Her gün İnternet dünyasında yüzlerce satırı okuyup geçiyoruz. Yazılan bazen bir öykü bazen kısacık bir satır bazen de çok uzun yazılar olabiliyor. Nihayetinde bir tek kişinin kaleminden çıkmış ve yine o kişinin duygu ve düşüncelerine dayalı karmaşık ya da yüzeysel ruh halini yansıtmaktadır.
Peki okuduklarımızın ne kadarını anlıyoruz?
Elinize bir kitap alırsınız ve yazarın üslubu size ağır geldiği için bırakırsınız. O anda okuma isteği sönük bir ateş gibi oracıkta kalır ve küle dönüşür. Bu yüzden başka yerlerde başka arayışlar içine gireriz. Ama öncelikle kendimize de bir takım sorular sormalıyız.
Öncelikle bir yazıyı ya da kitabı gerçekten okumak isteyip istemediğimizi anlamamız gerekir. Tıpkı bu yazıda olduğu gibi. Belki şu anda süper men gibi ışık hızıyla satırları okuyup geçiyorsunuz. Ya da diğer bir şekilde ağır ağır söylediğim her kelimeyi önemseyerek ve de üzerinde düşünerek anlamaya yoruyorsunuz kendinizi.
Bu iki eylemin aslında tek bir amaca hizmet ettiğini söyleyebiliriz.
Kişi öğrenmek için mi yoksa vakit geçirmek için mi okuyor?
Vakit geçirmek için okunacak yazılar vardır, üzerine düşünülecek yazılar vardır. Bir kitabı elinize almadan önce ne okumak istediğinize karar verirsiniz. Kendinize uygun kategoriye yaklaşır raflardaki kitaplara bir bir göz gezdirirsiniz. Bilim kurgu ve fantastik sever bir insana şiir kitabı önerirseniz muhtemelen elinin tersiyle itecektir. Bu yüzden yazılan kategorilerin farklı dallarda olduğu gibi okuyucu kitleleri de birbirinden farklıdır. Bunu anlamak ve kabul etmek gerekir.
Ben en çok her şeyi okuyan insanı severim.
Kendimden küçüklere hep bu yönde nasihatler veririm. Elinize ne geçerse geçsin okuyun. Bir kenara atmayın. Kimisi bir takvim yaprağıdır, kimisi de yerde bulunan küçük bir not defteri. Emin olun hepsi hayatın birer izlerini taşıyor ve hepsi sizi kendinize biraz daha fazla yaklaştıracak.
Blog yazarlığı konusuna açıkçası değinmek istemiyorum. Çünkü çok fazla geniş bir alanda yazım kitlesi var. Ama her zaman tek bir şeye inanmışımdır. Kitle yazarı değil yazar kitlesini yaratmalı. Kendi düşüncelerinizi değil de başkalarının okumak istediklerine yönelik yazılar yazmak için çabalarsanız nihayetinde başkalarına hizmet etmiş olursunuz ve siz olmadığınız biri haline gelirsiniz.
Blogumda daha önce destek isterken kimsenin takipçi listeme katılmasını bu yüzden istemedim. Balon gibi şişirilmiş yüzlerce takipçi yerine, sıcak ve samimi yazılarıma değer veren ve okuyan yeri geldiğinde eleştirebilen ve düşünebilen bir kaç insan olsun istedim.
Sürekli okuyucu üzerine yüklenmek biraz acımasızca olurdu belki de, okuduklarımızın ne kadarını anlıyoruz derken. Acaba yazar ne kadar anlaşılmak istiyor sorusunu da ayrıca aklımızın bir ucunda tutmamız gerekir. Çünkü bazen öylesine derin yazılara rastlıyorum ki, yazarın kendiyle savaştığını bir şeyleri paramparça ettiğini görebiliyorum.
Üzüldüğüm nokta ise yorum yapanların %70’lik bir kısmı bunu anlamadan sıradan yorumlarla cevap verdiğini görüyorum. Bu gerçekten de üzücü bir durum ama yine de yazarın rolü oldukça büyüktür bu hususta.
Başından beri yazdıklarımı düşünüyorum da hayli karmaşık bir hal aldığını fark edebiliyorum.
