Ne zaman bir yolculuk esnasında cam kenarında otursam, dış dünyayı seyrediyor ve istemsizce derin düşüncelere dalıyorum. Bu yazımda da kırık oyuncaklar sepeti adında başlık atarken henüz iki yaşındaki oğlumun farkında olmadan kırdığı oyuncaklarını ve küçük parçalarını düşündüm. Bu sepette önceleri kalem pil, şarj kablosu gibi şeyler bulunuyordu. Ancak zamanla onların yerini oyuncak parçaları aldı. Çoğunu “belki sonra onarırız diye sakladığım” parçalar… Garip olan şu ki, zamanla bu parçaların çoğaldığını fark ettim. Biraz benim ertelemelerim, biraz da aslında hiç onarılamayacak bir parça oluşu sebebiyle sepet bir müddet sonra dolmaya başladı.

Sepette sakladığımız parçaları düşünürken aslında içinde çok derin, tanıdık bir duygu daha olduğunu fark ettim. O da zamanla onarır ya da tamamlarız diye sakladığımız diğer tüm şeyler.
Belki bir ilişki, bir hayal, bir anı…
Hepsi birer “parça” ve hepsi bir gün tamamlanır umuduyla bir kenarda bekliyor. Ama zaman, (biz hep onarıcı yönüyle onu vurgulasak da) çoğu zaman bir tamirci değil. Bazen kaybolan bir parçanın ardından, geriye sadece o parçanın eksikliği kalıyor. O hasır sepeti bu sebeple biraz da içimizdeki bu boşluklara benzetiyorum. Her şeyin bir gün “yerine oturacağı, iyi olacağı” umuduyla tamamlanması bekleyen boşluklar.
Öte yandan belki de mesele tamamlamak değil de, eksik haliyle sevebilmektir diye düşünüyorum.
O oyuncağı, o anıyı, o insanı…
Çünkü bazı parçalar kaybolur, bazı şeyler yarım kalır. Ama geriye kalanla da bir hayat kurulur, her ne şekilde olursa olsun iyi-kötü yola devam edilir.

Nedendir bilmem tam da bu satırları yazarken aklıma arabalar filmindeki Şimşek McQueen’in yakın arkadaşı, çekici Mater geldi. Eski döküntü bir hali vardı hatırlarsanız. Bir sahnede tamir edilmesi öneriliyordu ama Mater reddediyordu. Gerekçesi ise; sahip olduğu çiziklerde ve darbelerde bir yaşanmışlığın gizli olmasıydı. “Mükemmel” olmak, tertemiz ve yepyeni olmak değildi Mater için. Geçirdiği kazalar, aldığı darbeler, kaybettiği parçalar…
Hepsi aslında bizi biz yapan şeylerin bütünüydü.Onları silmeye çalışmak ya da noksanlığından dem vurmak, nehrin tersi yönünde kürek çekmek gibi boşa bir uğraş olacağı gibi, kendimizi de inkar ettiğimiz anlamına gelirdi.
Sepet daha ne kadar dolar bilemiyorum ama parçaları atmaya hiç niyetim yok. Oğlum büyüdüğü zaman belki de bir sepet dolusu kırık oyuncak hediye edeceğim ona. Kulağa böylesi daha hoş geliyor gerçekten. O da muhtemelen “aaa bu parça benim en sevdiğim dinozorumun koluydu” gibisinden bir tepki ile şaşkınlığını dile getirip mutlu olacak. Belki sonrasında Mater’in hikayesini de anlatırım.
Kalemine sağlık