Bir kaç ay önce planlanmış olan gün ve saatte Adana İlter UZEL Tıp ve Diş Hekimliği Müzesi‘ni gezmeye gittim. Sanırım hayatımda ilk kez bir müze görevlisinin işini bu kadar severek yaptığını da o müzede gördüm. Çünkü müzeyi görevliyle birlikte uzun uzun sohbetler ederek ve her bölümü detaylıca inceleyerek büyük bir keyifle dolaştım. Tabi bu rahatlığımın bir nedeni de o gün ve saatte müzede benden başka ziyaretçinin olmamasıydı.
Müzenin hemen giriş kapısının ardından, gezi başlangıç noktası olarak belirlenmiş sağdaki kapıda biriyle daha tanıştım. Asklepios!


Asklepios, Yunan Mitolojisi’nde tıbbın ve sağlığın babası olarak biliniyor. Asklepios aynı zamanda Hygieia‘in de babasıdır. Hygieia; daha doğrusu dilimizdeki söylenişiyle Hijyen, adından da tahmin edeceğiniz üzere sağlık ve temizlik tanrıçasıdır. Babası Asaklepios’un iyileştirme üzerine yoğunlaşan bilimini, koruma temasıyla devam ettirmiştir.
Tüm bu aile içinde beni düşündüren bir isim var ki o da Koronis olmuştur. Koronis, Asklepios’un annesidir. Hayırlı bir evlat, hatta nesil yetiştirmiş olmasını bir kenara bırakacak olursak filmlere konu olacak dramatik bir hikayesi vardır bu kadının.
Koronis, kocası Apollo’dan gebe kaldıktan sonra onu aldatmış. Sanırım tarihin hangi sayfasını açarsak açalım içinden mutlaka dramatik bir aşk ve aldatılma hikayesi karşımıza hep çıkacak. Her neyse… Aldatılan Apollo, Koronis’i cezalandırmak için Artemis’ten yardım istemiş. Bu arada Artemis, Apollo’un ikiz kız kardeşi. Kardeşi Apollo’dan bir gün önce doğup, daha sonra annesine doğum sırasında yardım etmiş ve ilginçtir ki annesinin doğumu sırasında sancılarını görüp, ömür boyu evlenmemek ve bakire kalmak gibi çok radikal bir karar almış. Artemis, kardeşi Apollo’dan gelen bu yardım teklifini geri çevirmemiş ve Koronis’i diri diri yanması için odun yığınının üzerine atmış. Koronis ateş içinde ölmek üzereyken de Apollo, Koronis’in karnından çocuğu Asklepios’u çıkarıp almış. İşte tıbbın ve sağlığın babası olarak bilinen Asklopios’un doğumu böyle olmuş. Hikaye ne kadar doğrudur bilemem ama tüm bunları öğrendikten sonra aklıma gelen ikinci isim ise Dionysos oldu.


Dionysos, kısa ve öz olarak şarap ve bereket ve doğurganlık tanrısı olarak bilinir. Ancak şarabın sadece sarhoş ediciliğinin yanı sıra, sosyal ve faydalı etkilerini de temsil eder. Medeniyetin destekçisi ve barış aşığıdır. Annesi bir ölümlü olan Semele ve babası Yunan Mitolojisi‘nde tüm insanların da babası olarak bilinen Zeus’tur.
Dionysos’un doğumu da tıpkı Asklepios gibi dramatik bir varoluş hikayesine dayanır. Zeus, kendisi gibi bir tanrı olan Hera ile evlidir. Yani Semele aslında Zeus’un yasak ilişkisidir. Yasak ilişkilerin de gün yüzüne çıkmak gibi bir huyu olduğundan, Hera bu durumu kısa zamanda öğrenir. Ortadaki aldatılma durumunu Hera gibi bir tanrıça açısından düşünecek olursak, yapacağı kötülüğün boyutlarını hayal etmekte sanırım çoğumuz güçlük çekecektir. Hele ki bu kötülüğü hak eden sıradan bir ölümlü ise…
Hera yaşlı bir kadın kılığında Semele’ye gider. Ve Zeus’un ona güçlerini göstermesini söylemesini söyler. Semele bu yaşlı kadına inanır ve dediklerini aynen Zeus’a söyler. Zeus tüm ışıltısıyla kudretini gösterdiği sırada Semele yanar ve o sıra karnında yedi aylık olan Dioynsos’u düşürür. Mucizevi bir şekilde sık bir sarmaşık, Diyonsos’un etrafına dolanıp onu yanmaktan korur ve Zeus olan biteni fark edip Dionysos’u ateşlerin arasından alarak baldırına saklar. Ve böylece Dionysos, Zeus’un baldırından doğar.

Ancak Hera’nın kini öylesini derindir ki, Semele’nin ölümü ona yetmediği gibi Dionysos’un varlığına da tahammül edememektedir. Kretalar (Zeus’un annesinin rahipleri) aracılığı ile Dionysos’u kaçırır ve parçalara böldürür. Durumu öğrenen büyükanne Rhea, torunua acır ve diğer tanrılardan yardım alarak torunu Dionysos’un bölünen parçalarını yeniden birleştirir. Böylece Dionysos (iki kere doğan) olarak anılır. Büyükanne Rhea, Hera’nın Dionysos’u öldürmeden durmayacağını anladığından, torununu korumak için ilginç bir yöntem bulur. Onu kız gibi giydirmek. Sanırım tarihte erkek olup, üvey annesinden saklanmak için kız gibi giydirilen ilk tanrı da Dionysos’tur. Büyükanne Rhea, torununu koruma işini daha da garantiye almak için, Dionysos’u Semele’nin kız kardeşi olan İno’ya (Dionysos’un teyzesine) gönderir.
Ancak Hera Dionysos’un izini de bulur ve İno’nun aklını kaçırtacak derecede onu delirtir. İno gerçekten aklını kaçırır ve hem oğlunu hem de kocasını öldürür. Zeus! Evet koskoca Zeus! Hera’nın bu kıskançlığı yüzünden ne yapacağını bilemez ve kara kara düşünür. En sonunda da oğlu Dionysos’u bir keçiye dönüştürür ve dağlara yollar. Sonrasında ise Dionysos şarabı bulur.
İtiraf etmeliyim ki bir müze gezisinin beni bu tür hikayelerin peşinden sürükleyeceğini tahmin etmiyordum. Ve yine itiraf etmeliyim ki sanırım tanrılar, özellikle yakın ilişkilerinde ve birbirlerine sadık kalma konusunda çok da başarılı olamamışlar. Ancak iş evlatlarını korumaya gelince, ellerinden gelenin de en iyisini yapmışlar. Sonuçta her ikisi de çocuğunu alevlerin içinden çekip almış. Nasıl bir hayat yaşadıkları pek bilinmez ama çocuklar açısından düşünürsek, her ikisi de alevlerin içine doğmuş. Hatta böylesine kötü ve çetrefilli bir başlangıca rağmen birisi tıp okumuş, diğeri de şarabı bulmuş.
Şarabın icat edilmediği bir dünyayı hayal etmekte zorlanmakla birlikte, teşekkürü ve bir sonraki şarap içiminde adına bir kadeh kaldırmayı borç biliyorum.
Sevgiler Dionysos!
Kaynaklar: tr.wikipedia.org
Yıldız Tozuvar - 3 hafta önce
Ne mutlu... İçten gelen kahkahalarla dolan evler gibisi var mı!
Konu: Bir sokağın hikayesi