– Bir şeyleri gerçekten anlamak için okuyan insanlar var,
– Okudum demek için okuyan insanlar var,
– Anlaşılmaz yazarlar var.
Belki ben de anlaşılmaz yazılar yazıyorumdur inanın bunu bilemiyorum. Çünkü kendi düşüncelerinize başka bir pencereden bakmak her zaman zordur. Ama eleştiriye her zaman açık olduğumu da ayrıca belirtmek isterim.
Umarım bu konuda biraz olsun kendimi anlatabilmiş ve beni anlayabilmiş sinizdir.
Belki …. "Belki ben de anlaşılmaz yazılar yazıyorumdur inanın bunu bilemiyorum "
Gerçekten de bu ;
okuyan kişinin o günkü ruh hali ile bağlantılı
ya da
yazan kişinin o gün yüreğinden düşüncesinden geçenlere
ve hatta
belki o gün sadece yazar yüreğinin sesini duyurmak istemiş beynini yazdığına kapatmış bile olabilir …
Açıkçası ben okumaya niyetlendiğim şeylerden kişini o anki halini değerlendirmeyi sevenlerdenim …
Bilmiyorum ne kadar anlatabildim mesela bu da ayrı konu 😉
Ne olursa olsun yazdıkların senin o anki parçan …
Ayrıca balon şişirmeler instagram aleminde de twitter aleminde de pek yaygın …
Ama nereye kadar 😉
Çok doğru bir tespit dido. Mesela bu yazıyı yazarken araştırma falan yapmadım. Ya da duraksamadım en fazla 5dk falan sürmüştür sanırım. Yazmaya başladım ve bitirene kadar durmadım. En son sadece bir yazım hataları için göz gezdirdim.
Yani insanlarla konuşurmuş gibi yazmak hoşuma gidiyor aslında. Şurası iyi mi oldu şurasını sileyim mi pek kurcalamıyorum satırlarımı. Bu yüzden yazının da doğallığını koruduğunu ve dediğin gibi benim yüreğimden geçenleri daha iyi yansıttığına inanıyorum.
Günün aydın olsun …
Valla sabah sabah gülümsedim … Blog dünyasında beni tanımadan il Dido diyen sen oldun :))) Bak mesela bu da bende tanıdığım biri etkisi yarattı işte 😉
Kimsenin canını yakmadan , şu ya da bu şekilde zarar vermeden olduğun gibi olmak en güzeli … Yazılarda da aynı şey geçerli 😉
Yeteri kadar maske dolu etrafta … ve mış gibi yaşamlar
Keyfin bol olsun
Birden dido demek geldi içimden neden bilmiyorum 🙂 Madem sen de sevdin bundan sonra dido diyeyim o zaman 🙂
Bence yazarlar okuyucu kitlesini memnun etmek için üslubunu değiştirmemeli. Okuyacak kimse karmaşık şekilde olan bir yazıyı okur okumayacak kişi ise ne kadar basit ve düzgün anlatırsan (yararlı şeyler olup olmaması önemli değil) yine de okumaz. Zaten blog yazarlığı da kendini rahatlatmak için ortaya çıkmamış mıdır ?
O değişim oldugu zaman zaten okuyucu da farkına varıyor. Ben mesela doğal yazıları seviyorum günlük gibi, yazarın içinden geldiği gibi yazıları. Ama bazen bakıyorum, adam öylesine ezene bezene yazmaya çalışmış ki, yazı doğallığını ruhunu kaybetmiş sanki.
ben anlaşılmaz yazarlardanım sanıırm. okuduğumu anlıyorum, çoğunlukla okuyor yorum yazmıyorum. nedense başkasının lafının üstüne laf etmek zor geliyor. fakat bazen zaman geçirmek için de okuyorum. bazen ise sadece okumak için okuyorum. hani tuvalette can sıkıntısından deterjanın arkasındaki yazıları okursun da hiç bir şey anlamazsın ama yine de inatla okumak istersin ya; bana öyle nöbetler geliyor misal gün içinde. bunları da neden bu kadar anlattım bilmiyorum 😀 neyse, sen yaz; biz okuruz. kural bu.
