Bu sabah ilginç bir şey oldu. Aslına bakarsanız herkes için olağan bir durumun çok ilginç, davranışsal ve psikolojik açıdan farklı sonuçlar doğurabileceğini fark ettim.
Her zamanki gibi sabahın erken saatlerinde iş arkadaşımla birlikte yola çıktık. Aracı o kullandığı için ben de yan koltukta pinekliyordum. Her gün geçtiğimiz bir kavşağa geldiğimiz sırada, arkadaşım kafasını ön cama doğru uzatıp ”burada mobese var mı” diye sordu. Ben de sağa sola hızlıca bakındıktan sonra bir şey göremediğimi söyledim. Daha sonra ikimiz de olup olmadığından tam emin olmayarak, o kavşağı beklemeden geçtik. Geçtikten sonra da (aslında tam olarak geçme esnasında) kamera olduğunu fark ettik.
İşte bu basit olay üzerine hangi durumlarda kurallara uyduğumuzu ve hangi durumlarda o kuralları ihlal ettiğimizi düşünmeye başladım. Düşünmeme sebep olan şey ise; haftalar önce izlediğim bir belgeselin küçücük bir bölümüydü. O bölümü de hemen özet geçeyim.
2015 yılında Yeni Zelanda’da bir psikolog tarafından yaşları beş ile on arasında değişen çocuklara ilginç bir test yapılıyor. Testten ziyade oyun desek daha doğru olur. Psikolog duvara küçük bir hedef tahtası koyuyor ve daha sonra bir kaç metre gerisine beyaz bir çizgi çekerek, çocuklardan bu çizgiyi geçmeden arkaları dönük bir şekilde hedef tahtasına topları atmasını istiyor. Başlarını hafifçe çevirip hedef tahtalarına bakabileceklerini, ancak sırtlarının kesinlikle dönük olması gerektiğini söylüyor. Oyunun sonunda ise en çok puanı toplayana muhteşem bir ödül vereceğini açıklıyor. Çocuklar daha sonra tek tek odaya alınıyor ve her biri bu oyunu oynamaya başlıyor. Bu sırada psikolog, onları gizli bir kamerayla dikkatli bir şekilde izliyor. Elbette çocuklar izlendiklerinden habersiz.
İlginç bir şekilde çocukların neredeyse tamamı, kendilerini kimsenin izlemediklerinden emin oldukları için hile yapıyor. Kimisi hedef tahtasına yüzünü dönüp atıyor, kimisi de atış dahi yapmadan topları hedef tahtasına koyuyor. Psikolog çocukları yeniden aynı odaya topluyor ve bu kez onlara boş bir sandalyeyi göstererek şöyle diyor: Bu sandalyede oturan Alice adında bir prensesimiz var. Alice, oldukça iyi kalpli ve çok yardımsever bir prenses. Ancak aynı zamanda Alice’in sihirli güçleri de var, isterse uçabilir veya görünmez olabilir.
Bu açıklamanın ardından çocuklar, tek tek odaya girerek oyunu yeniden oynamaya başlıyor. Psikolog ise ikince kez onları gizli kamera ile izliyor. Şaşırtıcı bir biçimde bu kez çocuklarının hiçbirinin hile yapmadığını ve oyunu kurallarına göre oynadığını fark ediyor. Hatta küçük bir kız, oyunu oynamadan önce boş sandalyeyi eliyle (sanki prenses Alice oradaymış gibi) yokluyor.
Psikolog bu testin ardından insan olarak inancın gerekli olduğu görüşünü savunuyor ve bencil davranışlarımızdan vazgeçip kötülüğü kontrol etmek için, izlendiğimize inanmamız gerektiğini söylüyor. Anlayacağınız o küçük mobese kamerası ve prenses Alice, insanlar üzerinde yaşları ve yaşadıkları coğrafya farklı olsa dahi benzer etkiler gösteriyor. Toplumsal huzur için sanırım bu gerekli. Fakat! Biri tarafından izlendiğimizi düşündüğümüz anlarda ya da izlenmediğimizden emin olduğumuz anlarda, sergilediğimiz davranışlarımızda farklılıklar oluşuyorsa, ”insan olmak” adına bir yanımızın eksik kaldığını söylemek yanlış olmasa gerek.
Belgesel: Morgan Freeman ile İnancın Hikâyesi – Bölüm: Kötülük neden var?
Öneri yazı: Cennet ve Cehennem olmasaydı
Günlük yaşamınızdan çıkarım yaparak güzel bir yazı yazmışsınız.
Tebrik ve teşekkür ile……..