Öleceğimizi bile bile yaşamak, hayatımız boyunca yiyeceğimiz en pis spoilerdir sanırım. Daha en başından filmin sonunu biliyoruz çünkü. Mesele şu ki, öldükten sonra nereye gidiyoruz, cennet ve cehennem sahiden var mı?
Bu soruyu küçük bir çocuğun bana sorduğunu hayal ettim bir an.
– Abi insanlar ölünce nereye gidiyor?
– Şimdi şöyle diyeyim… İyi insanlar cennete, kötü insanlar da cehenneme gidiyor.
– Peki Cennet nasıl bir yer güzel mi?
– Elbette güzeldir! Yemyeşil ağaçlar, kuşlar, en güzel yiyecekler, birbirinden güzel kızlar… daha neler neler.
– Sen cennete kaç kere gittin abi?
– Yok aslında ben cennete gitmedim. İyi insanlar ölünce cennete giderler. (Sana sadece kulaktan dolma bildiğim şeyleri söyledim)
– Peki cehennem nasıl bir yer abi?
– Bütün kötü kalpli insanların cezalandırıldığı, çok ama çok kötü bir yer. O yüzden elimizden geldiğince iyilik yapmalı ve cennete gitmek için çabalamalıyız.
İşte…
Küçük bir çocuğa verdiğimiz (verebileceğimiz) tipik cevaplar bunlardan ibaret. İlahiyat falan okuduysanız çocuğun zihninde belki 3D bir cennet ve cehennem simülasyonu çizebilirsiniz ama yine de daha ötesi yok. Çünkü kendi cennet ve cehennemimiz de bundan ibaret. Fazlası değil! Muhtemelen bize sorular soran çocuğun, gelecekte kendi çocuklarına anlatacağı cennet cehennem de yine bu olacak.
Bana kalırsa cennet ve cehennem inancı, insanın hayatındaki önemli bir boşluğu dolduruyor. Çünkü ölümlü olduğunun bilincinde olan bir tür olarak, varlığımıza başka türlü anlam kazandıramazdık. İşte bu yüzden cennet ve cehennemi hayatımızdan çıkardığımız, onu yok saydığımız anda, hayatın ve yaşamanın hiçbir anlamı kalmayacağına inandığımız gibi libidinal enerjimizi de yitirmeye başlıyoruz.
Madem günah diye bir şey yok, cezalandırılmak yok, cehennem yok, öteki dünya yok…! O zaman herkes kafasına göre yaşamaz mıydı?
Ödül-Ceza Sistemi Üzerine Kurulu Bir Düzen
Bu sözü sağda solda kaç kere duydum bilmiyorum. Ama mutlaka siz de birilerinden duymuşsunuzdur. Cennet ve cehennemin var olduğuna inandığı gibi, olması gerektiğini de savunanların kullandığı bir sözdür bu. Şimdi böyle bir söz söyleyen insanın, içinden bir sapık çıkmayacağını ben nereden bileyim? Çünkü yapacağı her kötülüğün hesabının sorulacağına inandığı için, kötülükten sakınan bir zihniyet bu. Gel şimdi bu adama cennet ve cehennemin olmadığını söyle. Ertesi günü gidip nasıl olsa cehennem yok diye birini bıçaklar. Tersi şekilde birine iyilik yaparken de, cenneti (kişisel çıkarını) düşünen bir zihniyet, özünde nasıl iyi biri olabilir?
Bir yanda yaptığı veya yapmayı düşündüğü kötülüğü, sonunda ceza alırım korkusuyla yapmayan insan, diğer yanda o kötülüğü gerçekten kötü ve yanlış bulduğu için hür iradesiyle yapmayan insan var. Sizce toplum için hangisi daha faydalıdır?
Aslına bakarsanız bizim cennet ve cehennem dediğimiz şeyin, tamamen ölüm korkusunun yaratmış olduğu bir gerçeklik olduğunu düşünüyorum. Çünkü ölüm=bilinmezlik olduğuna göre, insan zamanla bu bilinmezliği bir şekilde yorumlama ve anlamlandırma arayışı içine girmiş ve yine kendince sonu ödül-ceza sistemine dayalı bir çözüm üretmiştir. Üstelik sadece ölüm için değil, bilimsel olarak ulaşıp yorumlayamadığımız birçok şeyi, bir takım inançlarla bağdaştırdığımızın tarihte sayısız örnekleri de mevcuttur.