O bende de var biliyor musun Büşra. Hatta bir ilaç aldığımda mesela ilacın kullanım kılavuzunu o minicik yazıları baştan sona okurum. 🙂
Ben yiyecek olsun ya da başka bir ürün paketinin üstündeki yazıları bile okuyan biriyim. İçindekiler ney, bunları buraya yazan ürünü nasıl tanıtmış, sloganında ne var vs. hep merak ederim. Pek elime alıp kitap okumam ama internette bulduğum çokça yazıyı okuyorum, e-kitap tarzı şeylere göz atıyorum. Fakat tarihi kitapları pek sevmem, okurken sıkılırım. Sıkılırsam da okuduğumu anlamam. "Eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki? " demiş Franz Kafka. Bu zamanlarda öyle çok kendini yazar diye nitelendiren fakat edebiyat adına ne beynimde ne de kalbimde yer edinecek tek bir cümlesi olmayan insan var ki. O yüzden okuyacağım şey hem öğretmeli, hem sürükleyici olmalı hem de kelime dağarcığıma yeni hazineler eklemeli. Böylece içimdekileri dökmenin binbir türlü yolunu bulurken kendimi daha iyi ifade edecek yeni yollar keşfederim. Okuduğunu anlamak için insanın içinde merak ve öğrenme duygusu kesinlikle kıvılcımlanmalı. Yazarken de aynı şekilde, insan yazarken kendini kaybetmeli ve kelimelerin arasında bulmalı, kendini yeniden keşfetmeli ve okurken insanlar ne düşünür kaygısını taşımamalı. Zaman ve mekan yok olur yazarken, sen ve düşüncelerin başbaşa kalırsınız. Öğrendiklerini aktarmak ve paylaşmak güzel şey, bu yüzden yazarken bilmişlik taslamamak da önemli. En çokta yazarken içinin kıpır kıpır etmesi, heyecan taşıması gerekli. Kesinlikle okuyucuya geçen bir heyecan bu 🙂
Yazdıklarına aynen katılıyorum Mavi Papatya. Kafka'nın sözünü de ayrıca kendimce şöyle yorumluyorum. Aslında okurken aklıma bu geldi.
''Madem kilo alacağım, neden iyi şeyler yiyerek kilo almıyorum'' Yani biz de madem kitap okuyacağız okumak için bir zaman dilimi ayrıcağız neden kaliteli kitaplarla olmasın?
Bak şimdi senden bir şeyler daha öğrendim. Kendime yazılarımda acaba bilmişlik taslıyor muyum? diye sordum az önce. Bir de yazarken insanın içinin kıpır kıpır olmasının okuyucuya da geçen bir heyecan olduğunu düşündüm. Gerçekten de güzel bir tespit bu.
Geçenlerde yazdığım cehennemde ilk gün yazısını yazarken de kendimi kaybetmiş bir durumda heyecanla yazmıştım. Klasik müzik çalıyordu, güçlü çellolar, obualar, ardından çığlık atan kemanlar zangır zangır ruhumu titretiyordu.
Üniversiteyi bitirmiş olmama rağmen kitap okuma konusunda acemiydim. Hangi kitabı elime alsam on-on beş sayfa okuduktan sonra başını unutup dönüp baştan okuyordum. Doğal olarak o kitap bitmiyordu bir türlü. Bugün pek çok kişiye göre okuma hızım yine oldukça yavaş. Ne yazık ki pek çoğu buharlaşıyor okuduklarımızın. Lakin her yazış ve okuyuşun insana bir şeyler kattığına inanıyorum. Sizi iyi anlıyorum 🙂
Ben de çoğu zaman okudugumu unutuyorum Osman abi. Başa dönme olayı bende de çok var. Bu yüzden okurken bir yandan da bazı cümlelerin altını çiziyorum. Kitap bitince de altını çizdiğim cümleleri baştan sona okuyorum 🙂
Blogların her birinde hayat var ve ben hayatları okumayı seviyorum. Kendine has cümleleri olanları seviyorum…
Kendini açık yada karmakarışık farketmez olduğu gibi davrananları okuyorum…
Okudukça da öğreniyorum…
Kendini yansıtmadan yazılan yazıları zzztttt diye geçiyorum çoğunlukla…
İşte herkesin bir huyu var 🙂
Sevgiler…
Aramızda kalsın da bende öyle pek samimi bulmadığım yazıları geçiyorum okumadan. 🙂
Merhabalar.
