29 Aralık 2016 Perşembe günü ‘İnterneti bloglar kurtaracak’ temasıyla; İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi‘nde gerçekleştirilen 2. blog yazarları çalıştayı için davet edildiğim halde gidememiş olmam açıkçası içimde biraz burukluk yarattı. Fakat her zaman olduğu gibi bu kez de çözümü yazmakta bulup, neden uzaktan katılmayayım ki dedim kendime. Bu yüzden Blog Yazarları Çalıştayı‘nın belirlemiş olduğu konu başlıkları dahilinde düşüncelerimi anlatabileceğim bir yazı hazırlamak istedim.
2. Blog Yazarları Çalıştayı’nın Belirlemiş olduğu konular
Blogun tanımı nedir? Nasıl daha işlevsel hale getirilebiliriz?
Blog, insanların duygu ve düşüncelerini soyut olmaktan çıkarıp, somut olarak hayata geçirmesidir. Resim yapmak ya da bir şarkı bestelemekten farksızdır. Fakat nasıl ki resim yapanlar kullanacağı renkleri, renk paletinden özenle seçiyorsa, blog yazarları da düşüncelerini aktarırken bunu yapmaktadır. Daha işlevsel bir hale gelmesi için öncelikle internet kullanıcılarına tüketmekten ziyade üretmenin daha ön planda olduğunu, düşüncelerini özgürce ifade edebilmelerinin mümkün olabildiğini anlatmamız gerekir. Ancak bunu yapan daha doğrusu başarabilen çok az blog olduğunu düşünüyorum artık. Hatta sırf bu yüzden nesli tükenmiş bloglar diye bayağı atarlı bir yazı yazmıştım.
Blogların başarısını sürdürülebilir hale nasıl getirebiliriz?
Başarı kolay elde edilebilir bir şey değildir. Bloglar her ne kadar kişisel blog olarak ön planda olsalar da, blog yazan insanlar olarak bir topluluğu oluşturmaktadır. Bu yüzden, her ne kadar devamlı içerik üretilse de, diğer bloglarla da iyi bir iletişim içinde olmaları ve fikir alışverişinde bulunmaları şarttır. Fakat öncesinde kendimizin de ortaya bir şey koymuş olması gerekir. Buna zaman ve emek diyoruz. Bu zaman ve emeğin karşılığını, zamanla çok okunan ve aranan bloglardan biri olduğumuz zaman anlarız. Ancak bu yükselme ile gelen sevinç, pek uzun sürmeyebilir. Çünkü bir blogun başarısını sürdürebilmesi en başta o blogun devamlı olarak güncellenmesi ile mümkündür.
Blog yazarlarının blog türlerinden herhangi birinde uzmanlaşması gerekli mi? (Moda blogu, yemek blogu)
Buna aslında hem evet, hem de hayır diyebiliriz. Evet diyorum çünkü, eğer iş hayatı ile ilgili blog yazmayı seviyorsam ve blogumu bu alanda açtıysam nitekim insanlar da, bu beklenti ile blogumu ziyaret edeceklerdir. Onları hayal kırıklığına uğratmamak adına kendimi açmış olduğum bu alanda geliştirmem gerekir. Bu yüzden evet diyebilirim. Hayır dememin nedeni ise; gündelik ve yelpazesi geniş olan konularla ilgili blog yazıyorsam, uzmanlaşmama gerek yok diye düşünürüm. Çünkü orası benim çöplüğümdür. Önemli olan tek şey ise, bir şeyler yazıyor olmamdır.
Hangi blog türünde daha hızlı ilerlenir, kalıcı başarı nasıl sağlanır?
Kişi blog açmadan önce bir hedef belirlediyse ve bu hedef sadece hızlı ilerlemekse, trend konularla ilgili içerikler üretebilir. Fakat bugün kendi kişisel duygu ve düşünceleri ile amacı hızlı ilerlemek olmasa da belirli bir konuma gelmiş ve bu konumla birlikte güzelde bir başarı sağlamış bloglar görüyoruz. Bu yüzden hızlı ilerlemekten ziyade, sağlam adımlarla ilerlemenin daha önemli olduğunu düşünüyorum. Ardından gelecek olan başarı ise kesinlikle kalıcı bir başarı olacaktır.
Bloglarda özgün içerik nasıl oluşturulur? Kaliteli içerik oluşturmanın bir kuralı var mı?
