Gözlerimi açtığımda bulunduğum yerin kendi evim olup olmadığını düşündüm. Başım sarılı ve inanılmaz derecede ağrıyordu. Tıpkı önceki geceden içebileceğim tüm içkileri içmiş ve sızmış gibiydim. Fakat başımın sarılı olması içinde bulunduğum durumu özetlemeye yetmiyordu. Muhtemelen gece bir kaza geçirdim ve hayırsever bir vatandaş tarafından buraya yani onun evine getirildim. Fakat evde kimsecikler yoktu. Gözlerim, bedenim, kemiklerim hatta kemiklerimin içindeki iliklerim bile sızlıyordu.
Evde kimsenin olmadığından emin olmak için yine de boş olduğunu düşündüğüm salona ve odalara karşı seslenmeye başladım.
-Merhabaaa. Kimse var mı?
Son olarak banyo ve tuvaleti kontrol etmemin ardından evin boş olduğunu anlamıştım. Peki buraya nasıl geldim ve bana ne oldu? Tüm bunlara bir cevap arıyordum.
Derken odaları gezmeye ve içinde bulunduğum durumu anlamaya koyuldum. Sanırım varlıklı biri olmalı ki, salon halısı özel el yapımı bir dokumadan yapılmış. Evin boyaları ve avizeler her şey göz alıcıydı. Karnımın gurultusuyla mutfağa doğru gittim. Daha sonra buzdolabı kapağının üzerindeki notlara gözüm ilişti. Eğer sıradan bir insan olsaydı sanırım günlük egzersizler ve diyet listeleri yerine ödenecek borçlar ve magnet altına sıkıştırılmış faturalar olurdu.
Mesela şu Perşembe günü diyet listesi :
Sabah
Kepek ekmeği ( 1 dilim )
Yağsız beyaz peynir ( 1 dilim )
Şekersiz çay ( 1 fincan )
Öğle
Haşlanmış yumurta ( 2 adet )
Domates, salatalık ve marul
Akşam
Tavuk baget ( 150 gram )
Elma sirkeli salata ( 1 kase )
Bunlarla nasıl karın doyuyor hiç anlamıyorum. Belki de zamanında umarsızca yeyip götü göbeği saldıktan sonra bu tür diyet listelerine ihtiyaç duyuyordur insanlar. Evde hiç sigara kokusu olmadığından sağlıklı beslendiğini düşündüm. Fakat yine de bir yerlerde masa üstüne bırakılmış çerçevede bir fotoğraf aradı gözlerim. Bu yüzden dolapta bulduğum hafif yağlı salatayı yedikten sonra, diğer odaları gezinmeye başladım. Oturma odası gayet modern ve renkli mobilyalarla kaplıydı üstelik rahatına düşkün biri olmalı ki, dev ekran tv ve sevdiğim renkli armut koltuklarından bile iki tane vardı.
Birinin yatak odasına izinsiz girmenin doğru olmadığını biliyorum fakat yine de merakıma yenik düştüğümü itiraf etmeliyim. Bu yüzden yatak odasının kapısının önüne geldiğimde bir an kapı tokmağını çevirmekle çevirmemek arasında tereddüt ettim. Kapıyı açmadan bir kaç saniye önce iç sesime kulak verdim bana şöyle diyordu : Nasıl olsa en sonunda açacaksın o kapıyı. Bu yüzden fazla diretmeden kapıyı açtım ve yatak odasına girdim. Ve görmeyi ümit ettiğim fotoğrafla ilk kez o odada karşılaştım.
Adeta bir içim su diyebileceğim eşsiz güzellikte bir kadın olması açıkçası biraz heyecanlandırmıştı beni. Aşık oldum desem belki aptalca olur ama inanılmaz derecede etkilenmiştim. İri kahverengi gözleri ve beyaz bir teni vardı kadının. Fakat kim kendi yatak odasındaki baş ucana kendi fotoğrafını koyar ki? Bu yüzden beni bulup evine getiren kişinin bir kadın değil de, erkek olduğunu, hatta fotoğraftaki kadının da sevgilisi ya da nişanlısı olabileceğini düşündüm.
Yaptığım şeyin doğru olmadığını biliyorum fakat yine de emin olmak için, elbise dolabına doğru yöneldim. Böylelikle kıyafetlerinden kadın ya da erkek olduğunu anlayabilecektim. Dolabı açtığım anda karşılaştığım manzara hayli ilginçti. Doğrusunu söylemek gerekirse bu denli düzenli bir erkek hiç görmemiştim. Bütün gömlekler ütülü, bir kaç takım jilet gibi takım elbise, kol saatleri ve kemerler her şey yerli yerinde duruyordu. Fakat dolabın üst tarafındaki küçük bir kutu ilişti gözüme. Buraya kadar geldikten sonra kutuyu açmışım ya da açmamışım sanırım hiçbir önemi yoktu.