Makalenizi okuduktan sonra, makalenizin başlığına göre, okuduğum yazınızdan ne anladığımı sorgulamam gerekiyor. Ben daha çok öğrenmek üzere okuyanlardanım. Kimi okuduğum yazıları anlayabiliyorum, kimilerini gerçekten anlamakta güçlük çekiyorum. Üslubundan dolayı, ya da konu ve türü itibarıyla sıkan yazıları ne yazık ki, okuyamıyorum. Blog sayfalarında paylaşılan yazılar için de aynı şeyleri söyleyebilirim.
Okuduklarımızın ne kadarını anladığımızın dışında, okuduklarımızın ne kadarını hatırlayabildiğimiz konusunda da bir iki cümle yazmak istiyorum. İlgimi çeken şeyleri hatırlayabiliyorum, ancak ilgimi çekmeyen şeyleri hatırlamam mümkün olmuyor.
Bu güzel ve yararlı makalenizden dolayı teşekkür eder, kaleminize ve yüreğinize sağlık ve mutluluklar dilerim.
Selam ve dualarımla.
Recep abi senin yorumlarını ayrı seviyorum. Sen hep gel olur mu. Yorum yapmasan da gel. Hatta sadece selam vermek için yine gel. 🙂
Bence güzel anlatmışsın kendini ve çok güzel bir konuyu ele almışsın.
Kendi adıma karşımdakini anlamaya çalışıyorum her zaman, kimi zaman da yapamıyorum bunu, deniyorum ama olmuyor. Çeşitli sebepleri olabiliyor bunun. Mesela bu yazı gibi hoşuma gidenleri 2-3 defa okuyorum genelde. Her okuduğumda farklı bir noktayı yakalıyorum çünkü, bir şeyler kazandırıyor ve bu çok keyif veriyor bana.
İnsan öğrenmek için okumalı ve eline ne geçerse okumaya, anlamaya çalışmalı düşüncesine de kesinlikle katılıyorum. Bana kalırsa bunu başaran kişiler, kendinden olmayanları da anlamaya, onlarla daha güzel iletişim kurmaya bir adım daha yaklaşmıştır. Kesin çizgiler koymamak, her yazılana, düşünceye ve insana az da olsa vakit ayırmak, düşüncelerine değer vermek gerekir. Tabi bunu yaparken kendi düşüncelerinden ve duruşundan ödün vermemek de dikkat edilmesi gereken bir nokta.
Yazı kendimi sorgulamamı sağladı. Ben nasıl bir okurum ve nasıl bir yazarım diye düşünmeye başladım.
Daha söylenecek çok şey var aslında ama fazla uzatmak da istemiyorum. Çok teşekkürler, kalemine ve emeğine sağlık. 🙂
Teşekkür ederim Serhat beğenmene sevindim. İlk yorumun oldugu için hoşgeldin bu arada. Daha önce yorum yaptıgını hatırlamıyorum çünkü.
Yapmıştım aslında. 🙂
Tekrar hoş buldum yine de teşekkür ederim. 🙂
Bulduğumu okurum ben. Ne okuduğumun bir önemi yok, üzerinde yazı olan herşeyi okumaya değer bulurum. Bazıları ille de edebi bir değeri olsun ister, oysa gazetenin kenarından koparılmış ufacık bir kağıda düşülmüş bir not daha çok düşündürür beni. 'Acelesi mi vardı? Belli ki kağıt arayacak vakti yoktu..Neler geçiyordu aklından ve nereye gidiyordu' gibi pek çok düşünce gelir geçer.. Anlamak üzere okusam da zaman zaman hiç anlamadan yarıladığım yazılar yada bitirdiğim kitaplarda olur. Ruh durumuma göre değişkenlik gösterir yani. Yazılarda öyle benim için. İçimden ne geliyorsa onu yazıyorum. Zaten hayatta rutin olarak yaptığım tek eylem. Bunu da kimse için yapmıyorum. Okuyan elbet mutlu ediyor ama o mutlu olsun diye değil, kendim için yazıyorum.
