Bu gece öyle yorgundum ki duş alıp çıktıktan sonra başıma sardığım havluyla yatağa uzandım. Saçlarımı kurutmadan yatağa bu şekilde yatmam, hayatımda belki bir, hadi en fazla iki defa yaptığım bir şeydir ve sanırım bu da üçüncüsü olacak. Bir yandan sabah akan bir burunla günü hasta olarak geçirir miyim diye düşünüyor, bir yandan da bir şey olmaz gibisinden işi tembelliğe ve umursamazlığa vuruyordum.
Sabah olup uyandığımda, türümün %90 ı gibi ve yazmaya üşendiğim kahvaltı, tuvalet gibi insani ihtiyaçlarımı giderdim. Ardından otobüs durağına gitmek üzere evden çıktım. Bu durakta genellikle sabahları benimle bekleyen uzun boylu, iri yarı, sakallı bir adam görüyorum. Birbirimizi belki yüzlerce kez gördüğümüzden, onun benim hakkımdaki düşüncelerini de hep merak ederdim. İnsan bir gün günaydın ya da merhaba demez mi? Hem birbirimizi tanımasak ne olmuş? Her gün aynı saatte ve aynı durakta otobüs beklemek, tanışmak için yeterli bir sebep değil mi? Yeterli olmamış olacak ki, bu pek de dost canlısı görünmeyen adamla bir gün olsun selamlaşmadık.
***
Otobüs geldi!
Yine kalabalık, yine birbiri içine geçmiş parfüm ve fırçalanmamış dişlerin akşamdan kalma ağız kokusu. Ve sonraki duraklarda otobüs geliyor diye elindeki sigarayı hızlıca içen, ardından baş parmak ve orta parmak hareketiyle yarım kalan sigarayı fırlatan insanlar. Bu insanlar otobüsün ilk basamağını görene dek içebilecekleri son dumanı da ciğerlerine çekip, israf konusunda pek bir titiz insanlardır. Ne var ki, o ciğerlerinde kalan dumanın yarısını da otobüsün içine üflemek zorunda kalırlar. Bu da otobüs yolculuklarının farklı bir o kadar da ilginç yanı.
İnsanı bir şey sahibi yapan kötü komşudur diye bir söz vardır ya, bana kalırsa bu insan kalabalığındaki otobüs de, insanı araba sahibi yapmak için var olmuş olsa gerek. Hani kendim için olmasa bile aramızdan biri araba alacak olsa, onun adına da sevineceğiz. Kurtuldu garibim, az çekmedi ama sonunda muradına erdi diye de ara sıra tüm otobüs hep birlikte alkışlayarak aramızdan son kez yolcu edeceğiz.
***
Amannnn, amannnn!
Eyvah gitti kadın!
Şoför karşıdan karşıya geçmekte olan bir kadına çarptı şimdi. Hayır böyle olacağı belliydi zaten. Bir elinde telefon gözün ara sıra yolda, toplu taşıma aracı mı kullanılır? Eli işte, gözü oynaşta derler ya, bizim şoför de o hesap. Otobüs kadına çarpınca kalabalık bir anda otobüsü boşaltıp ne oluyor diye bakındı. Yolculardan bazıları vah vahh diye yakınırken, bazıları ambulansı arayın, ambulansı arayın diye söylenirken, bazıları yahu bu ne arkadaş şimdi işe geç kaldık derken, bazıları hiçbir şey olmamış gibi geçip giderken, bazıları da benim gibi kadının başında bekliyordu.
Kadına nasıl çarptıysa artık, otobüsün üç metre uzağına fırladı. Bir kez yuvarlanmış olmalı ki, sağ omuzu olduğu gibi çizik ve bacağı kan içindeydi. Derisi soyulmuştu omuzunun. Ayağındaki sandaletin birisi fırlamış, ayak baş parmağındaki tırnağı da kırılmıştı. Sabah sabah görünce içim bir tuhaf oldu. Birisi bağırdı o sıra yahuu doktor falan yok mu? Yoktu tabi. İhtiyaç olduğunda kim aradığını bulabilmiş ki bu memlekette. Eeee bari kadını yol ortasından kaldıralım deyiverdi birileri. Sonra genç bir kız kendini atıverdi öne.