Özgün içerik hepimizin bildiği gibi benzersiz içeriktir. Daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış sıfır km bir yazı demektir. Tıpkı bu yazı gibi. Fakat ilk satırdan son satıra gelene kadar o özgün içerik dediğimiz standart çizginin dışına istemeden de olsa çıkarız. Örneğin bu yazıyı yazabilmek için kopyalamış olduğum başlıklar gibi. Fakat yine de bu yazının özgün olmadığı anlamına da gelmiyor. Kaliteli içerik için ise şunları söyleyebilirim : Aslında özgün içerik ve kaliteli içerik arasında bir bağ vardır. Her özgün içerik kaliteli değildir ama, her kaliteli içeriğin birinci kuralı özgün olmasıdır. Buna en güzel örnekte İngilizce metinleri alıp Türkçeye çevirmektir. Konunun özgün olduğunu düşünürsünüz ama benim için değildir. Bu yüzden kaliteli de değildir. Bir yazının kalitesi neye göre ölçülüyor ayrıca size sormak isterim. Google gözündeki değeri mi? Tıklanma ve aranma oranı mı? Bu tür istatistiklerin her zaman doğruyu yansıtmayacağını düşünüyorum çünkü. Eğer kendinize bu içeriğim kaliteli ve özgün oldu diyebiliyorsanız işte o içerik gerçekten özgün ve kalitelidir. Çünkü çoğu yazımda özgün olsa da, pek kaliteli bir içerik değil itirafında bulunuyorum.
Blog takip etme / okuma kültürü internet kullanıcılarında nasıl yerleştirilir?
Hala blog ne sorusuyla karşılaştığımızı düşünürsek blog takip etmeyi bir kenara bırakıp insanlara biraz blog nedir? den bahsetmemiz gerekir. Bu konuda bireysel olarak, kendi çapımızda yapacağımız çalışmalar, pek de ses getirmeyeceğinden, konuyu daha büyük mecralara taşımalıyız. Örneğin her kitap yazarının bir blogu olsaydı, bugün kitap okurlarının bir çoğu, aynı zamanda blog kavramını öğrenmiş ve belki de bir blog yazıyor oluyordu.
Dünya çapında gündem oluşturabilecek değerde içerik üretmek nasıl mümkün olabilir?
Aslında cevabı içinde olan bir başlıktır bu. Çünkü Dünya çapında içerik üretmek için, öncelikle Dünya’da neler olup bittiğinden haberdar olmanız gerekiyor. Geçenlerde denk geldiğim bir haber, çitaların neslinin tükenmekte olduğundan bahsetmiş. Habere göre şu anda 7100 tane kaldığı da ayrıca belirtilmiş. Dünya üzerinde yaşamakta olan bir neslin, tamamen yok olmasından bahsediyoruz. Bu konu önemsiz olabilir mi? Ya da yayılmakta olan ölümcül bir hastalık hakkında, nasıl önlem alınır şeklinde bir içerik oluşturmamız, Dünya çapında olabilir. Bu tamamen olaylara bakış açınız ve yazmayı seçtiğiniz konu ile alakalıdır.
Günümüzde bloglar medyanın ve gündemin neresinde?
Medyanın kendi içinde bilinir bir yanı olsa da (gazeteciler, köşe yazarları), okuyucuya aksettirilmiş bir yanı yoktur.
Bloglar can mı çekişiyor yoksa yeniden yapılanması mı gerekiyor?
Blog açmanın ardından, her blog yazarının girmiş olduğu sancılı bir dönem var. O da yazacak konu bulamamak. Yeniden yapılandırma anlamında hali hazırda bulunan blog yazarlarına yol gösterici niteliğinde faydalı içerikler üretilebilir. Tabi blog yazan ve blog yazarı geçinen o kadar blog var ki, her konuda bir fikri olan, insanları yanlış yönlendirenler de olacaktır. Bu yüzden işinin ehli yazarların dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum.
Blog yazmanın asıl nedeni keyfi mi, yoksa ünlü olmak mı?
Ünlü olmak için blog yazılmaz, fakat blog yazdığınız için ünlü olabilirsiniz. Amacı ünlü olmak gibi anlamsız bir nedenle blog yazmaya başlayanlar, nitekim kaçınılmaz son olarak bu işlerin böyle yürümeyeceğini de anlamış olacaklardır.
Üniversite öğrencilerinde blog yazarlığı kültürünü geliştirmenin önemi (İnternette tüketen taraftan üreten tarafa geçiş.)
