Eğer birine insan neden yazar diye sorsaydık, vereceği cevaplar yüzeysel olarak diğer insanların vereceği cevaplardan farklı, ancak temelde aynı ortak noktaya sahip cevaplar olacaktır. Çünkü bireysel olarak yaşadığımız hayatlar birbirinden farklı olduğu gibi, bir neden sorusu karşısında vereceğimiz cevaplar da kısmen birbirinden farklıdır. Ancak ‘‘insan neden yazar” sorusu temelde aynı ortak sebeplere dayalı bir sorudur. Bu tıpkı insan neden ağlar ya da insan neden kahkaha atar sorularının temelde aynı ortak sebeplere sahip olmasına benzer.
İnsan neden yazar ki?
Yazmak, kısa ve öz olarak soyut olanı somut olana dönüştürmektir. Burada asıl sorulması gereken soru ise; ”insan soyut olanı, neden somut olarak açığa vurma isteği duyar” sorusudur. Duygu ve düşüncelerimizi, çektiğimiz acıları ya da yaşamış olduğumuz mutlulukları anlatmanın çeşitli yolları vardır. Yazmak ise bu yollardan yalnızca bir tanesidir. Eğer yazma eylemini formüle edebilseydik sanırım ortaya şöyle bir sonuç çıkardı:
Yaşanmışlık – yaşanmışlığı dışa vurma isteği – dışa vurmak için bulunan yol
Yalnız bu formül içindeki son bölüm (dışa vurmak için bulunan yol) hiçbir zaman belirli bir yol olmadığı gibi kişiden kişiye değişkenlik gösteren bir yoldur. Bu yüzden kişi, bu yolu seçmeden önce bu yolu keşfeder. Yani aslında duygularını veya yaşadıklarını yazarak anlatmayı tercih eden bir insanla, bunu resim yaparak anlatmayı tercih eden insan arasında bir fark yoktur. Sadece birisi bunu yazarak, diğeri ise resim yaparak dışa vurur. Bir müddet sonra yontulmuş bir kaya parçası gibi, insan kendi duygularını özgün anlatma biçimine kavuşur. Bu her insan için benzersiz ve farklı bir yoldur. Örneğin iki farklı yazarın, iki ortak konu hakkında makale yazdıklarını düşünün. Aslında her ikisi de duygularını aynı şekilde (yazarak) anlatmaktadır. Fakat yazdıkları onları, kendi yollarının birer yolcusu haline getirir.
İnsan Neden Yazmaz Diye Düşünmüş Olsaydık!
Aslında bu soru bize; insan neden yazar, neden duygularını yazarak anlatma ihtiyacı duyar sorularının da cevabını vermektedir. Çünkü yazan bir insanın, duygularını anlatma biçimi olarak kendine seçmiş olduğu yol yazmaktır. Ama sizinki değildir. Bu yüzden siz hiçbir zaman duygularınızı yazarak anlatmayı tercih etmediğiniz için, yazan insanlar üzerinden de kafanızda böyle bir soru oluşması gayet normal.
Yazmak bir meditasyon ve rahatlama biçimidir.
Bu yüzden neden yazıyorsun ya da insan neden yazar sorusuna özetle çoğumuz kafamdakileri atıyorum rahatlıyorum diyerek cevap veririz.
