Çoğu zaman bir eserin kendisinden çok, eser sahibini tanımayı ve anlamayı daha fazla ön planda tutmuşumdur. Bu yüzden inceleme olarak üzerinde çalıştığım hikâyeyi şimdilik bir kenara bırakarak, Anton Çehov hakkında birkaç genel bilgiden söz etmek istiyorum.
Anton Çehov; öyle çok da uzun bir ömür geçirmiş yazarlardan biri değildir. Bu yüzden günümüzde popülerliği hala devam eden eserlerinin tamamını kırk dört yıllık bir yaşam sürecinde yazmıştır. Tabi bu kırk dört yıllık yaşamın on dört yılını çocukluk dönemi olarak düşersek, geriye sadece otuz yıl gibi bir dönem kalıyor. Peki Anton Çehov‘u bu kadar özel kılan neydi de, eşsiz hikayeler yazma sanatının ustalarından biri haline geldi?
Çehov; 1860 yılında dört çocuklu bir ailenin ortanca çocuklarından biri olarak dünyaya geldi. Tarih sizlere bir şeyler hatırlattı mı bilmem ama Darwin’in Türlerin Kökeni kitabı da 1859 yılında yayınlanmıştı. Yani bu tarihten Karl Max, Darwin ve Lenin dönemi olduğunu anlayabilirsiniz. Babasının mesleği bakkal olan Çehov, ilk mesleğine babasının yanında çıraklık ederek başladı. (İnsanlar ile iletişimde bulunabileceği, dönemine göre iyi bir meslek olduğunu düşünüyorum) İlk hikayelerini ise lise yıllarında yazdı. (Kılıflı adam, Edebiyat Öğretmeni)
Çehov üniversite yıllarında, dönemin yerel dergi ve gazetelerinde bir çok hikaye ve yazılar paylaştı. Üniversiteyi bitirdikten sonra ise Melbourne’ün Masalları adındaki ilk kitabını çıkardı. Asıl mesleğinin doktorluk olması ilgimi çeken diğer bir husus olmuştur. Edindiği mesleki tecrübeleri ve yaşadığı olayları hikâye niteliğinde aktardığını tahmin ediyorum ki, o dönemde yazmış olduğu ”Kaçak” ve ”Cansız ceset” gibi hikayeleri görünce bu öngörümde yanılmadığımı anladım.
Çehov’un politik bir görüşü olmadığı gibi kendi halinde etliğe sütlüğe pek karışmayan biri olduğunu da söyleyebiliriz. Ayrıca 1886-1887 yıllarının özel olduğunu düşünüyorum. Çünkü her iki yılda da Çehov, bir kitap yazmış. Dolayısıyla o dönemin Çehov’un en verimli ve üretken olduğu dönem olduğunu da söyleyebiliriz. Lev Tolstoy ve Maksim Gorki ikilisi ile yakın arkadaşlık ettiği söyleniyor. Hatta Maksim Gorki ve Anton Çehov arasında geçen mektupların ”Yazışmalar” adı altında kitap haline getirildiğini öğrenince hayli şaşırdım.
Bunu aslında anlayabiliyorum. Çünkü müzisyenler diğer müzisyenleri tanır, ressamlar diğer ressamları. Birkaç farklı yazar ile iyi arkadaşlık ilişkisi içinde olması bu yüzden çok normal. Fakat bu arkadaşlığın ortaya çıkan eserlerde de görülebileceği kanaatindeyim. Çünkü birbirleri ile fikir alış verişi içinde olduklarını düşünürsek, birbirlerini etkilemeleri ve birbirlerinden esinlenmeleri çok olağan bir durumdur. Yazar hakkında az da olsa bilgi edindiğimize göre artık öykülerimize geçebiliriz. Anton Çehov’un ”Köpeğiyle dolaşan kadın” adlı kitabından ilk olarak seçmiş olduğumuz Elçi hikayesini inceleyeceğiz.
Anton Çehov’dan Elçi
Hikâyeyi okuyup okumadığınız konusunda emin olmadığım için sinopsis formatında sizlere anlatmak isterdim ama çok daha güzel bir şey buldum. O da hikayenin kısa filmi. Dokuz dakikalık amatörden biraz hallice ama genel olarak çok beğendim. Tabi uyarlama olduğu için kitaptaki sözlerle birebir uyuşmaması da normal. Şu ölümlü dünyada Anton Çehov öyküsünden uyarlanmış bir kısa film izlemedim dememek için sizleri play tuşuna basmaya davet ediyorum. Değerli vaktimi dokuz dakikalık bir kısa filmle heba etmeyip alt satırdan okumaya devam edeyim diye düşünüyorsanız, bana söylemeyin ama kaldığınız yerden okumaya devam edin.
Anton Çehov’un Elçi adlı bu öyküsünde özellikle bir şey dikkatimi çekti. Hikayelerde genellikle şöyle bir başlangıca rastlarız: Bir zamanlar..
Bu bir ön hazırlık aşamasıdır aslında. Ancak Çehov bunun tam tersine hikayeye bodoslama dalarak şöyle bir giriş yapmış:
Şişşt… Kapıcının odasına gidelim burada olmaz..
Kapıcı kim, olmayan ne, kiminle gidecek? Dolayısıyla merak uyandırıcı bir giriş ile okuyucunun ilgisini çekmeyi daha ilk satırda başarıyor. Sonrasında ise karakterleri oyuna sürüyor. Ancak karakterlerin kendi aralarında konuşmaları duygu ve düşüncelerini yeterince yansıtmadığından, Anton bir anlatıcı olarak devreye giriyor ve olayların gelişim süreci ile ilgili bize bilgiler veriyor. Bunu sadece bilgi vermek olarak görmüyorum elbette. Hikayenin sağlam temeller üzerine oturmasında da önemli bir katkısı var bu durumun. Dolayısıyla karakterlerin kendi aralarında konuşmalarından sonra, her seferinde Anton devreye tekrar giriyor. Bu detayın hikaye yazanlar için kritik bir önem taşıdığını düşünüyorum. Onun dışında Anton’un kendine has bir betimleme yeteneği hikayemizde göze çarpıyor. Örneğin üçüncü sayfanın son paragrafındaki şu bölüm:
Dezdemonov saçlarını taradı, yeleğini düzeltti, eliyle ağzını kapayarak öksürdükten sonra yürüdü.
O anda karakterin gerçek bir karakter olduğu hissi adeta zirve yapıyor. Çünkü bu eylem böyle durumlarda çoğumuzun yaptığı bir eylemdir. Diğer bir örnek ise, ilk sayfadaki şu sözlerdir:
Öfkeden kıpkırmızı olmuş, yüzlerde kaslar geriliyor, göğüslere yumruklar inip kalkıyordu.
Bu bölümün anlatım tarzı olarak iyi bir betimleme örneği olduğuna şüphe yok. Bu tarz yalın bir betimlemenin hikayeyi aslında hikaye yapan ince detaylar olduğunu da fark ediyoruz. Genel olarak hikayeye baktığınızda o kadar sıradan bir olay anlatılmış ki, ancak yazarın anlatım tarzı ve karakterleri mükemmel betimlemesiyle kafamızda adeta bir film sahnesini canlandırmayı başarıyor.
Ellerine sağlık böyle değerli bir yazı için