Uzun zaman önce fark ettim ki ben hastayım. Sorun şu ki literatürde bu hastalığın tam olarak bir adı yok. Belki psikoloji alanında bir tanımı ya da tatmin edici bir açıklaması vardır ama ona da şu an kafa yorup bakmak istemedim açıkçası.
Hastalığıma gelince fazla düşünmek!
Evet uzun zaman önce fark ettim ki, birçok şeyi zihnimde istemsizce ve çokça kurguluyorum. Bir şeyleri yazıya dökme merakımdan mı geliyor yoksa başka sebeplerden ötürü bilemiyorum ama insanı kemiren bir yanı olduğunu da söylemeliyim.
Bu düşünceler kişisel olmaktan çok içinde yaşadığımız dünya, ülke, toplum ve küçülerek mahalle, insan diye gidiyor. Geçenlerde yaşadığım bir olayı anlatayım mesela.
İş yerimden çıkmış, bulduğum ilk markete girerek bir dondurma almıştım. Hem yürüyor hem de Adana sıcağında buz gibi dondurmanın tadını çıkarıyordum. Dondurmam bitti ve elimdeki çöplerle kala kaldım. Yakınlarımda bir çöp kutusu da yoktu. Sonra etrafıma bakındım ve daha önce atılmış onlarca çöp arasında benim de bir tane atacak olmam düşüncesi zihnimde parlayıverdi. Sorun şu ki, aylar önce okumuş olduğum kırık cam teorisi de zihnimi kurcalayıp duruyordu.
Nedir, ne değildir hemen anlatayım.
Kırık camlar teorisi, Amerikalı suç psikoloğu Philip Zimbardo’nun 1969 yılında yapmış olduğu bir deneyden esinlenerek elde edilmiş olan, kentsel bozukluk üzerine anti-sosyal davranışlar ve diğer suçlardaki vandalizm davranışları/belirtileri ve normları işaret eden kriminolojik bir teoridir.
Teoriye göre denetimin olmadığı, sahipsiz ve bakımsız yerler görmezden gelinip önemsenmediğinde ve kısa sürede olumsuz davranışlara sebep olacak unsurlar ortadan kaldırılmadığında suç üretmeye açık ortamlar haline gelir. Bu olguyu tetikleyen temel etken ise kitle psikolojisidir. Bu teori, düzen halindeki kamuya açık kentsel ortamlarda düzenin sürdürülmesi, daha ciddi suçların ve vandalizmin oluşmasını önlemek amacıyla izlenmesi gereken çözüm yollarını ve müdahale edilmemesi durumda neden olacak sonuçları ifade eder. Amaç, düzende bozulan küçük şeylerin tekrar düzenli olacak şekilde değiştirilerek, düzenin sağlanmaya devam edilmesidir.
Özetle diyor ki, bir yerde kırık bir cam var ve tamir edilmez ise; diğer camlar da kırılmaya devam edecek. Üstelik bu durum sadece toplumu ve çevreyi de kapsamıyor. İş hayatı için de kırık cam teorisi üzerinden mantıklı önermeler sunabiliriz.
Tamir edilmeyen bir musluk, eğri duran bir uyarı levhası gibi…
Tüm bunlar insanların zihninde orada bir kontrol mekanizması ve denetleyici otoriter bir unsur olmadığı sinyalini verdiği gibi, düzensizliği de beraberinde getiriyor. İşte elimde kalan dondurma kağıdıyla tüm bunları düşünüyordum. Üstelik etrafım öylesine çöp doluydu ki, atmamak için kendimi zor tuttum. Ve bu çöpü yere atma düşüncesi ” At gitsin, zaten her yer çöplük… ” gibisinden yol boyunca zihnimi meşgul etti. Abartmış gibi olmayayım ama sanki çölde yürürken, elinizdeki bir avuç kumu taşıyormuşsunuz ve atmamak için mücadele ediyormuşsunuz gibi güçlü bir histi.
Öte yandan teşhis koyduğumuz bu durum ile nasıl başa çıkabiliriz sorusu da kendi kendine var olmuş gibiydi. Kırık camları onarmak o an yapılacak en mantıklı şey gibi görünse de, her türlü çevreye zarar verme alışkanlığı olan insanların, orayı yeniden eski haline çevirmesi kaç gün sürecek ki? İki ay sonra eski haline gelecekse, iki ayın sonunda orayı yeniden temizlemek, onarmak pek çözüm gibi durmuyor. Demek ki bu noktada sorunun asıl kaynağı olan insana odaklanmalıyız.
Ahlak kuralları, bir toplumun yazılı olmayan kurallar bütünüdür. Kimse size yere tükürdüğünüz için durdurup ceza yazmaz ama bunun yanlış olduğunu bildiğiniz için yapmazsınız. Peki tüm bu çevresel bozulmalara karşı, bir yaptırım olsaydı?