Zaman zaman herkesin gizli bir kutusu olduğunu düşünmüşümdür. Ne bileyim eski fotoğraflar, hatıralar, günlükler vs.. Bu kutu içerisinde de ona benzer şeyler bulmayı umuyordum. Kutuyu elime aldım, fakat üzerinde küçük bir kilit vardı. O kilidin aslında her ne kadar kutuyu kapalı tutmak gibi basit bir anlamı olsa da, bana çok ileri gittiğimi hatırlatması gibi farklı bir anlamı da olmuştu. Bu yüzden kendimden utanç duyarak kutuyu hafifçe aldığım yere bıraktım ve odanın içinde dönerek fotoğrafa yeniden baktım.
Belki sevgilisiydi, belki kardeşi, belki de ölen karısı.. Kim olduğunu bilmiyordum ama ona bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Derken birden bire telefonun çalmasıyla irkildim. Küçük kutunun kilidinden sonra bana bir yabancının evinde olduğumu hatırlatan ikinci tokadı yemiştim adeta. Odadan alelacele çıktım ve oturma odasına giderek beklemeye başladım.
Saat 17:30 a geliyordu. Sıradan birinin çalışma saatlerinin sona erdiğini ve evinin yolunu tuttuğunu öngörüyordum. Birazdan kapı deliğine bir anahtar girecek ve tanımadığım bir adam içeri girip şöyle diyecek : Oooo toparlanmışsın bakıyorum. Eee kendini nasıl hissediyorsun? gibi soruların ardından başımdan geçenleri bana anlatacak. Fakat ne gariptir ki, saat 22:00 olmasına rağmen eve kimsecikler gelmedi. Bir müddet sonra bulunduğum koltuğun üzerinde uyuya kaldım. Kapının çalmasıyla tekrar uyandım ve olup biteni kafamda toparlamaya çalışıyordum. Çünkü hala baygın gibiydim. Bir an durup ev sahibi olsa neden kapıyı çalsın ki diye düşündüm. Bu yüzden kapıyı açmadan önce o küçük delikten gelenin kim olduğuna baktım. Uzun saçlı bir adamı görünce, sanki tanıyormuşum gibi neden bakıyorsam diye de kendi kendime söylendim.
Yirmili yaşlarda uzun saçlı ve sakallı bir genç çıktı karşıma. Cool bir tipe benziyordu. Açıkçası birazda sokaklarda esrar satan tiplere benziyordu. Çocuk beni görünce şaşkınlığını gizleyememiş olmalı ki, elinde tuttuğu birayı yudumlamadan geri indirdi. Elindeki sigarayı da orta parmak hareketiyle sokağa fırlattı ve kimsiniz diye sordu. Olan bitene dair hiçbir fikrim olmadığı için cümle kurmakta zorlandım ve kendimi yalan söylerken buldum.
-Şeyy ben dün gece bir kaza geçirdim ve..
Çocuk birden lafa atladı ve şöyle dedi:
– Abimde sizi eve getirdi. deyince evet aynen öyle oldu demekten kendimi alıkoyamadım.
Çocuk içeri girmekten vazgeçerek sadece abime bakmıştım diyerek geri döndü. Çocuk gittikten sonra acaba yanlış bir şey mi söyledim diye düşünüyordum ki, o anda adam eve geldi. Sanırım çocuk abisini arayarak uyandığımı haber vermiş olmalı diye düşündüm. Çünkü adamın bu kadar kısa sürede gelmesini bir tesadüfe bağlamak istemiyordum. Orta yaşlarda oldukça bakımlı ve sanırım ömrünün yarısını takım elbise içinde geçiren bir adam izlenimi bıraktı bende. Zararsız bir tipe benziyordu.
Kurguladığım senaryo başlıyordu. Adam ceketini astı ve şöyle dedi : Nihayet kendine gelebildin haa? Çok sevindim. Şimdi daha iyi misin? gibi tahmin edebileceğiniz türden sorular sordu. Oysa asıl sorular benim kafamın içindeydi. Kısmen hafıza kaybı geçirmenin sadece filmlerde olduğunu düşünürdüm ama sanırım bunu yaşayarak deneyimliyordum.
Ben kimim bilmiyordum.
