizi şu sözü söylerken bulursunuz : İnsanoğlu işte çeşit çeşit.
İnsanları anlaşılmaz olarak nitelendirmek, aslında işin en kolay yanı. Çünkü ”ben ne kadar yalın bir kişiliğe sahibim” diye hiç kimse düşünmez. Eğer herkes, insanlar anlaşılmaz görüşünü savunuyorsa; anlaşılır olanlar kim? Yani sonuç olarak hem insanların anlaşılmaz olduğundan dem vuran insan, yine anlaşılmaz olmakla başkaları tarafından suçlanıyor.
”Ben kimseyi anlamıyorum. Kimse de beni anlamıyor.” demek aynı frekansı yakalayamamış insanların kullandığı çok genel bir görüştür.
Bu neden oluyor biliyor musunuz?
Kimse olduğu gibi değilde ondan! Bu da karşınızdaki kişinin, gerçek kimliğini hiçbir zaman görmemenize neden oluyor. Karın ağrısı gibi sürekli rahatsız ediyor içinizi.
Allah aşkına her gün yüz yüze baktığımız insanların bile, tanımadığımız bir yanı olduğunu hissetmiyor muyuz? İş arkadaşları, okul arkadaşları, akrabalar vs..
Biz gerçekten de kimseyi tanımıyoruz aslında. Kimse de bizi tanımıyor. Peki bu derin bir yalnızlık içinde kurtuluş yolunu gösteren tabela nerede? Ya da var mı öyle bir tabela?
Kendimizi birdenbire bir arayış içinde kaybolurken buluyoruz. Herkesin arayışı kendine, herkesin arayışı kendi içinde ilerleyip duruyor. O yüzden aslında bulmak için kayboluyoruz.
Hep o ruh ikizim diyebileceğimiz bir dostu aramakla geçiriyoruz zamanımızı.
Bazıları buluyor kıymet bilmiyor, bazıları ise ömür boyu aramakla geçiriyor yıllarını. Bazıları buldum sanıyor ama sonunda bir yanılgıdan ibaret olduğunu anlıyor. Ne acı, ne büyük bir kayıp.. Ama bazıları var ki, bir buluyor ve hiç ayrılmıyor hiç bırakmıyor o insanı.
Dostum benim! diyebilmek bile ne güzel bir duygudur aslında, pek değeri bilinmese de gerçekten öyle. Gecenin bir yarısı ararsın niye aradın demez. Borç alırsın iade etmek istediğinde sana kızar almak istemez. Bir gün anam öldü diye haber salarsın, orada o tabutun başında seninledir ve seninle ağlar. Dizlerin titrer belki ayakta bile duramazsın. Ama yıkılmazsın dost tutar seni.
Ara sıra maziden konuşursun. Hatırlıyor musun? salça ekmek yerdik lan birlikte diye. Hani bir kız varı da canını çok yakmıştı, şimdi evlenmiş diye eski yaraları yeniden okşarsın birlikte. Bazen mesafeler girer araya. Ama km.lerin hiç önemi olmadığını da bilirsin. Kuş olur uçar yine gelir. Sen de ona gidersin. Sürekli kanat açarsınız birbirinize. Ve o kanat kırık olsa bile, çaba gösterirsin gidebileyim diye. Hüzünlü şarkıları birlikte dinlersin. Eğer içilip sıçılacak, efkar dağıtılacaksa bunu da birlikte yaparsın. Yıllar geçtikçe birbirini tamamlayan tek bedenin iki parçası olduğunu hissedersin.
Ve kendine dersin ki: İyi ki dostum var.
Bir sevgili olmasa da, bir dostu olmalı o yüzden insanın. Bulabilenlere ne mutlu. O seni anlar çünkü. Her koşulda dinler çünkü. Zırvalıklarına kulak tıkamaz. Sitemlerine şikayet etmez. Dost hep özeldir çünkü. O yüzden ana/baba dost olamaz. Kardeşin, ağabeyin ya da sevgilin senin dostun olamaz. O senin dünyadaki sır küpündür. Her şeyi tereddüt etmeden paylaşabileceğin tek insandır.
Bu yazı değerli dostum M.Ç’ye adanmıştır. İyi ki varsın Dostum!
Yazıyı buraya kadar okuduysanız o kanka dediğiniz insanların değerini bilin. Ve mümkünse hemen şimdi mesaj atın ya da arayın. Dostluk hakkında başka bir yazım : Dostluk ve ölüm üzerine çıplak düşünceler
“…bulmak için kayboluyoruz aslında.” cümlesinden çok etkilendim. Ve sonlara doğru benim biricik dostum olan E.A.’yı hatırladım, özledim, duygulandım. Ne güzel yazmışsın yine Ayhan. Seni dinlemek güzel şey azizim. 🙂 Sevgi ile…