Mesela şirketleri ele alalım. Her şirket kendi içinde dinamik bir yapı barındırdığı için belli başlı kuralları olması da gayet normal. Ancak bu kuralları bilerek ya da bilmeyerek ihlal edenlerin de bir şekilde önünü kesmek zorundadır. Genellikle de uyarılar, para cezaları, işten çıkarmalar olarak sonuçlanır. Neticede kurallar ve uyulmaması durumunda yaptırımlar var. Olmak zorunda da zaten.
Şimdi bu kural ve yaptırımları, A’dan Z’ye topluma entegre edecek olsak ortaya nasıl bir sonuç çıkardı dersiniz? Ne bileyim mesela parklarda çekirdek çitleyip kabuğunu yere atanlara 1000 TL para cezası mesela? (Ne güzel olurdu aslında değil mi?) Ve bu kuralların büyük bir titizlikle uygulandığını düşünün. İnsanlar artık doğal olarak yere çekirdek atmayı, hatta belki parkta çekirdek yemeyi bile bırakacaklardır. Neden? Çünkü karşılığında ödediği bir ceza var. Yani bir nevi korku!
Radar var diye hız yapmayan araçlar gibi mesela. O yolda yapılması gereken azami hız sınırı bellidir. Ama yine de insanlar bu hız sınırını aşarlar. Ta ki bir radar olduğunu öğrenene kadar. Gördünüz mü? Yine korku ve yaptırım var.
Şimdi tüm bu yazdıklarımı kafanızda toparlayın ve bir ip yumağı haline getirin. Çünkü şimdi farklı bir ipin ucundan tutup farklı bir yumak öreceğiz.
Bizler insan denilen şeyi aşıp, kendi değerlerimizi yaratamaz mıyız? Bir şeyi yaparken, ceza alırım veya sonunda bana yaptırım uygulanır korkusuyla değil de, akıl ve vicdan çerçevesinde doğru olanı kendimiz seçip uygulayamaz mıyız? Yani doğru olanı doğru olduğu için yapmak ve yanlış olanı sadece yanlış olduğu için yapmamak. Doğru nedir-Yanlış nedir? Kime ve neye göredir? Belki tartışmak icap eder ama ben yukarıda da dediğim gibi akıl ve vidan çerçevesinde bir doğruluktan söz ediyorum.
İşte bu benim hayalini kurduğum bir toplum olurdu.
Bakınız: Kohlberg ahlaki gelişim kuramı,
ceza-itaat dönemi. 😊
Teşekkürler hocam👍🙂
Ben de yıllardır aynı hastalıktan yana dertliyim azizim!
Uzun uzun düşünmeden, anlam peşine düşmeden duramıyorum. Tümdengelim, tümevarım derken durmadan teorize etmeye çabalamak da bir diğer huyum ki bu da istemsizce geliyor!
Yazının finaline değinmeden geçemeyeceğim: Tariflediğin benim de hayalini kurduğum bir toplum olurdu. Sanırım soru şu ki her bir birey kendi seçimlerinin sorumluluğunu alarak akıl ve vicdan çerçevesinde düşünme ve davranmanın yükünü sırtlamayı seçiyor mu? Yoksa genelde olduğu gibi kolaycılık ve yansıtma mı tercih ediliyor?
Öyle bir toplumun asla var olamayacağını bile bile yazdım aslında.
Ütopya işte…
Her bireyin kendi seçimlerinin doğurmuş olduğu sonuçları ve sorumlulukları kabullenmesi ve yükünü sırtlaması da söz konusu olamaz sanırım.
Olsaydı ne ortaya böyle bir yazı çıkardı, ne de biz bunları konuşuyor olurduk. 🙂
Yıllardır cebimde çöplerle geziyorum bulduğum ilk çöpe boşaltıyorum. ben bu kadar uğraşırken yanımdan geçen araba camdan şişeyi atabiliyor gel de sinirlenme 🙂 Bunun en güzel çözümü şu sıralar Bolu Belediyesi tarafından para cezası ile uygulanıyor. ve biliyorum ki bizim ülkede yüksek para cezalarının çözemeyeceği bir sorun yok.
Yazınızın, kırık camlar metaforu üzerinden toplumsal düzen ve bireysel sorumluluk konularını ele alması oldukça düşündürücü. Küçük bir dondurma kâğıdının, aslında ne kadar büyük bir sorunun parçası olabileceğini fark ettirmeniz, günlük hayatta çoğu zaman göz ardı ettiğimiz detayları öne çıkarıyor. Bu basit metaforun, hem toplumsal çöküşe hem de bireyin buna nasıl katkı sağlayabileceğine dair çok güçlü bir mesaj taşıdığı aşikâr. Blog yazınız, okuyuculara sorumluluk bilincini aşılamak ve en küçük eylemlerimizin bile büyük bir etkisi olabileceğini hatırlatmak açısından gerçekten etkileyici.