PART 2
Kendimi cüzdan arasında unutulmuş eski bir kondom gibi hissediyordum. Çünkü kim olduğuma dair sorular kafamı kurcalayıp duruyordu. Adam bana dönerek gerçekten hiçbir şey hatırlayıp hatırlamadığıma dair bir takım sorular sormaya başlamıştı. Ama hiçbir şey hatırlamıyordum. Bir an içinde bulunduğum durumun acı verici yanını bir kenara bırakıp, belki de hatırlanmaya değmez rezil bir hayatım olduğunu geçirdim aklımdan. Böylece az da olsa tebessüm edebilme şansı buldum. Öylesine garip bir his ki bu, araf dedikleri bu olsa gerek. Kimim ben? Ailem nerede, acaba evli miyim, çocuklarım var mı, ne iş yapıyorum.. Hepsi kocaman bir soru işareti. Sikeyimm.
Adam sakinleşmemi ve henüz tam iyileşmediğimi söyleyerek dinlenmem gerektiği konusunda ısrar etti. Ne diyebilirdim ki..? Haklıydı. Dışarı çıkıp yürümeye kalksam bilmediğim bir sokağın köşesinde düşüp bayılacağım aşikar. Hazır ki aklımı da yitireyim diye başımı yastığa koyduğum gibi uyudum.
Sabah uyandığımda mutfaktan sesler geliyordu. Adam kahvaltı hazırlıyordu. Günaydın diyerek yanına gittim ve yardım edebileceğim bir şey var mı diye sordum. Adam hayır hayır sen sadece otur diyerek yanıt verdi. Masa üzerine koyduğu siyah zeytinlere bakarken, neden bu siyah zeytinin, siyah zeytin olduğunu hatırlıyorum da, kendimi hatırlamıyorum diye aptalca bir düşünceye kapıldım. Bunu adama söylemedim elbette sadece düşünüyordum.
Adam oldukça neşeli ve enerjik gözüküyordu. Pişirdiği omletin kokusu öylesine güzel geliyordu ki, iştahım olmamasına rağmen sabırsızla beklemeye koyuldum. Adam elinde tavayla sofraya oturdu ve çayımı doldurdu. Sanırım o da hayli acıkmış olmalı ki, 24’lük kahvaltı tabağını resmen doldurdu. Bir yandan kahvaltımızı yapıyor bir yandan da sohbet ediyorduk. Adama beni nerede ve nasıl bulduğunu, kim olduğunu, mesleğini her şeyi sordum.
Adam yemek sonrası sigarasını yakarak, arkasına doğru gerildi ve konuşmaya başladı.
Arabasıyla bana çarptığını ve sonrasında hastaneye götürdüğünü söyledi ilk olarak. Daha sonra bir bankanın dış ticaret bölümünde çalıştığını söyledi. Bir an adamın tüm söylediklerine odaklanmayı bırakıp evde hiç sigara kokusu olmamasına rağmen, sigara içmesini garipsemiştim. Bunu sorduğumda ise, arada sırada içtiğini söyleyerek geçiştirdi.
Hastanedeki doktorların evde istirahat edebilir demesi üzerine beni kendi evine getirdiğini söyledi. İyi ama beyin hasarı oluşmasını nasıl gözden kaçırabilirler bu nasıl bir doktorluk anlamıyordum. Sinirlenmiştim. Ve beni sinir eden tüm hislerimi adama olduğu gibi aktardım.
Ne biçim bir hastaneden söz ediyorsunuz. Ben hafızamı kaybettim. Ve doktorlar böylesine önemli bir durumu nasıl gözden kaçırabildiler?
Adam sakin ve uysal bir ses tonu ile, daha sonra kontrol için tekrar gidebileceğimizi ve hiçbir konuda endişelenmemem gerektiğini, kendisinin hep yanımda olacağını söyledi.
Duygularım karmakarışık bir hal almıştı. Hafıza kaybıyla birlikte hafif depresyonun ne güzel bir kafası varmış böyle. Ama adamın iyi yürekli yardımsever biri oluşu birazda olsa içimi rahatlatıyordu.
Kahvaltının ardından saat 8:10 gibi adam evden ayrıldı. Bir şeye ihtiyacım olursa diye de cep telefonunu yazarak ev telefonun yanına bıraktı. Adam evden gittikten kısa süre sonra, ayaklarımın ya da içimde ne olduğunu bilmediğim bir şeylerin beni yatak odasına götürdüğünü hissettim. O’nu görmek istiyordum. Çünkü o fotoğrafta içimi yumuşatan hatta bana huzur veren bir şeyler vardı. Kapı çaldı ve adamın bir şeyler unutmuş olabileceğini düşündüm. Fakat gelen adamın kardeşiydi.