Emin ol en doğrusu da bu. Başkaları için yazanlar kendi iç sesine sağır olurlar.
Valla bu yazıya yapılan tüm yorumlar çok güzel. Anlaşılır yazmışsınız bay çıplak:)
Ben de birkaç sene öncesine kadar yazılı olsun da ne olursa olsun kafasındaydım şimdilerde daha çok beni sarsacak şeyler okumayı seviyorum. Onları da blogumda ''iyileşmek'' etiketi ile yazıyorum.
Tabi ki herkes biraz seçici davranıyor okurken. Bu da gayet normal bir durum. Bahsettiğiniz etikette arama yaptım ama bir şey bulamadım blogunuzda.
Çok doğru bir konu… Okuyoruz ama nasıl? 🙂
Tamam okumanın bir amacı olmalı, bir gaye gütmeli lakin bir kitap bloggerı olarak bende şunu söylüyorum; okuduğumuz her şeyi anlamak gibi bir lüksümüz yok. Ne yazık ki en azından ben bunu yaptığımı iddia edemeyeceğim. Bazen koca kitaptan sadece 1 kelime öğrenmiş olarak son sayfayı kapatıyorum. Bu neden okuduğum sorusunu getiriyor aklıma yazını okuduktan sonra. Sanırım en çok o 1 kelimenin peşinde olduğum için okuyorum.
İşin nasılı böyle iken, ne okuyorum sorusuna cevabım senle aynı. İnsan her şeyi okumalı çünkü her yazılandan bir bilmediğinizi bilir konuma getirebilirsiniz. Okuyalım ne bulursak okuyalım. Okuyunca hayata bakış çok değişiyor. Anlamadığımızı düşünsek bile bilinçaltında o okunanların faydası muhakkaktır.
''Okuduğumuz her şeyi anlama lüksümüz yok demek'' biraz yanlış bir tabir bence. Anlamamak için okumak gibi geldi bana. İnsan okuduğu her şeyi anlamayabilir. Ya da yazarın dili okuyucuya ağır gelebilir desek daha doğru olur.
Ayrıca bir kelime diyorsun ama belki göremediğin ikinci bir kelimeyi hiç fark edemeden kitabı bitirmiş olma ihtimalin de var bence.
Değerli yorumun için teşekkür ederim.
Merhaba, yazdıklarınızda kendi düşüncelerimi buldum. Gerek blog gerekse okumalarımız üzerine. Kitap okurken eskiden sayfaların içinden bir kapıyı açıp içeri giriyormuş gibi hissederken şimdilerde kapıyı bulmakta zorlanıyorum. Neden diye düşününce anladım ki, kafamı gereksiz çok şeyle dolduruyorum. Aktif kullanmadığımız pek çok iletişim aracı bilinçleri dolduruyor. Bir köşeye çekilip, rahatça konsantre olarak okumakta zorlanıyor insan. İyi bir okur olmak, bundan fayda görmek istiyorsak bazı şeyler elenmeli ya da revize edilmeli galiba. Popüler kültür, kültürün her türlüsünü yıprattığı gibi okuma kültürünü de etkiledi. Blog okurluğunda ise herkes kendi damak lezzetinin gurmesi. Zaman içinde okur da yazar da dediğiniz gibi biribirini buluyor.
Sizin beni bulmuş olmanız gibi değil mi 🙂
Doğru. Bilgileri, düşünceleri katlamak, sağlama yapmak ya da sadece içten bir gülümsemek için bile hep arıyoruz, buluyoruz da.
Merhaba Deeptone sayesinde tanıdım sizi. Ve takibe aldım. Modayı severseniz bana da beklerim.
http://www.nilgunozenaydin.com
Çok güzel bir yazı olmuş, yüreğinize sağlık. Okumak çok güzel bir eylem ve amacı da çok önemli. Okumuş olmak için okumanın hiç okumamaktan bir farkı olmadığını düşünüyorum, oku-geç insanda iz bırakmıyor ne yazık ki. Okuduğumuz ne olursa olsun bize katacağı bir şey olacaktır, küçük bir not dahi olsa.