Şimdiye kadar yazılmış tüm kitapları bir düşünün. Dünyanın bütün kütüphaneleri gözünüzün önünde canlandı mı? Uzun yıllar emek verilerek hazırlanmış bilimsel kitaplar, tarih kitapları, en ünlü romanlar, şiirler ve denemeler. Acı ve üzüntüden bahsedenlerin sayısının açık ara farkla önde olduğuna emin olabilirsiniz. Çünkü mutlu insanların hiçbir şeyle alıp veremediği yok. Onlar sadece yatırımlarının ve borsadaki hisselerinin derdinde. Oysa yazan herkesin bu Dünya ile alıp veremediği bir derdi vardır. Che’nin Bolivya Günlükleri, Dostoyevski’nin Yer Altından Notları, Niçe’nin Zerdüş‘tü, Albert Camus’un Yabancı‘sı gibi… Hepsinin bu dünyayla hiç bitmek bilmeyen bir kavgası vardı. (Ben öyle olduğuna inanıyorum) Yaşadığı toplumla, platonik aşkıyla, düzensizlikle, kısacası bir şeylerle hep kavga içindeydi bu insanlar. Hepsi de mutsuzdu ve eğer bu mutsuzluk kendi içlerinde kalsaydı, kanser gibi tüm vücuduna yayılıp onları hasta edecek, hatta öldürecekti. Niçe’nin sevdiği kadın tarafından terk edildiği dönemde, içinde bulunduğu bunalımı anlattığı (pek bilinmeyen) bir sözü vardır. (Tam olarak hatırlamıyorum ama sanırım şöyleydi:)
Eğer içinde bulunduğum bu durumu atlatacak bir simya numarası bulamazsam, işim bitik demektir – F. Nietzsche
Yani yazmanın özünde, acı ve keder ile yaşamak vardır. Kafka’yı Kafka yapan şey Milena’nın kendisiydi. Tüm bu insanlar yazının başında da dediğim gibi, duygu ve düşüncelerini aktarmak için yazma eylemini seçtiler. Belki gece yarılarına kadar, boyunları tutulana kadar durmadan yazdılar. Bir şeyleri değiştirmek ümidi ile, içlerindeki tüm o acıyı kustular. Bazen dilsizlerin dili oldular, bazen de kendi öykülerde gizli bir kahraman.
Hepsi bu..
Eğer siz de duygularını yazarak anlatmayı seçen insanlardansınız, kağıda dökülen ilk kelime ile bir gün sayfaların yetersiz kalacağını siz de anlayacaksınız. İnanın bunu tadacaksınız. Ardından sadece acı çektiğiniz dönemlerde değil, mutlu olduğunuz zamanlarda da yazmadan duramayacaksınız. Neşeli hikayeler eşliğinde sevimli sözcükleri ardı arkasına sıralayacaksınız. Ama yazmaya neden ve nasıl başladığınızı, o acıyı hep hatırlayacaksınız. Çünkü o acı; sizi var eden acıdır.
Ayrıca okuyabilirsiniz:
İnsan geçmişe neden özlem duyar? | Ölü bloglar derneği | Yazmak için okumak mı gerekli? | Nesli tükenmiş bloglar..
Kelimeleri seçenlere selam olsun, efendim 🙂
Dilsizlerin dili olanlara,
Bir şeyleri değiştirmek isteyenlere,
Selam olsun! 🙂
Kavgası olanlara selam olsun.
Yazmak, nefes almak gibi temel bir ihtiyaç haline geliyor zamanla. İyi ki başlamışım yazmaya ve sen de iyi ki başlamışsın yazmaya, yoksa bu yazılardan mahrum kalırdık 🙂
Bu yazıyı yazarken hem kendimi hem de diğer blog yazarlarını düşündüm. Yazım tarzlarını ve okuduğum eski yazılarını düşündüm. O düşündüklerim arasında senin yazdıklarında vardı.
Yazmak sessiz kalmış kelimelerin dile gelmesi gibi soğuk bir nefesi içe çekerek yazmak En güzel şey …Sende çok güzel yazmışsın yüreğine emeğine sağlık iyi ki de yazıyorsun efendim sevgiler … 🙂
Teşekkür ederim Sessiz Kaldım. Yazan herkese karşı benim zaten saygım ve sevgim var. Tanımasam da iyi insanlar olduğunu düşünüyorum. O yüzden iyi ki yazıyoruz.
