Ara sıra uzaklara, hatta çoook uzaklara gitme isteğinin birazcıkta olsa hepimizin özlemini çektiği şey olduğunu düşünüyorum. Ama her seferinde bu düşünce bir anlık gelirrrr ve geçer. Nereye gidecem lan… Gitsem nolacak… Ne değişecek sanki… gibi gibi sözlerle kendi kendinize otur oturduğun yerde dersiniz.
”İnsan yaptıklarından çok yapmadıklarının pişmanlığıyla ölür” diye bir söz var. Ya da buna benzer bir sözdü işte…
O zaman bizler hep gitmek isteyip, fakat her seferinde gitmeyip, ya da gidemeyip pişmanlık içinde ölenlerden mi olacağız?
Sonuçta derinlerden gelen bir his var… Bir anlığına da olsa yapmak istiyorsun ama sonrasında vazgeçiyorsun…
Hah işte niye vazgeçiyoruz? Bizi ne tutuyor da, gidemiyoruz ben bunu çok merak ediyorum aslında.
Hani dükkan falan da yok… Olsa dükkan var en azından derdik…
Demek ki, bizi tutan şeyler gözle görülmeyen, kulakla duyulmayan cinsten şeyler.
Neye sahibiz de, neyi kaybetme korkusudur bu?
Ya da nedir bu kadar vazgeçilmez olan şeyler?
İş, aile, eş dost, arkadaşlar, akrabalar, memleketin…
Ne?
Kurulu düzen deriz belki çok çok…
Ama insan bence kendisini tek bir yere ait hissetmemeli.
Tamam bir eviniz var diyelim ve siz hatta o evde doğup büyüdünüz. Caddeler, sokaklar, şehrin her köşesinde bir hatıranız var.
Dolayısıyla siz de kendinizi o şehrin, sokakların, evin falan bir parçası gibi hissetmeye başlıyorsunuz.
İyi de 100-200 sene sonra büyük bir olasılıkla, oturduğunuz ve evim dediğiniz yerde hiiiiç tanımadığınız insanlar oturacak. Şehir bir başkalaşmış olacak. Her şey sanki ölüp yeniden dirilecek…
Ve yine büyük bir olasılıkla o insanlar da tıpkı sizin gibi, kendisini o bulunduğu yerin, evin bir parçası gibi hissedecek…
Peki söyler misiniz bana?
Orası gerçekten kimin evidir?
Bir çok şeyi kolay sahipleniyoruz. Burası ya da bu ”benim-bana ait” derken aslında ona hiç sahip olmuyoruz. O da bize ait olmuyor.
Sırf bu düşüncelerimden dolayı, bakkala diye çıkıp otuz yıl gelmeyesim var.
Gelecek bir yer yok çünkü..
Ya da bıraktığımız bir yer..
Ben biraz genç olsam bu düşüncedeyim ama kolay yapılamayan bir şey galiba oğlum. Yaşadığımız yer de bizim değil, aynı yerde yüz sene evvelini düşündüm bir an. Çok değil, altı sene evvel İstanbul’un oturduğumuz bu semtinde nice cinayetler işlenmişti. Bir an ürperdim böyle düşününce… Sorgulama yaptıracak bir yazı yazmışsın. ‘Geçici’ sözü beni derinden yaralar. Bunca çaba, heyecan ve sıkıntılar boşuna mı yani diyor insan. Hey gidi dünya…
Bana çoğu zaman boşunaymış gibi geliyor. Tarihin ortanca çocuklarıymışız gibi hissediyorum. İlkel çağ ile medeniyet çağı arasında sıkışıp kalmış ne yaptığını bilmeyen insanlarız sanki.
Bunu yapabilenler var aslında benim çevremde. İnsan imreniyor gerçekten. Biz evli barklı adamlarız yapamayız be azîzim!
Evlendikten sonra zaten bırak gitmeyi, kendi başına bir şey yapamıyorsun. Hele bir de çoluk çocuk varsa tüm planlarını ona göre yapıyorsun.
Gidemiyorsun maalesef genç iken , evlı olamadığın halde birakıp gidemıyosun orada seni bağlayan birşey olmadığı halde yeniden birşeylere başlamak korkutuyor insanı ya yaşadığımdan daha kötü bir hayat yaşamaktan.