Üniversite öğrencileri toplumun genç ve okuyan kitlesini oluşturduğundan, onlara yönelik yapılacak çalışmalar ve projeler, inanıyorum ki olumlu yönde geri dönüşte sağlayacaktır. Çünkü bilinçli, aktif ve önemli bir kitle olarak gördüğüm üniversite öğrencilerinin bir projeye katkıda bulunması, sadece blog yazarlığı alanında değil, her alanda taze kan demektir.
Belli bir uzmanlık çerçevesinde istikrarlı içerik üretimi sağlamada zorluk aşaması
Burada sıradan bir blog yazarlığından bahsetmiyoruz aslında. ”Belirli bir uzmanlık alanında” derken çemberi hayli daraltmış durumdayız. Örneğin; (çocuk eğitimi ya da iş hayatı ve kariyer) ile ilgili blogları ele alalım. Her iki blog da, birbirinden farklı konularda içerik üretiyor. Fakat her ikisi de aynı zamanda, ürettiği içeriklerin dışına çıkmaması gerektiğini iyi biliyor. Çemberin daralması derken, kastettiğim de buydu. Bu yüzden, bu daralmış çember baskısına maruz kalmadan, uzmanlık alanlarında içerik üretmeye özen gösteriyorlar. Yeni içerik üretirken bugün şunu yaptım, yedim, gezdim değil de, araştırma ve öğrenme süreci içine giriyorlar. Çünkü anlatacakları şeyi önce kendilerinin sindirmiş olması gerekiyor. Bu da işin en zor kısmı.
Deşifre olma (Özellikle gizli yazarlı bloglar için)
Bir gün muhtemelen gerçekleşecek olan bir hadise için fazlaca tutarlı davranıp, deşifre olma korkusuyla yaşamaya gerek yok diye düşünüyorum. Kendim her ne kadar çıplak yazar adı ile yazsam da, beni tanımak isteyen insanlara adımı, yaşadığım şehri ve mesleğim gibi şeyleri açıklıyorum. Ama tabi bu bir seçimdir, her seçim de saygı duyulmayı hak ediyor bence. Ayrıca kişinin anonim bir kimlik kullanarak blog yazmasının da çok çeşitli nedenleri olabilir. Örneğin bir polis memuru adını açıklamadan blog yazmak isteyebilir.
Blogların okunma oranının hızla düşmesi
Bu konuda herhangi bir istatistik incelediğimi hatırlamıyorum. Fakat okunma oranlarının gerçekten düştüğüne eminim. Bunun elbette genel geçer bazı nedenleri var. Birincisi, kan emici vampir gibi internet kullanıcılarını sömüren sitelerdir. Aklınıza şu anda hangi sitelerin geldiğini biliyorum. Evet işte o siteler. Çünkü saatler harcanarak üretilmiş bir içeriği, bir kaç satır söz ile haber gibi paylaşmak daha kolaylarına geliyor. Tüketici de, sizin uzun uzun yazmış olduğunuz içeriğinizi okumak yerine, o bir kaç satırlık yazıyı okumayı tercih ediyor. Bu da okunma oranlarını etkiliyor.
İkincisi nedeni ise, sosyal medya siteleri. Paylaşımların deli gibi aktığı insan sürüsü kaynayan bir yer varken, neden girip blog okuyayım diye düşünüyor belki de insanlar. Düşünmeyenler de vardır ama, çoğunluğun sosyal medya etkisi altında kaldığını düşünüyorum.
Okuyucu (ziyaretçi) katılımının düşüklüğü (Yorum azlığı)
Her blog yazarının belki de en çok dert yandığı konulardan birisidir bu. Ama burada değinmek istediğim önemli bir husus var. Bazı bloglar ”yorum yapana yorum yapmak” düşüncesinde hareket ediyor. Bu da onları içerik ürettikleri anda bile, faydalı bir içerik üretmek yerine, diğer blog yazarları için içerik üretmek durumuna sokuyor. Halbuki internet denilen bu geniş ağın, nerelere kadar uzandığını bir kez hayal etseler, bu saplantıdan kurtulabileceklerini biliyorum.
Diğer yandan yorumlar, bir yazar için elbette motive edicidir. Fakat yorum azlığının da, bir çok yazarı yazmaktan soğuttuğu bir gerçek vardır ortada. Bu konuda ise tek diyeceğim, lütfen buna izin vermeyin, hatta bunu kendinize yapmayın. Kale gibi dimdik ayakta durmanızı ve her ne pahasına olursa olsun yazmaktan vazgeçmemenizi diliyorum.
