Biliyorum çok önemli bir hadise değil ve yine biliyorum ki Wikipedia’da adıma açılmış bir sayfa yok. Ama bugün ben doğdum. Merhaba otuz beş yaşım. Seni selamlıyorum.
Yeni yaşın, yeni yılın öyle çok mühim bir havası yok gibi gözükse de ”dün çarşambaydı ve işte bugün de perşembe” deyip geçmek istemedim. Neticede bugün ben doğdum.
Eşim, sevgili kayın validesini arayıp ”kocamı iyi ki doğurmuşsun” diye ayrı bir tebrik etmiş. Haberini alınca göğsüm kabardı gerçekten ve aynı jesti yapmak üzere eşimin doğum gününü sabırsızlıkla beklemeye başladım. Bunun dışında baba olarak kutladığım ilk senem olduğu için ayrı bir mutlu ve ayrı bir ”yaşlanıyor muyum ne” hissiyatı yaşıyorum.
Bugün 35 desem eee 5 sene sonra 40.
Olduk mu sana orta yaşlı. Hem 5 sene dediğin ne ki çabucak geçer.
Mesele 35 ya da 40 olmakla ilgili de değil aslında. Mesele geçen yılki ben ile bu yılki ben… Dünden daha iyi miyim gerçekten? Ya da olmak için ne kadar mücadele verdim? İnsan nasıl olur ki? Olduğunu bilebilir mi? Ben oldum diyebilir mi? O eşik tam olarak neresi? Bilen, olan, oldum diyen var mı?
Anladım ki biz hiçbir zaman olamıyoruz.
Bunu elimde mikrofonla 35 yaş kürsüsünden bağırarak söylüyorum. Evet olamıyoruz biz. Sadece oldum deme yanılgısı yaşıyoruz. Nasıl ki hayat her daim değişim içinde, öyleyse bizim oldum deyişimiz de gün batımıyla birlikte dibi boyluyor demektir. Neticede biz de basbayağı olamıyoruz. Ama olmaya uğraşıyoruz ya hahh işte orası güzel. Hem bu uğraş öylesine tatlı ki, zirveye hiçbir zaman varamamak ama zirveye varmak uğruna ölümü göze almak gibi.
Absürt bir tarafı da var bu uğraşın bilmem fark ettiniz mi? Ben 34 buçuğumda anladım.
Mesela hayatın boyunca yaşamın anlamını arıyorsun ve bu arayış içinde yaşamın anlamını aramanın anlamsız olduğunu anlıyorsun. Buyur bakalım elinde nur topu gibi bir absürtlük. Üstelik başını çevirdiğin her yerde görüyorsun bunu. Hayatın normal insanları derin kederlere boğan en acı anlarında bile!
Ömür boyu emekli olmak için uğraşıyorsun mesela, sonra ilk emekli aylığını alamadan tahtalı köyü boyluyorsun. Hava yağacak diye şemsiye alıyorsun, bir damla yağmıyor ve elindeki şemsiyeyi sallayıp duruyorsun. Hayatında ilk kez takım elbise giyiyorsun, kapıdan çıkar çıkmaz omuzuna kuş pisliyor. Maaşım artacak, terfi edeceğim diye beklerken işinden kovuluyorsun. Dönüşüm diye kitap yazıp, bir insanın böceğe dönüşmesinden bahsediyorsun. Ve lütfen kitabımın kapağına böcek koymayın diye de vasiyet ediyorsun. Elli sene sonra kitap kapağına böcek koyuyorlar. Bunun gibi binlerce şey. Tüm bunlar absürt değil de nedir?
Ama bana göre bu durumun gizli bir öğretisi de var. O da tüm bu absürtlüğü bizim nasıl yorumladığımız. Hepsi sinir bozucu ve bize hayatı zindan edici olaylar bütünü mü? Yoksa kahkaha atıp geçmek için başka bir fırsat mı? İşte 34 buçuğumun bana son düzlükte öğretisi de bu oldu.
