Fight Club nasıl yazıldı, Mozart nasıl öldü, Otomatik Portakal kitabı ve yazarı hakkında bilgiler, ünlü düşünür Platon, Aristoteles ve Sokrates arasındaki bağ nedir? gibi sorulara cevap bulabileceğiniz bir yazıdır.
Hiçbir eser, yaratıcısından daha değerli olamaz!
Ne zaman bir satır yazı okusam, yazılandan çok yazarını düşünmüşümdür. Yani eserin kendisinden çok eser sahibini merak ederim aslında. Herkes her şey hakkında yazamaz elbette, bu yüzden de kategorilere ayrılırlar. Bu durum okuduğum bloglarda da geçerli bir durum. Yani yazılanın ardındaki insanı görmeye çalışıyorum ben. Eser de değerlidir ama yaratıcısından fazla olamaz. Olmamalı! Kısaca şöyle diyeyim; yazarla arkadaş olmak, onu tanımak mı istersiniz, yoksa sadece yazdıklarını okumak mı? Arkadaş olmak derdim.
Önemli olan eser sahibini tanımak
İnsan iyi şarkı söyleyebilir, fakat iyi şarkı söylemesi onun iyi biri olduğu anlamına gelmez. Ya da iyi şarkı söylemesi, size onu yeterince tanıma fırsatı vermez. Fakat yazarlar için durum farklıdır. Parmaklara hükmeden beyin her kelimeyi kalp ve akıl süzgecinden geçirmiştir. Okuyarak tanırsınız o yüzden. Fakat yazarın kendisini tanır iseniz. Tüm kitaplarını da okumuş kadar olursunuz.
Garip bir düşünce evet bunu biliyorum. Kimse elbette benimle aynı fikirde olmayabilir. Demek istediğim yere göğe sığdıralamayan eserleri okurken ve onlardan bahsederken, yazarın kendisini de hiç olmazsa birazcık tanımamız gerektiğidir..
***
Fight Club nasıl yazıldı?
Geçenlerde Chuck Palahniuk un Gösteri peygamberi adlı kitabını almıştım. Daha önce okumadığım bir yazardı. Aşina olduğum tek şey ise Fight Clup. Zaten kitabını okuyan okumuş, filmini de izleyen izlemiştir. İzlemeyen de ölsün bu saatten sonra ne diyeyim.
Sonra tabi dediğim gibi yazarını araştırmaya başladım. Yahuu bir insan nasıl böyle bir kitap yazar? Vikipedia sağolsun imdadıma yetişti. Kitabın yazılma süreci ile ilgili detaylardan şöyle bahsedilmiş.
Palahniuk, üniversite yıllarından sonra üç yıl boyunca Freightliner adlı bir şirkette montaj hattında, ardından tamirci olarak çalıştı. İlk yazdığı metinler taşıt modifikasyon prosedürleri ve kamyonların onarımı üzerinedir.
Dövüş Kulübü’nün ortaya çıkmasında büyük etkisi bulunan bir olayıda bu yıllarda yaşar. Arkadaşlarıyla birlikte tatildedir. Bitişikteki kamp yerinde müzik rahatsız edici derecede açılır ve bu nedenle başlayan tartışma yerini kavgaya bırakır. Bu olayda yaralanan Chuck tatilden döndüğünde iş yerinde kimse tarafından ilgi görmez çünkü kimse korkunç derecedeki yüzü hakkında bir şey sormaya, yorum yapmaya cesaret edemez. Bunun üzerine Chuck, eğer insanın yeterince kötü görünürse dilediği gibi hareket edebileceğini keşfeder. Bu olayın ardından devam ettiği bir edebiyat grubu bünyesinde yaptıkları çeşitli gösteri ve eylemler “Kargaşa Projesi”ni esinler. Kısa bir süre sonra aynı isimle bir kısa öykü yayımlar ve bu öykü,üç ay içinde Fight Club (Dövüş Kulübü) romanına dönüşür.