SEO rekabeti
SEO adını ilk duyduğumdan beri, insanda huzursuzluk yaratan bir yanı olduğunu inkar edemem. Çünkü olmasaydı bu kadar rekabette olmayacaktı. Çünkü olmasaydı seocular, seo paketleri, seo çalışmaları da olmayacaktır. Açıkçası bu rekabetin can sıkıcı ve gereksiz olduğunu düşünüyorum.
İçerik üretiminde istikrarsızlık
Çok olağan ve hemen hemen her blog yazarının karşılaştığı bir durumdur bu. Aslında ben bu durumu biraz da bisiklet sürmeyi yeni öğrenen bir çocuğun, düşüp dizini yaralamasına benzetiyorum. Hep koşmak olmaz, ara sıra yürümek, hatta oturmak ve beklemek de lazım. Ama biz emeklemeden koşmayı istediğimiz için hep düşüyoruz. Bu da bizi blog yazmaktan soğutuyor. Bir şair sizce eline kağıt kalem alıp, hadi bir şiir yazayım diye mi yazmıştır şiirlerini? Yoksa belirli bir duygu birikimi içinde, ortaya çıkmış bir patlama mıdır şiir dediğimiz şey? Ama bunlardan daha da önemli bir şey vardır. O da blogunuzla aranızda olan bağınızdır. O yüzden bir blog yazarı önce blogunu, sonra da yazmayı sevmeli. Gerisi çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecektir. Ayrıca son dönemlerde içerik üretmek konusunda bir yazı hazırlamıştım. Umuyorum ki, birileri için faydalı da olacaktır. Blog yazarlığında yeni bir dönem başlıyor!
Kullanmadıkları ürünlerin bile tanıtımını yapan blog yazarları yüzünden internet kullanıcılarının blog yazarlarına olan güveninin zedelenmesi
Güven, belki de blog yazarlığındaki en önemli husulardan biridir. Zira okuyucu ile yazar arasındaki bağ, bu güven duygusu ile oluşur. Eğer bu güven duygusu sağlanamamışsa, ya da bir nedenle sarsılmışsa, sonrasında üreteceğiniz hiçbir içeriğin de okuyucu gözünde hiçbir değeri kalmayacaktır. Blog yazarlarının, popülerlik ve çok okunma hırsı ile böyle bir duruma düşmesi, açıkçası bana aptalca geliyor. O yüzden bu tür çabalar içinde olan blog yazarlarına, yol yakınken yapmakta oldukları şeyden vazgeçmelerini tavsiye ediyorum.
Blog yazarlarına basın kartının verilmemesi
Bu bahsettiğiniz şeyin, görünen köy kılavuz istemez sözüne dayanarak bir hayal olduğunu üzülerek söylüyorum. Çünkü istek ve talepler doğrultusunda verilecek olan bu kartlar için henüz çok erkendir. Aynı zamanda kötü amaçlı kullanmak isteyenler de mutlaka olacaktır. Hem basın kartı verecek olan ilgili kuruluş ve makamların blog yazarlığı hakkında pek bilgi sahibi olduklarını da düşünmüyorum açıkçası. Belki de bir fikirleri vardır ama kime verip-kime vermeyeceğiz diye çelişki içinde olduklarından, vermemeyi daha uygun görmüşlerdir.
Blog yazarlığını hobi mi yoksa meslek olarak mı yapıldığının karıştırılması
Blog yazarlığının meslek olarak nitelendirilmesi için, öncelikle toplulumuzda blog kültürünün belirli bir konuma sahip olması gerekiyor. Blog yazarak para kazanabilirsiniz, fakat öncesinde bu işin meslek olarak insanların bilincinde yer edinmesi gerekiyor. Biraz da sizin o işi ne amaçla yaptığınızla alakalı bir durumdur bu. Zira hem hobi olarak hem de, meslek olarak görenler vardır. Ama şu an için bir meslek olarak görülmesi bana mantıklı gelmiyor.
Hem internet kullanıcılarının hem de blog yazarlarının, YouTube, Instagram gibi diğer sosyal medya mecralarına kayması
Aslında kayılmış bir taraf göremiyorum ben. O yüzden bu sosyal mecraların hiç olmaması durumunda ne gibi farklılıklar olur diye düşünmek gerekir. Örneğin instagram, çok geniş bir kullanıcı kitlesine sahip olması nedeniyle blog yazarları da, bir blog yazarı olarak bu kitlede bulunmak istiyor. Getirisi illa ki olacaktır çünkü ve herkes bunun bilincinde.
