Dizlerimi yaraladığım çocukluk yıllarımı özledim bugün. Garip, aptalca, anlamsız gelen her şeyi özledim. İnsan belirli bir yaşa gelince hafızasında pek bir şey kalmıyor. Fakat bazı şeyler hiç ama hiç silinmiyor. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda havanın yıllar önceki aynı kokusunu hissettim. Gökyüzü aynı gökyüzü, soluduğum hava aynı havaydı. Biraz daha zorlasam sokaktan geçen insanlar ve arabaları bana bir dejavu yaşatması için zorlayabilirdim belki.
İnsan geçmişe neden özlem duyar ki?
Eski filmler niye çok güzeldi? Ya da klişe dediğimiz eski bayramlar.. Parkasıyla ölüme giden adamları neden hep özleriz? Ruhumu sızlatan bir yanı var bu karmaşık duyguların. Çünkü özlenen her şey burukluğu da beraberinde getiriyor. Çoktan geçmiş ve bitmiş diye ağız ucuyla dile getirdiğimizde ne de kolay söyleriz aslında. Ama özlemekten de kendimizi alıkoyamayız. Her şey söylendiği kadar kolay olsaydı, kolayca unutulur bir çırpıda geçer giderdi. Geçmesin! Ara ara uğrasın inceden inceden sızlatsın sonra yine gitsin. Ama hep gelsin.
Hayatına bak!
İleriye, hep ileriye diye nasihatler verir bazıları. Onlar bile aynı özlemi duyarlar halbuki. Eski türkülerin ve sözlerin, sıcacık samimi insanların, temiz aşkların özlemini. Kafka gibi sevmek ya da seveni görmek isteriz.. Ama bir türlü kendimiz Kafka olmayı beceremeyiz. Tıpkı Milena olmayı beceremediğimiz gibi.. Filmlerdeki gibi işte.. Ne diyordu boyacı Halil? Ben sizin resminize aşığım! O insanları görmeyi isteriz işte. Gerçekten özleriz çünkü.
Sevmek zamanı mı geçti, biz mi geçtik yoksa o zamanın içinden?
Hayat, yavru bir kedinin oyun oynadığı iplik yumağı gibi. Hem karmaşık, hem tek bir parça.. Damakta kalan eski bir tat, ya da bir koku gibi gizli her şey. O gizli kokuları özleriz. (Yazar bir sigara yaktı) Hayatta kalma mücadelesinde aldığımız fiziksel darbeler, birer hatıra gibi belki küçük izler bırakır bedenimizde. Peki ya kalbimiz? İşlevi kan pompalamak olan bir organ işte.. diyesim gelse de diyemediğim kalbimiz? Keşke ne sen sor, ne ben söyleyeyim diye kenara atılabilecek bir şey olsaydı.
Değil!
Herkesin yüreği biraz nasırlıdır!
Özlemler de o nasırlardan yalnızca biri. Olgun insan deriz ya hani, ortada olan aslında olgun bir yürektir. Yoksa yürek herkeste var abicim. Ama bir bak bakalım ne kadar özlemle dolu, ne kadar yaralı? Görebilirsen tabi.
Bir ağaç gölgesinde kaygısızca uzanıp, serin serin esen havanın verdiği huzuru düşledim bugün. Gece vakti bir yıldıza takıldı gözüm. Aynı yıldıza kim bilir kaç kişi uzun uzun bakıp da, bir şeyler geçirdi içinden diye o insanları düşledim.
Hatta belki de birisi şöyle bir şey geçirmiştir içinden :
Her şeye rağmen, hayatta olmanın verdiği his ile yüzümde oluşan tebessümü kendimden gizleyemiyorum.
Gökyüzü aynı gökyüzüydü çünkü. Asırlardır yağmakta olan yağmur, tenimizi ısıtan güneş aynı. Bizim dışımızda hiçbiri değişmedi. Yağmurdan sonra gelen toprak kokusunun, bizden öncekileri de mest ettiğine şüphem yok. Belki o kokuda hissedilen duygular da aynıdır kim bilir? Benzer yalnızlığa ya da mutluluğa şahit olmuşlardır.
Bugün bir çok şeyi özledim.
Bu diyardan gelip geçen koca yürekli insanları özledim.
Her şeyden biraz kalır, diyordu hayat… Kavanozda biraz kahve, kutuda bir kaç sigara, insanda biraz acı.
Yüreği nasır olmayan ham kalmıştır, olmamıştır. Nasır kaba, sert, bozulmuşluk değil aksine yaşanmışlık, acıları bile tecrübe diye artı tarafa koymaktır/koyabilmektir. Hayat güzeldir kısaca, çünkü geçici değil tükenmezdir. Bizden değil bize verilen sonsuzluktur. Saydıklarınız ve hiç değişmeden duruyor dedikleriniz bize verilen sayfada üzerine yazdıklarımızın sayfa süsü ya da mürekkebi gibi. Özlem cesedimizle ruhumuzun hasbihal etmesidir bir nevi.. Kalp nasır tuttukça belki kabuk olur o nasır da korur onu, bilinmez..
Yorumunuzu kendi yazımdan daha çok beğendim.