***
-Ne yapıyorsunuz yaaa, çuval mı taşıyorsunuz?
-Ya omuriliği zedelendiyse, ömür boyu sakat mı kalsın kadın? Hareket ettirmeyin, ambulansı bekleyin.
Genç kız; haline, konuşmasına ve özgüvenine bakılırsa okumuş ve akıllı biriydi. Omurilik önemliydi sonuçta.
Çok geçmeden ambulans geldi ve kadını alıp götürdü. Ambulansa o genç kızla beraber bindik. Genç kız, girişkendi buna şüphe yok. Ama benim ne işim vardı ki? Aslında binmeyecektim ama hem kadına acıdım, hem de genç kızın ”abi sen de gel, belki kadının kimsesi yoktur yanında duralım” demesi üzerine kendime bunu yüce bir görev edinerek o an, ani bir kararla olur dedim. Üstelik daha ambulansa adım atmadan da pişman oldum. İnsan hani bazen bir şeyi yapar ve neden yaptığını bilmez ya, bu da öyle bir boşluğuma geldi desem yalan olmaz. Bir yandan içimden şoföre küfür ediyor, bir yandan da geç kalmakta olduğum işimi düşünüyordum. Müdür de aramadı, iyisi mi o aramadan ben arayıp durumu uygun bir dille izah edeyim.
***
Tahmin ettiğim üzere üstü kapalı bir fırça yedikten sonra ve “kadın tanıdık değilse sen niye gidiyorsun” gibi sorularla boğuştuktan sonra yarım saate ordayım diyerek geleceğimi söyledim ve telefonu kapattım. Çünkü yapılacak işler, elbette insan hayatından daha önemliydi ve bu hep böyleydi. Ama bir otobüsün çarpması sonucu üç metre öteye fırlayan ve şu an kanlar içinde olup, son durumu pek de belli olmayan kadını tekrar düşününce müdürün karısı olabileceği ihtimali de belirdi aklımda. Ancak bu tür tesadüfler ya filmlerde ya da eskiden samanyolu TV de yayınlanan beşinci boyut gibi ilginç dizilerde oluyordu.
Çok geçmeden genç kız ile kadını hastaneye ulaştırdık. Kadını apar topar acil servise aldılar. Beş dakika sonra da, kan verebilir misiniz diye yanımıza geldiler. Genç kız verelim diye atladı hemen. İkimizin adına “veririz” diye konuşmuş olması doğrusunu söylemek gerekirse biraz canımı sıktı. Ama yine de bu içten ve yardımsever kıza, bir türlü kızamadım. Benim iktisadım kendine kızmak üzere olduğu içindir belki de. Ayrıca bu kadar hayat dolu, enerjik, kendine güvenen, azimli birini daha önce gördüğümü de hatırlamıyorum. Yani kıza şu karşı ağaçta bir kedi kalmış yardım eder misin indirelim diye sorsam, koşa koşa geleceğine hiç şüphem yok. Ahhhh ahhh bize böyle pırıl pırıl gençler lazım işte.
***
Kan guruplarımızı sordu gelen hemşire benimki brh(+) genç kızın ki ise Arh(-) imiş. Hemşirenin istediği ise brh(+).
İşe geç kalmaya kaldık ve bir işi yapmaya yaptık, bari tam yapalım deyip kolları sıvadım. Tam kan vermeye hazırlanıyordum ki, bu kez müdürün beni aradığını gördüm. Daha önceki konuşmamızda söz vermiş olduğum yarım saati, yarım saat daha geçmiş olduğum için aramakta haklıydı tabi adam. Yine sakin bir tavırla telefonu açıp ve ikinci kez durumu anlatıp, son olarak kan vermek üzere olduğumu ve yarım saat sonra geleceğimi söyledim. Sürse sürse ne kadar sürer ki zaten? En fazla on dakika. İşim bitince de taksiye atlasam ve en fazla yirmi dakika da o sürse… Tamam işte yarım saate ordayım. (diye düşündüm)
Kan verme işlemi bitince bir küçük meyve suyu verdiler. Hafif başım döndüğü için içmenin iyi olacağını düşünerek, tek seferde pipetle hepsini içtim. Allah’tan kadının durumu korkulacak cinsten değilmiş de o kargaşa içinde sevinecek bir şey buldum. Sağ omuzu yerinden çıkmış dedi doktor, biraz da ufak tefek sıyrık, incinme falan. Yani en azından ölmediğine sevindik. Kadın baygın olduğundan geçmiş olsun deme fırsatı da bulamadım. Ancak tam kan verme odasından çıktım ki, bizim genç kızın yanında iki polis. Görgü tanığı olarak ifade veriyormuş. O sıra ben de bir yandan yukarı kadar katlı kolumu indirmekle meşgul olurken, bir yandan da giymeye üşendiğim için arkasına bastığım ayakkabılarımla tin tin yürüyerek kızın yanına gittim.