Her blog yazarının aynı zamanda YouTube’da da olmalı inancı
Tamamen yanlış bir düşünce ile yola çıkan blog yazarlarının, aldığı yanlış kararlar neticesinde açtığı youtube kanallarını desteklemiyorum. Çünkü gördüğüm ve kanalı olan bir çok blog yazarının sadece hesap açmak için, youtube de olduğunu görüyorum. Halbuki faydalı içerikler üreterek, ürettiği içerikleri çektiği özgün videolarla destekleyen blog yazarları en doğru olanını yapmaktadır. İşi kuralına göre oynuyorlar. Blog yazmak yerine video çekmek konusuna ayrıca değinmiştim zaten.
Daha fazla okunma, daha fazla trafik, daha fazla ziyaretçi çabası.
Hevesle açılmış bir blogun, bir müddet sonra kapanmasıyla sonuçlanan bu durumu hala bazılarının anlamamasını ve anlamakta çaba göstermemesini garipsiyorum. Çünkü bu tür çabalar içinde olan yazarlar, bir müddet sonra yukarıda bahsetmiş olduğum blogla olan o gönül bağını da koparıyor. Hatta sanki blog dile gelip isyan ediyor o yazara. Yazar da bu kopma sürecinde, daha fazla ziyaretçi ve trafik gibi konulara odaklandığından, ortaya samimiyetsiz yazılar çıkıyor. Prensip olarak edindiğim ve inandığım bir söz vardır o yüzden. Kitle yazarı değil, yazar kitlesini yaratmalı.
Teşekkürler
Çalıştaya dahil edilen konu başlıklarını cevaplamak benim için gerçekten de çok keyif vericiydi. Uzaktan katılımla konu ile ilgili düşüncelerimi aktarabildiğim için de mutluyum. Başta bu organizasyonu düzenleyen değerli blog yazarı arkadaşlarım olmak üzere, katkıda bulunan herkese teşekkürlerimi iletiyorum.
Bu çalıştay için bir davet e-postası almıştım ama işlerim nedeniyle katılmam mümkün olmadı.
Güzel sorular / başlıklar varmış. Ondan daha güzel olansa sizin verdiğiniz cevaplar olmuş. Yeniden cevaplamak gerekse bile yazacak bir şey bırakmamışsınız. Kaleminize sağlık.
Her zaman yazacak bir şeyler vardır. Çünkü siz ve ben aynı kişiler değiliz. Herkesin aynı fikirde olduğu bir yerde kimse fazla düşünmüyor demektir. O yüzden sizin de söyleyecek bir şeyleriniz olduğuna eminim.
Merhaba, ben de heves ve merakla çalıştaya gitmek için hazırlandım ve çıktım. Ama fırtına, trafik yoğunluğu Avrasya Tüneli girişinde pes etmeme neden oldu. Metro çok kalabalık ve aktarmalı, arabayla gitmek ise zordan bir tık fazla olacaktı. Üzülmeyin nasip olmayınca İstanbul'da da gidilmiyor. Çok güzel bir yazı, ben de yazmayı düşünüyordum, çoğunda hemfikirim elinize sağlık. Yorum konusunda özellikle yanlış bir algı var. Ben katkı veren yorumlardan öyle mutlu oluyorum ki, bazı yorumlardan yeni bir yazı çıkıyor adeta ama yorum yazma zorunluluğu ya da bana yazdı ben de yazayım hissi doğal ve katılımcı değil. Kimseye gönül koymam, laf olsun diye de kimseye yorum yapmam.Hesap kitap işi değil yüreklere zihinlere değme işi benim talep ettiğim. Organik ve doğal seyrinde olanın daha kalıcı ve faydalı olduğuna inanıyorum. Seo, anahtar kelime konusu da Google gemisine bindiğimize göre botları görmezden gelmek olur mu? Yapıyor musunuz, biliyor musunuz derseniz yaptığımın teknik kısmını da minimum da olsa bilmek adına öğrenmek istiyorum. Çalıştayın gelecek vaat eden bloglar listesinde adınızı görünce sevindim, yolunuz açık olsun.Bu işi sevene bu tür motivasyonlar çok hoş gelir. Selamlar..
Açıkçası kendi motivasyonumu kendim yaratıyorum ben. Çünkü yazmaktan soğutan ya da motivasyonu kıran her şey ile yüzleştiğimi düşünüyorum. Hatta yorumlarla ilgili de samimiyetimle şunu söyleyebilirim. Son 100 yazımda bir yorum almamış olsam dahi. 101. yazımı yine yazardım. Çünkü hedefim ve düşüncelerim odaklandığım şeyler farklı. Bu yüzden (toplum olarak yaşadığımız tatsız olayları saymazsak) motivasyonumu düşüren hiçbir şey yok diyebilirim.