Roman aslına bakarsanız böyle ortaya çıkmış hayli ilginç değil mi? Zaten hep savunduğum bir şey vardır. Her öykünün ya da romanın içinde gerçek ile harmanlanmış kurgular vardır. Okuyucu ise nelerin gerçek nelerin hayal ürünü olduğunu asla bilemez. Tabi yazar söylemediği sürece.
***
Otomatik Portakal’ın hikayesi
Bir diğer kitaptan söz etmek gerekirse bu da bir çok okuyucunun bildiği kitaplar arasında olan Otomatik Portakal‘dır. Filmin bir boka yaramadığı, ya da eserin aslında biraz abartıldığı söylenir ama ben çok etkilenmiştim bu kitaptan. Yerimde durur muyum hemen yine yazarı araştırmaya koyuldum.
Ohaaa lan!
Düşünsenize size ölüm teşhisi koyuyorlar. O hisle kim bilir neler yapar neleri göze alırdık. Otomatik Portakal da sanırım bunun en güzel örneklerinden biri. Yine de kendim öyle bir duygu içinde neler yapardım kestiremiyorum bile.
***
Mozart nasıl öldü?
Bir de yazar değil de bir müzik adamından söz etmek istiyorum. Biliyorsunuz Mozart’ı çok severim ben. Belki de Amadeus Mozart filminden etkilenerek eğlenceli bir kişilik olduğuna inanasım gelir. O attığı kahkahalar yüzündendir belki de. Ama özel hayatı ve kişiliğine dair pek bir bilgim yok. Fakat bir bilgi oldukça dikkatimi çekmişti. Onu da hemen paylaşayım.
35 yaşında verem hastalığından ölen Mozart için, yağmurlu bir günde kilisede 6 kişilik bir cenaze töreni düzenlenir. Tören sonrası, yağmur sebebiyle cenazeye mezarlığa kadar eşlik edilmez ve Mozart’ın cenazesi en yakın dilenci mezarlığına defnedilir. Daha sonra aransa da, ünlü besteci Mozart’ın mezarı bulunamaz.
Dünya’nın en ünlü müzisyenleri listesinde ilk 10. sırada olan Mozart’ın bu şekilde ölmesi gerçekten de hayret verici bir durumdur. Halbuki günümüzde de Viyana da Mozart anıtı bulunmaktadır. Sanırım insanlara verilen değer onlar öldükten sonra hep daha fazla olacak.
Kader utansın be Mozart ne diyeyim başka.
***
Diğer bir ünlü yazarımız ise Platon.
Yalnız iki ayrı isimden daha bahsetmek istiyorum. Onlar da Sokrates ve Aristoteles. Bu üç isim aslında birbirine çok bağlıdır. Çünkü Platon Sokrates’in, Aristoteles de Platon’un öğrencisidir. sizlere bir şey itiraf edeyim. Sokrates ile tanışmadan önce, Platon ile tanıştım ben. Platon’un düşünce tarzı olayları yorumlaması ve hayata bakış açısı beni hep etkilemiştir. Sonrasında Sokrates’in sözlerine denk geldim ve dikkatle bakıldığında aralarında bir bağ olabileceğini düşündüm.
Bir sözünde ”Düşünmek, ruhun kendi kendine konuşmasıdır.” diyor Platon. Daha güzel nasıl anlatılabilirdi bilmiyorum. Bu yüzden de, belki de en çok tanışmak istediğim ünlü düşünürlerden biri olmuştur.
Sokrates’in ise şöyle bir sözünü ekleyeyim ”Öğrenmek, eskiden bilinmiş bir şeyi yeniden hatırlamaktan başka bir şey değildir.” önceki yazılarımdan birinde aslında tam da bundan bahsetmiştim. Çünkü sindirilmeyi bekleyen milyonlarca bilgi var.
