Oldum olası bir kenara geçip çocukları izlemeyi çok sevmişimdir. Henüz yüz hatları bile tam oluşmamış bu canlıların gelişmekte olan kas ve iskelet sistemini bir kenara bırakırsak, masumiyetin en güzel incileri gibiler. Dünyayı algılayış biçimleri öylesine yalın ve sade ki, yetişkinler olarak acaba bazı şeyleri biz karmaşıklaştırıyor olabilir miyiz diye düşünmüyor değilim.
Ağzından çıkan cümleler düşünceleriyle doğru orantılı, yine aynı şekilde sevdiği ya da sevmediği şeylere göstermiş olduğu tepkiler makul derecede mantıklı. Çünkü sevmiyorsa bütün benliğiyle, dilindeki kelimelerle, omuz silkmesiyle, kaş çatmasıyla her haliyle sevmiyor. Çocuğun lugatında -mış gibi yapmak ya da görünmek yoktur. Yalan söylemeyi, karşılıklı çıkar ilişkilerine dayalı davranış biçimlerini ve korkmayı hep sonradan öğrenirler. Adına büyümek dediğimiz şey aslına bakarsanız zehirlenmek bile olabilir.
”İnsan yanılgılarıyla eğitilmiştir. İnsan tamamlanmamış bir canlıdır ve aşılması gerekir” diyen Nietzsche de; üstinsanı bir çocukta bulur. Çünkü çocuk, kendi oyun düzenini kurar ve kendi kurallarına göre oynar. Bizler ise; Niche’nin üstinsan kavramında bahsetmiş olduğu çocuktan uzak, içinde yaşamış olduğumuz toplum ve sadece o topluma özgü çevresel etkenler, sosyal baskılar ve kültürel öğretilerin içinde sıkışıp kalıyoruz.
Bu sıkışıp kalma durumunda kendimize neyi mi soracağız?
Yaşamaya cesaretimiz, gücümüz var mı?
Kendi hür irademizle yaşadığımızı düşündüğümüz hayatımız, aslında dışsal bir çok etken tarafından biçimlenmekte ve öyle de son bulmakta. Öyleyse bu bekleyiş, bu korku, bastırılmış onca duygu niye? Madem bir kez yaşıyoruz, madem ki bu hayat bizim… O halde tüm bu öğretilerden ve baskılardan arınıp kendi değerlerimizi yaratmanın vakti gelmedi mi?
Öneri Podcast : Nietzsche’ye Göre Üst İnsan Olmanın 3 Aşaması
Çok teşekkürler…
“Adına büyümek dediğimiz şey aslına bakarsanız zehirlenmek bile olabilir.” tanımı muhteşem! Emeğinize sağlık.
derinlemesine bir yazı olmuş içinize sığdıramadıklarınızın blogu olmuş resmen…