Çok aydınlatıcı bir yazıydı.Ben kendi adıma psikoloji yazıyorum ama ara ara kendi hayatıma dair şeyler de paylaşıyorum.Çünkü okuyanlar,yazan kişinin gerçekliğini sorguluyorlar bazen.Bir de blogların devamlı ürün reklamı yapmaları,sağlam yazılar yerine sponsor vasıtasıyla rantın peşine düşmeleri güven sarsılmasına neden oluyor.Ben bile artık bir çok arkadaşımın derdinin blog yazmak değil bedava ürün kazanmak ve orada burada sponsor buluşmaları yapmak olduğunu görüyorum.Bu tür abartan blogları da listemden çıkardım zaten.Özgün,emek verilmiş ve ilkeli yazan blog yazarlarını zevkle okuyorum.Biraz uzun bir yorum oldu ama ben de içimi dökeyim dedim 🙂
Yorumunuzun uzun kısa olmasına takılmayın lütfen. Zira blog yazarken de yazının uzun/kısalığına fazla takılmıyorum. Yazı kendi kendini bitiriyor bir yerde. Yani garip ama öyle olduğuna inanıyorum. Yazan kişinin gerçekliğini elbette sorguluyor insanlar. Bu yüzden yazılanların içinde bir kaç parça da olsa samimiyet görmek istiyorlar. Bu samimiyet yoksa, ben de uzaklaşıyorum o bloglardan. Ama tabi bu samimiyetin de bir dozu olmalı. Çokta lakayt bir tavırla bir şeyler yazmak ne kadar doğru bilmiyorum. Sponsor ve reklam olayları hakkında dediklerinize de aynen katılıyorum. Benim de blogumda reklamlar var ama insanları bir reklamın içine boğmuyorum. Ayrıca tanıtım yazıları da yayınlamıyorum. Şimdiye kadar iki adet teklif aldım ama her ikisini de reddettim. Böyle daha iyi olacağını düşünüyorum.
Çok iyi bir yorumdu.
Teşekkür ederim.
Can alıcı noktalara değinmişsin.Özellikle üniversite öğrencisi olarak blog yazmanın önemini 6 ay blog yazamamakla anladım.
6 ay gerçekten uzun bir süre. Benim de öyle bir deneyimim olmuştu.
Genel itibariyle blog dünyasına güzel bir bakış açısıyla yaklaşmısınız. Tebrik ediyorum.
Twitter 140 karakter, Vine 7 saniyeydi yanlış hatırlamıyorsam. İnsanlar saatlerini internetle haşır neşir olarak geçiriyor fakat her bir sayfaya ayrılan süre ise git gide düşüyor. Düşündürücü bir durum…
Herkes muhatabını bir şekilde buluyor.
Yaptığın yorumu keşke silmeseydin.
ben yaptığım yorumu silmedim ki ama 🙁 hatta sana sorucaktım neden sildin! diye. 😀
şöyle bişeydi hatırladığım kadarıyla:
beni de bi zamanlar böyle yerlere davet ederlerdi, hiç birine gitmedim, artık davet edilmiyorum. içerik harika olmuş , teşekkürler paylaşım için 🙂
Hayır kesinlikle silmedim. Ayrıca aklınızda da bulunsun. Hakaret ya da küfür içermediği sürece bütün yorumları yayınlıyorum.
Evet çok aydınlatıcı biz yazı olmuş, fakat günümüzde blog ve seo çalışmalarının olmadığı bir ortamda, kendinizi internette üst sıralarda göstermeniz mümkük olmuyor, kurmuş olduğunuz internet sitesi ve emekler boşa gitmiş oluyor. O yüzden de seo çalışmaları ve bloglar günümüzde çok gerekli, özellikle de ticari bir web sitesi yada ticari bir alanda faaliyet gösteriyorsanız eğer.
Seo çalışmalarına artık pek kulak asmaz oldum aslında. Kendi kendine yükseliyorsa site yükseliyordur. Yok yüselmiyorsa da daha fazla emek var zaman harcamak gerek demek ki. Ama amaç sadece yükselmek olmamalı. İnternet ortamına faydalı bir şeyler de katmak olmalı.
Teşekkürler Tabloda