Kısacası Platon ve Sokrates’in düşüncelerinde çoğu zaman kendi düşüncelerimi buluyorum. Sadece kelimelerin yeri değişmiş oluyor o kadar. Asırlar öncesinde yaşamış düşünürler ile aynı düşünceleri hissetmek bana gerçekten de kendimi mutlu hissettiriyor..Vay bee beni de anlayan, benim gibi düşünen insanlar da yaşamış diyorum. Onları da bu yüzden çok seviyorum.
Ama biliyor musunuz?
Düşünmek bence ağır bir eylemdir.
Öyle ki bazen düşünmemeyi istersiniz, yani beyninizin düşünme eylemini kendi kendine devam ettirmesinden söz ediyorum. Otomatik pilota alınmış bir uçak gibi, sadece düşüncelerinizin sizi götürdüğü yere gidersiniz. Siz gitmek istediğiniz yere değil. Bu da dayanılmaz bir acı verir insana.
Bu yazıyı okuyup beğendiğinizi varsayarak ek olarak şu yazılarımı da inceleyebilirsiniz :
Bu ne bilgi kardeşim ezdin geçtin.. Okumadım da izlemedim de Fight Clup'ı.. Ben ölmeye gidiyorum sebzeler sana emanet, çöle giderken hırkanı almayı unutma üşürsün sen.
He çok kültürlüyüm ben. Hep kendimle övünürüm. Biraz da kendimi beğenmişliğim var 😀
Dağınık bir yazı olmuş ama idare eder.Mozart'ın ölümü bizde Mehmet Akif Ersoy'un ölümüne benziyor.3 düşünürden birinin de peygamber olma ihtimali olabilir:)
Veysel yazarken inan ben de düşündüm bunu biraz dagınık mı oldu acaba diye içimden geçirdim. Sonra amann boşver içimden geçeni yazayım gitsin dedim 🙂
Bu tür yazılara bayılıyorum. Eserin sahibini eserden daha fazla önemsemek de güzel. Şarkıcılara bir şey diyemem ancak iyi kitap yazarları ve kaliteli bestekarların içinde kötülük bulunmaz gibi geliyor bana. Diğer bir deyişle kötü insanlar arasından iyi yazar ve iyi bestekar çıkmayacağını düşünüyorum:)
Yazının özünü yakalamış bir kişiyi görünce ayrı mutlu oluyorum. :))
Eyvallah Osman abi.
Bir şeye, bir hadiseye, bir olguya kafa göza ve kealp gözüyle birlikte bakmak gerekiyor. Her zaman insan yüreğinin git dediği yere gitmiyor, gidemiyor ve gitmek de istemiyor. Biraz kafayı da kullanmak istiyor. Kafa ve yürek birbirini dengede tutan belki de hakikati bulmada insana yardımcı olan iki kardeş rehber gibi diyebiliriz. Elbette yazarın kitabı ve yazdıkları karanlıkları aydınlatabilir. Fakat bizi karanlıklardan çekip çıkartacak da mutlaka bir el olmalı. Yazar hem aydınlatmalı bir yazar olarak, hem de insan olmalı, eli ve kolları güçlü; zindandan kalbi sökülmüş çağı çekip çıkartmalı.
Kafa ve yürek birbirini dengede tutan iki kardeş rehber gibiler. Ne güzel dedin Profösör. Ama didinmeden yaşayan kardeş de pek görmedim. Belki de bu yüzdendir aklın kalbe, kalbin de akla yaptığı baskı ve eziyet. 🙂
Duyup unuttuklarımı anımsayıp yeni şeyler öğrenerek büyük keyifle okudum yazınızı.Sevdiğimiz her neyse içinde kendimizden bulduklarımız doğrultusunda çoğalıyor ya da belli ölçü de kalıyor.Aynı oyuncuların farklı rollerdeki mimiklerinin benzerliği dikkatimi çeker benim de.Bizlerin blog kategorileri gibi onların karakter özellikleri de, canlandıracağı rollerde belirleyici oluyordur belki.