Bugün ben doğdum ve artık 35 oldum. Dünden yeni, yarından eski ve bugünden absürtlük içinde az biraz olmuşum gibi. Mozart ile aynı yaşta, Bob Marley‘den bir yaş küçüğüm. Ruhum ise kırlarda koşmayı yeni yeni öğreniyor.
Merhaba 35’im seni selamlıyorum.
*Dipnotlar:
Dönüşüm kitabı hakkında: Kitabın Türkçe çevirisinde “Ungeziefer” kelimesi “Böcek” olarak çevrilmiştir, ancak bu tam olarak anlamı karşılamaz. Orta Almanya’da Ungeziefer’ın kelime anlamı “kurban edilmeye uygun olmayan kirli hayvan”dır ve bazen “haşere” anlamında kullanılır. Kafka, Gregor’u belirli bir şey olarak etiketlemek istememiş, sadece Gregor’un dönüşümünden duyduğu tiksintiyi göstermek istemiştir. Kafka’nın yayımevine 25 Ekim 1915’te gönderdiği ve ilk baskının kapak resmi ile ilgili sıkıntılarını anlattığı mektupta “Böcek” (Insekt) kelimesini kullanmış ve “Kapakta böcek olmasın. Uzaktan bile görülmesin” der.
Absürdizm hakkında: Her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umut kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan? Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz. Dünyanın hiçbir anlamı yoktur demek, her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmak olur. Ama yaşamak veya yiyip içmek kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı sürece insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da görece de olsa yaşamaya bir değer veriyoruz demektir. Umutsuz bir edebiyat ne demek olabilir? Umutsuzluk susar. Kaldı ki susmak bile, eğer gözler konuşuyorsa bir anlam taşır. Gerçek umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur. Umutsuzluk konuştu mu, hele yazdı mı, hemen bir kardeş el uzanır sana; ağaç anlam kazanır, sevgi yeniden doğar. Umutsuzluk ve edebiyat sözleri birbirini tutmayan iki sözdür. Çünkü edebiyat olan her yerde umut vardır. Albert Camus
*Dip şarkılar:
45’ten bildiriyorum; en güzel yılların başlıyor 🙂 Tadını çıkar.
Biraz ittire ittire zorlu bir giriş yaptık ama umarım dediğiniz gibi olur. 😊
Doğumgünü hediyen “nur topu gibi bir absürtlük” farkındalığı oldu desene sevgili Çıplak Yazar😊
Nice nice gönlünce senelere…
Evet kesinlikle öyle oldu diyebilirim. Yazıyı yazdıktan sonra Albert Camus hakkında bir şey öğrendim.
Camus, geçirdiği bir trafik kazası sonucu ölmüş. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuş. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamış; fakat son anda vazgeçip arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etmiş.
Esas kısım şimdi geliyor:
Camus’a daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmiş. 🙂
(Bkz. Albert Camus’un ölümü)
Hayat cidden absürt.
Hiç bilmiyordum! Halbuki ben de severim!
Otuz beş yaşımıza geldiğimizde, kendimize zaman ayırmanın, kendimize iyi bakmanın ve kendi ihtiyaçlarımıza odaklanmanın önemini hatırlamamız gerekiyor. Yoga yapabilir, meditasyon yapabilir veya hobilerimize daha fazla zaman ayırabiliriz.
Bence bu tür şeyler için 35 yaşı beklemeye gerek yok. Özellikle beden sağlığı, düşüncelerimizi ve ruh halimizi de etkilediği için hayatımızın her döneminde dikkat edilmesi gereken bir konu.
3 sene geriden geliyorsun.
Yeni yaşın kutlu olsun..
3 sene dediğin ne ki, bir bakmışsın yetişmişiz. 🙂
Teşekkür ederim.
Ben 35i uğurlayalı 10 yıl oldu. Zaman çabuk geçiyor.
Güzel içerik