Adı Jack’ti. Yani kendisini tanıyanların ona böyle hitap ettiğini söyledi. İlk başta tuhaf gelmiş olsa da pek de üzerinde durmadım bu durumun. İçeri geçtik ve muhabbet etmeye başladık. Bir ara karikatür çizimleri yapıyormuş ama şu anda bir oyun şirketinde oyun karakterleri çizdiğini söyledi.
Oldukça rahat tavırları benim de biraz olsun gevşememe neden olmuştu. Tekli koltuklardan birine yayılarak kafasını koltuğun arka kısmına doğru yatırdı. Uzun saçları koltuğun arkasına dökülüyordu. Ayaklarını öne doğru uzatıp birbiri üstüne attı ve eee anlat bakalım kimsin nesisin diye lafa girdi. Yaklaşık 45 dakika kadar Jack ile sohbet etmiştik. Abisine olduğu gibi ona da hiçbir şey hatırlamadığımı söyledim. Zaten söyleyecek fazla bir şeyim de yoktu. Çocuk ağzını gere gere alaycı bir tavır içinde yaaa demek hiçbir şey hatırlamıyorsun? diyerek devam etti. O anda telefonu çalınca toparlandı ve özel olduğunu söyleyerek dışarı çıktı. Ben ise oturma odasında gelmesini bekliyordum.
– Bu koduğumun çocuğu bir şey hatırlamıyor. Şimdi ne yapacağız?
– Nee? Sen eve mi gittin? Sana gitmemen gerektiğini söylemiştim aptal. Her şeyi berbat edeceksin.!
– Sadece son durumun ne olduğunu merak ettim. Adamın her şeyine sahiplendin resmen. Bizim payımız ne olacak?
– Seni duyabilir sersem ne yapıyorsun sen??
– İçeride oturuyor merak etme. Hiçbir şeyden haberi yok garibin. Bir bilse başına gelenleri.
– Gelince detaylı konuşuruz bunları kapat telefonu.
– Sen neden aramıştın?
– Yüz yüze konuşuruz kapat şimdi.
– Tamamdır.
Kısa bir konuşmanın ardından Jack tekrar içeri geldi.
– Kusura bakma, kız arkadaşım aradı da dışarı çıkmak zorunda kaldım.. Bilirsin işte kızlar hep sorundur diye de gülümseyerek ekledi. Ben ise anlıyorum diyerek cevap verdim.
PART 3
Devamını bekliyoruz.
Sürekli başlayıp yarım bırakıyorum aslında hikayeleri bu da onlardan biri olacak sanırım.
Sanırım ilk heyecan seni tatmin ediyor o halde öykü deme başlarken..heyecanı bir yazıya versen de olur ben keyif aldım açıkçası..ileriye yönelik söz vermiş gibi olunca arkası gelmiyor zorunluluk gibi oluyor belki de.
Hayır kesinlikle tatmin ediyor. Ancak devamını yazmak için devamını yazmayı gerçekten istemeliyim. Yoksa dur devamını yazayım deyince olmuyor. Aslında yazdım biliyor musun bir bu kadar daha devamı hazırda bekliyor. Hatta bunu yazdıktan bir gün sonra yazmıştım. Ama ne bileyim hazır değil ya da bir şeyler eksik gibi hissettim o yüzden yayınlamadım. Tekrar gözden geçirip yayınlarım yakında.
Blogda değil başka bir yerde yazmayı dene veya sesli kayıt yap ben çok yaparım sesli kaydı böylece düşünceleri maksimum seviyede yakalarım.
Önerin için teşekkür ederim. Ama kayıt işlerine vakit ayıramıyorum. Sonra yazarım diye hep aklımın bir köşesinde tutuyorum ama genellikle de unutuyorum.
Merhaba, süreli yayın yapma bana da zor gelmeye başladı aslında. ya tamamlayıp yayına başlamalı ya da sakin ortamda zorlanarak da olsa zaman ayırıp yazmak gerekiyor. Aksi durumda duygu durumu değişiyor ara verildiğinde ve tekrar yoğunlaşmak oldukça zor oluyor.
Kolay gelsin. 🙂
Merhaba Halil Bey,
duygu durumunun değiştiği konusunda kesinlikle size katılıyorum. Çünkü aynı sorunu yaşıyorum ben. Bu yüzden yeni öykülerimi tamamlamadan yayınlamamaya karar verdim. Hem okuyucu da bir çırpıda okuyup bitirmiş olur.
kesinlikle çok güzel olmuş