Teşekkürler bilgiler için…
Ben de değerli yorumunuz için teşekkür ederim Aytül Hanım. Hoşgeldiniz.
Bilgi bombardımanı olmuş, çok da güzel olmuş 😉 bu arada ben yazmaya başlayandan beridir pek düşünemiyorum ama itiraf edeyim; insan, remi boşken yaptığı işlere daha kolay odaklanıyor 😉
Yazmak garip bi eylem buzlu kalem. Herkesin kendince izlediği bir yol var. Bazıları günlük tarzında bazıları okudugu kitaplardan falan bahseder. Bence herkesin ortak sorunu yazmak için kendisini sıkması insanın. Boşver ya o gün saçma sapan bir yazı bile olsa yaz gitsin. Kimse için degil kendin için.
Bu benim düşüncem tabi.
Çok sevdiğim kitapların yazarlarını kesinlikle tanımak isterim. Murathan Mungan'la, Nermin Yıldırım'la, Ahmet Altan'la arkadaş olmak beni çok olağanüstü hissettirirdi herhalde.
Dövüş Klubü'nü izlemeyen ölsün sahiden:) Otomatik Portakal yıllardır listemde, elime geçse hemen okuyacağım. Güzel yazı, teşekkürler.
Okudugun için ben teşekkür ederim sevgili Elif.
Ben de bir eserden çok onu ortaya koyan sanatçıyı merak ederim. O anki düşüncelerini, ruh halini anlamaya çalışırım. Gerçekten bir sanatçıyı tanırsanız onun eserini de okumuş kadar oluruz buna katılıyorum. Çünkü herkes kendi tecrübeleri ve görüp, yaşadığı, hissettikleri kadarını yansıtabilir. Anthony Burgess'e çok şaşırdım, çok inanılmaz ve güzel bir olay. Bu güzel bilgi paylaşımı için teşekkürler 🙂
Paylaşılmayan bilgi gömülü hazinelere benzer. Ne kendisine ne de başkalarına faydası vardır. (Bu söz de tarihe geçsin şimdi uydurdum) 🙂
Ben öleyim o zaman 😀 Dövüş Kulübü'nü okumadım da izlemedim de. Çok cahil hissettim şuan.
Ama ortak bir yönümüz var. Bende kelimelerin arkasına sığınan insanları merak ederim hep, özellikle yazılanların hangi duygular içinde yazıldığı ve ne hissettirdiği düşündürür beni.
Düşünmek konusu ise bende sıklıkla oluyor. Bazen hissetme ve düşünme yetimi kaybetmek istediğim bile oluyor..
O halde sende zaman zaman şiddetli baş ağrılarına sebebiyet veren derin düşünceli insanlardansın.
Fight Club olayına da fazla takılma öylesine dedim be 🙂
Selam ;
Tam bir bilgi pınarı olmuş , çiçek buketi seç beğen … Hepsi birbirinden farklı ama doğal ve farklı olması benim için daha keyifli olmuş … Konunun özü belli kafa dağıtıp dikkat toplamak en güzeli ;)Akışına bırakmak gerek bazen…
Ayrıca sadece yazarlar için değil şarkıcılar için de geçerli benim için … Şarkısını sevip sonra bir sevmediğim yönünü duyduğum kişiyi bir daha dinleyemiyorum gibi ….
Ben pek takılmıyorum öyle ya yok şurası olmamış yok yazı biraz dağınık oldu. Saçma bile olsa saçma olduğunu kabullenip içimden geldiği gibi yazarım 🙂
Yazıyı okumadım. .ama filmi izledim sayılır mı; )
Uzun oldu gelmeyeli sevgiler saygılar bırakmaya geldim..
Selamünaleyküm..
Aleyküm selam arkadaşım.
Boşver yazıyı okuma 🙂
Bir satır samimi sözün de mutlu eder beni.