Kuyruklu Yıldız Kehanetleri
Asırlar önce kuyruklu yıldızlar; veba salgını, savaş, kıtlık, dünyanın sonu gibi bir takım kehanetlere yorumlanıyordu. Ancak günümüzde ise; o kuyruklu yıldızın tam olarak ne olduğunu biliyoruz. Hatta çok değil yakın bir tarihte şahit olduğumuz kuyruklu yıldız tarikatı (Heaven’s Gate tarikatı) da kendince cennetin kapısını insanlara açmış ve yüzlerce insanın toplu intiharına sebep olmuştu. Yani adamın biri çıkmış ve cennet vaadiyle yüzlerce insanı kandırmış, sonunda ise kuyruklu yıldızın arkasına atlayıp cennete gideceklerini söylemiş. İşin acı yanı ise yüzlerce insan bu adama inanarak toplu intihar etmiştir.
Nepal’in Kumari‘leri vardır mesela bilir misiniz?
Küçük bir kız çocuğunu alıp kendilerine Tanrıça ilan ediyor, sonra da ona tapınıyorlar. Bu kız çocuğu biraz yaşı ilerleyip genç kız olunca da, tamam sen artık tanrıça değilsin deyip, yeni bir tane seçiyorlar. İşin kötü yanı bu emekli Tanrıçayı eş olarak kimse de almıyor, çünkü erkekler lanetlenmekten korkuyorlar. Tabi daha da öncesinde Tanrıça olabilmek için (kesik hayvan başlarının bulunduğu karanlık bir odada üç beş gün geçirmek gibi) ilginç sınavlara tabi tutuluyorlar. Ve bu kız çocukları tüm bunları yaşarken sadece 4-5 yaşlarında oluyor. Bildiğin çocukluk travması, başka bir şey değil. Coğrafya hakikaten bazen kader olabiliyormuş.
Şimdi düşününce böyle bir tarikatın peşinden gitmek ya da küçük bir kız çocuğuna tanrıça diye tapınmak, insana gerçekten aptalca geliyor değil mi? Çünkü bilmediğimiz bir olguya cevap arayışımız ve onu metafiziksel anlamda yorumlayışımız Stephen Hawking‘in de dediği gibi olsa olsa masal olurdu.
Beyni, bileşenleri bozulduğunda çalışmayı durduracak bir bilgisayar olarak görüyorum. Bozuk bilgisayarlar için cennet ya da öbür dünya yoktur; bu karanlıktan korkan insanlar için bir peri hikayesi.
Stephen Hawking – 2011 Guardian Röportajı
Eğer cennet ve cehennem kavramına inanç penceresinden bakacak olursak, hepimiz Tanrı’nın ”uslu durursanız size ödül vereceğim, yaramazlık yaparsanız da kulağınızı çekeceğim” dediği küçük çocukları oluyoruz.
Peki cennet ve cehennem olmasaydı hayatımızda neler değişirdi?
- Kimse size tılsımlı kitap, cennet tapusu ya da yanmayan kefen satamazdı mesela.
- Kimse size kendi varlık ve saltanat içinde yaşarken şükretmenizi söyleyemezdi.
- Olan biten tüm kötü olaylara ”imtihan” demek varken, kimse size sorgulayın diyemezdi.
- Kimse size cihat ederek ölün, öldürün diyemezdi.
Çünkü bu sistem tamamen korku üzerine kuruludur ve insanoğlunun en büyük korkusu da ölüm korkusudur. Yine bu yüzden hepimiz dışarıdan bakınca kardeşiz ve eşitiz. Aslında bir bakıma doğrudur bu, ama durup dururken aklıma şu sözü de getirmedi değil.
“Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir.”
Anlayacağınız her coğrafyada farklı cennet ve cehennemler, o cennet ve cehenneme ulaşılan farklı yollar var. Biz kurban kesiyoruz mesela, başka yerde dinozor kesiyorlar. Biz namaz kılıyoruz, başka bir yerde amuda kalkıyorlar.
Değişmeyen tek şey ise; bu sistemin sürekli birilerinin işine yarıyor olması!
araştırılınca anlaması daha kolay her şeyi bu konularda da gayet açık bilgiler bulmak en doğru kaynaktan mümkün 🙂
Daha kendi bedeni ve kendi hayatına hükmedemeyen insanın dünyaya hükmedebilme hayali de başlı başına bir oksimoron aslında.
Harika bir paylaşım olmuş, yüreğinize sağlık…
Teşekkürler Güzel Bilgi İçin
Bu güzel içerik için teşekkür ediyorum. Işık gibi doğdunuz!
çok güzel ve açıklayıcı olmuş saol
üşenmeden tek solukta okudum teşekkürler 🙂
başlıktan hiç böyle bir yazı geleceğini tahmin bile etmemiştim, baya etkileyiciydi. Harari’yi hatırlattı bana.