İnsanın uyanması, uyumasının ardından gelen bir süreçtir. Kendini bulması da, kendini kaybetmesinden sonra gelen bir süreç. Bir şeyi anlamanın ve kavramanın yolu o şeyin içinde kaybolmaktan geçer. Ama kaybolduktan sonra yola devam etmezsen kendini bulamazsın.
O halde bulmak için kaybetmeli insan!
Bu tıpkı bilmediğimiz bir sokağın nereye çıktığını görmek için attığımız adımlara benzer.
Ben kimin sorusu? Belki de tüm düşünürlerin gece yarıları uykularını kaçırmıştır. Bu elbette kendini kaybediş süreci olduğundan kişi aynı zamanda arayış eylemi içindedir. İnsanlar size kim olduğunuzu söyleyemez, sizi size anlatamazlar. Çünkü tüm çıplaklığınızla sizi en iyi yine siz bilebilirsiniz.
Kendini bulmanın yolu :
Kendini bulmanın yolu kendini kaybetmekten geçiyorsa, bu kayboluşun içinde geçirdiğimiz her saniye bizi kendimize bir adım daha yaklaştırır değil mi?
Her adımda biraz daha fazla kabullenmeye başlarız kendimizi, yoksul ya da sefil biri olduğumuzu, yalancı ya da hırsız olduğumuzu, aşık olduğumuzu, TV karşısında oturup kıç büyütmekten başka bir işe yaramadığımızı, çıkarcı olduğumuzu.. kısacası ne isek o olduğumuzu.
İyi ya da kötü yanlarımızla birlikte kendimizi bütünüyle kabul ederiz. Ben buyum, düşüncelerim budur, hayatımı böyle kazanırım, deme cesaretini buluruz kendimizde.
Fakat ne olursa olsun kabullenmemiz gereken önemli hususlardan biri de, kim ve ne olduğumuzun farkında olmadan toplumun parçası olduğumuzdur. Biz istesek de istemesek de.
Ait olmak ama ait hissetmemek :
Ancak toplumun parçası olmamız yine de kendimizi o topluma ait hissetmemizi gerektirmez.
Bu yüzden kendimizi topluma ait hissetmemekle birlikte toplumsal çemberin dışına çıkamamak, çemberin içinde olmakla birlikte yine de yalnız olmak; işte beyni uyanışa zorlayan çelişkilerden biridir bu. Kimsenin sormaya cesaret edemediği soruları sorarken ya da yazmaktan çekindiği konuları yazarken buluruz kendimizi.
Öyle ki; İsa’nın çarmıha gerilmesi gibi acı içinde, kıvranışlar ve serzenişler ile cevapları bulmakla boğuşuruz. Geçmişten gelen düşünceler kulak çınlaması gibi rahatsız eder içimizi.
Toplum dediğimiz şey aslında nedir?
Kötülüğün en uç noktasında dururken, iyiliğin ne olduğunu anlamaya başlarız. Kayboluş sürecini tamamlayıp kim ve ne olduğumuzun farkına varırız. Gözümüzü açtığımızda farklı bir gezegende dolaşan birer uzaylı haline gelmişizdir çoktan. Çünkü toplum artık sizi içine almamaya başlar. Çünkü ilk olarak sizin onu yarattığınızın farkına varmakla beraber sonrasında onunda sizi yaratığının farkına varmışsınızdır. Yaratılan şey ise hiç bir zaman onu yaratandan üstün olamaz. Toplumu biz yarattık, bizi de toplum.
Yaptığımız her eylemin ardında toplumun göremediğimiz birer baskısı gizlidir. Bu yüzden her davranışımız kendimiz olmaktan çok başkalarının olmamızı istediği gibi biri olma çabasından başka bir şey değildir.
Hasta olan toplumun kendisidir!
Ben hasta değilim. Toplum hasta. Sizler hastasınız; ”kendini olduğun gibi kabul et” diye nasihat ettiğiniz insanları, öncelikle siz oldukları gibi kabul etmeyi beceremediğiniz için. Yarattığınız oyunlar, metalar ve yapmacıklar dünyası herkesi hasta ediyor, kendiniz gibi..
İnsanlar bencilliklerini paylaşımcılık, çıkarcılıklarını özveri, ikiyüzlülüklerini içtenlik, yapaylıklarını doğallık imitasyonu iğrenç maskelerini yüzlerine takarak gizleme sanatını da ellerine su dökemeyeceğim bir ustalıkla icra etmeyi öğreniyor ve öğretiyorlar. Bu süper şahane zeki insanlarımız bu şekilde birbirlerini kandırıyorlar ya da kandırdıklarını zannediyorlar. İşin en kötüsü bu kandırmacaya en başta kendileri inanıyorlar. Kendileri gibi olmayan insanları da bu illüzyonun içinde kendileri gibi yaşamaya zorluyorlar.
Bu sebeple üstü kapalı olan bu zorlanmaya direnen ve uyum sağlamayan insanlara ise veba mikrobu gözüyle bakmaya başlıyorlar, onlardan kaçıyorlar, onları kapalı kapılar ardında tedavi edilmesi gereken ”hasta” insanlar olarak görüyorlar. Çünkü kapitalist ve popülist dünyanın hazmedemeyip kustuğu bu mutsuz insanların yüzünde, kendilerinde olduğu gibi 32 dişi birden gösteren profesyonel yapaylıktaki sırıtışı göremiyorlar ve bu onları müthiş derecede rahatsız ediyor. Çünkü onları gördükçe kendi sahte mutlulukları ağır bir darbe alıyor, bilinç altlarına gömüp unuttukları kötü anıları karanlıktan çıkıp gelen bir yarasa gibi hatırlayıp korkuyorlar. Dünyanın kötü yönleri, unuttukları görmezden geldikleri ne varsa bir tokat gibi yüzlerine şırraaak diye iniyor.
Korkarlar tabii, kendilerini rahatsız eden gerçeklere gözlerini, kulaklarını, akıllarını ve kalplerini kapatırlar. Gerçeğin okyanusu gözlerinin önünde ufukların ötesine uzanırken, onlar kıyıdaki su birikintisine bile ayaklarını sokmaya korkarlar.
Bu yazı geçmişten gelmiş ve S.G. e adanmıştır.
Ayrıca bu yazıları da okumak isteyebilirsiniz :
Kısacası insan "kendi" olmaktan vazgecmemeli… Toplumsal yanlışlar bazen gelenekleşiyor ve mutlak doğru oluyor. Bu doğru bilinen yanlışları düzeltmek ise toplumdan dışlanmanın nedeni oluyor. Ama boş ver zaten güzel ifa ettin konuyu.