Teşekkür ederim aynı fikirde oldugumuza sevindim.
Sitenin tasarımı çok güzel olmuş yazıya odaklanmakta zorlandım.Yazı güzel onu geçtim ilk defa bir blogda yorumları da binbir hevesle okudum. Yorum yapanların da ayrıca kalemlerine saglik 🙂
Tabi ki dolu olacak bizim okuyucularımız öyle boş kimseler değil 🙂 Tasa
Yazını okuduktan sonra kendime dönüp baktım, ne için ve ne okuyorum diye. Kendimi tanıdığım kadarıyla hiç kitap kurdu denilen cinsten biri olmadım. Yarım bıraktığım kitap çoktur. Genelde aynı anda birkaç kitap, dergi elimin altında olur. Ruh halime göre okuyorum, blogları da öyle. Bu biraz da film izlemek gibi aslında. Bazı filmler bizi acayip etkiler, kimi zaman da herkesin beğendiğini beğenmeyiz. Evet, bu biraz elbette sinema tadıyla ilgili ancak içinde bulunduğumuz ruh halinin de bunda etkili olduğunu düşünüyorum.
Ben de senin gibiyim biliyor musun. Aynı anda üç kitabı okuduğumu bilirim. Canım sıkılınca bırakıyorum. Aslında üçünü de hem okuyor hem de okumuyorum.
şuara çok vakit ayıramasam da senin paylaşımlarından çok keyif alan biri olarak sesleniyorum ki samimiyetin tüm yazılarından değil her kelimenden belli,, oldugun gibi kal 🙂 ögrenmek için okuyan da pek kalmadı gibi kitapla fotograf çekilmek daha moda sanki :/
Bir ara öyle bir twit atmıştım. İnsanlar kitabı okumaktan çok onunla fotoğraf çektirmeyi daha çok seviyor diye. Senin de bunu fark etmen beni sevindirdi.
Yazılarımı beğenerek okuman da beni çok mutlu etti. Tersini düşünsen üzülür müydüm bilemiyorum. Şu an onu düşündüm çünkü. Sanırım fazla belli etmesem de üzülürdüm. Ama yine de çemkirmek yerine saygı duyardım.
Teşekkür ederim yorumun için. Burada güzel insanlar görüyorum gerçekten. Öyle lay lay lom bir okuyucu kitlesi değil. Beni de en çok bu mutlu ediyor aslında.
Çok güzel bir yazı olmuş.Yüreğinize sağlık.Ne olursa olsun,blog yazmanın büyük emek ve zaman gerektirdiğini düşünüyorum.
Kesinlikle öyle. Hele benim gibi biri için zamanın ne derece kıymetli olduğunu bilemezsin. Bir yazı için geceleri uykusuz kaldığım çok oluyor.
"Bana yağmurdan bahsetme ey şair, yağdır." diyen Victor Hugo'nun sözü sayfanızdaki yazılara ne kadar da yakışıyor! Kalemi güçlü bir yazarı bu gece keşfettim. Müsaade varsa yazılarınızdan sorular oluşturup ortaokul ve lise öğrencileri için sınavlar, testler hazırlayacağım. (Mehmet Kerem Berk)
Öncelikle değerli yorumunuz için teşekkür ederim Mehmet Bey,
Fakat ben kendimi kalemi güçlü bir yazar olarak görmüyorum açıkçası. Çünkü hissettiklerimi ve düşüncelerimi yazarak aktarmaya çalışırken kelimelerin yetersiz, bir şeylerin eksik kaldığını düşünüyorum.
Yazılarımdan istediğiniz şekilde faydalanabilirsiniz elbette. Bundan onur duyarım.
Çok teşekkür ederim. Saygılar. (Mehmet Kerem Berk)
Blog yazmak büyük emek ister. Bana göre okuduğumuz bir konu veya kitabı tamamını anlayabilmemiz için okuduğumuz her neyse hayal ederek okumalıyız ve aklımızda canlandırmalıyız bir film gibi düşüne bilirsiniz işte ozaman okuduğunuzu anlayacaksınız. Tabi yazarında hayal ederek bir okuyucunun gözünden yazması lazım diye düşünüyorum