***
Genç kız beni işaret ederek bu abi de vardı deyince de konuya istemeden de olsa dahil edildim. Polislere baştan sona ne olduysa bir bir anlattım. Tamam artık işim bitti gidiyorum derken, bu kez de koridorun sonunda beliren bir adamın kırmızı renkli bayrak gören boğalar gibi hızlıca bana doğru koştuğunu fark ettim. O sıra ben ise ne olup bittiğini anlamaya çalışmakla birlikte ve herhalde başka bir şey için koşuyordur düşüncesiyle gözlerine fener tutulan tavşan gibi kalakaldım.
Hani bazen her şey birdenbire oldu derler ya. İşte bu olay tam da öyle oldu ve adam koştuğu gibi yumruğu sağ gözüme çaktı. Daha sonra ani bir refleksle ardından sağlam bir kafayı burnuma oturttu. Eskiden boks filmleri izlerken burnu kırılan boksörlerin maça nasıl devam ettiklerini düşünürdüm. Anlaşılan o sahnelerde hep dublör kullanmışlar. Hayatımda ilk kez burnum kırıldı ve o da ilk kez aptalca bir sebep yüzünden oldu.
Adam kapı girişindeki hemşirelere karısının bu hastaneye getirildiğini ve kaza geçirdiğini söyleyip nerede olduğunu sormuş. Hemşireler de şu beyle geldi diyerek başında iki polisle bekleyen beni gösterince olan olmuş. Peki ben kimim? Tabi ki de yanımda polis olduğuna ve karısıyla geldiğime göre karısına çarpan otobüs şoförü. Yani olsam olsam otobüs şoförü. Tip de var neden olmasın?
Bu kez sedyeyle beni yatırdılar odaya. Yanımdaki genç kız kim olduğumu anlatmış da Allah’tan kadının kocasından daha fazla dayak yemekten kurtuldum. Adam mahcup bir şekilde kaç kez özür diledi bilmiyorum ama ben yine de tüm bu olanlardan sonra bir tek kendime kızıyordum. O sıra telefonum tekrar çaldı, arayan bizim müdür.
Ne diyeyim ki şimdi bu adama?
Yarım saate ordayım mı?
Hikayeyi çok beğendim.. Başka ne diyebilirim ki, bilmiyorum.
Yenilerini okumak dileğiyle, selamlar…
Çok samimi bir dille harika anlatım. Çok beğendim. Kaleminize kuvvet.Yenilerini okuruz, inşallah.
Beğenmenize çok sevindim.
İnanın şu birkaç satırlık yorumlar beni öyle mutlu ediyor ki anlatamam.
Bende çok beğendim, kaleminize sağlık, bloguma da beklerim 😉
Okurken içinde kendimi bulduğum bir hikaye olmuş, okudukça aslında hayatım boyunca illaki yaşadığım bazı şeyleri gördüm. Eline emeğine sağlık 🙂
Kendinizden bir parça bulabildiğinize sevindim. 🙂
Sürüklenrek buraya kadar geldim
Ucuz kurtarmışsınız ve çok güzel anlatmışsınız. Kaleminize sağlık. Teşekkürler…
Ucuz kurtaracak bir durum yok çünkü okuduğunuz sadece hayal ürünü bir hikâye 🙂
Bloğa öylesine denk geldim lan dedim anlatımı çok iyi sonuna kadar okuyayım yumruk kısmında koptum cidden beklemiyordum. Çok tatlı bir hikayeydi aslında ama içimden enayilik ediyorsun diye çığırdım resmen.
Beğenmenize sevindim 😊