Nereye kadar yazacağım, bilmiyorum. Ama şu an yazmak bana iyi geliyor. Bazen içimdeki sıkıntıyı hikayemin bir satırına iliştiri veriyorum. İçimden attığımı bilmek bile yetiyor. Neden yazıyorum? Sorusunun sağlamasını da yaptım aslında. 4 ay oldu başlayalı ve bu 4 ayda daha önce olmadığım kadar iyi olduğumu gördüm. Çok şey değişti. Ben değiştim!
İçindeki sıkıntıları hikayelerinin bir satırına iştirdiğini biliyorum. Kimse bilmese de ben biliyorum.
Yazmak cesarettir çünkü söylediğiniz her şey artık kayıtlıdır sizi bağlar… Yazmak söylemeye cesaret edemediklerinizi haykırmanızı sağlar. Kelimelerle, gramerle santranç gibi oynarsınız. En basit yazılar bile derine dair izler taşır…
Her şeyi yazamıyorum biliyor musun Begonvil Sokağı. Yani bazen öylesine doluyorum ki, bir satır bile yazamıyorum. Bu çok canımı acıtıyor.
İyiki yazıyorsunuz, yüreğinize sağlık.
Ben yazıyorum çünkü önce kendime, sonra da umutlarıma bir söz verdim. Ölüm olmadığı sürece ben sözümü tutarım.
Sizde okurlarınıza bir söz verin ve daha sık yazın. Sevgiler💎
Yazmak için insanın bir yaşam enerjisi olması gerek. Ya da tam tersi bütün enerjisini yitirmiş olmalı. Ya en dipte ya da zirvede olan insanların en iyi olduklarını düşünmüşümdür hep.
İnsanlar unutmamak ve unutulmamak için yazar. Çünkü unutmak da unutulmak da bir yok oluştur. Mağara duvarına resim çizen insan o resimleri ne için çizdi sizce? Duvarlara kazıdığı şeyler yaşadıkları değil miydi? Aslında onun bize bir mesajı vardı: "Bir zamanlar ben de vardım ben de yaşadım." Ya unutmak… Bir düşünün en küçük notlarımız bile unutmamak içindir. Yaşadıklarımızı, duyduklarımızı, hissettiklerimizi unutmamak… Yani yazmak eşittir: Unutmamak ve unutulmamak.
Bu güzel yazıda hislerinizi bize de hissettirdiğiniz için teşekkürler.
Sevgili Yazarın Dünyası öncelikle blogumdaki ilk yorumun olduğu için hoşgeldin. Konuyla ilgili aynı fikirde olduğumuza da çok sevindim. Yazdığın satırlar kendi satırlarımmış hissine kapıldım bir an. Hatta ben de böyle bir yazı yazmıştım daha önce. Unutmamak ve unutulmamak için yazdığımızı savunan bir yazıydı. Ama işin garip tarafı şudur ki o hangi yazıydı bulamadım.
Güzel bir yazı okudum. Yazmak yaşam maceramızı sorgulamak olsa gerek… Son paragraflarda yazdığın gibi "Oysa yazan herkesin bu Dünya ile alıp veremediği bir derdi vardı." cümlesinde haklısın. Sadece olumsuz anlam da çıkarmamak lazım. Yaşamı okumak isteyen herkes, yaşamı yazmak da ister…
Olumsuz anlam çıkarmak değil de, biraz içsel bir yalnızlıktan ötürü yazdığımızı düşünüyorum açıkçası. Kendimizi yazarak anlatmayı seçiyoruz. Yazını mutlaka okuyup yorum yapacağım.
Teşekkür ederim.
Yazmanın bir dert işi olduğu düşüncesine kesinlikle katılıyorum. Çünkü insan boş yere konuşur ama boş yere yazamaz.
Konuyu özetleyen güzel bir söz oldu bu sevgili Okumasyon.
Teşekkür ederim.
Aci duyulan zamanlarin daha kolay kagida döküldügüne ben de inaniyorum. Bir de sorgulayan insan yaziyor.
Kesinlikle.
Çünkü acılar insanı o acıyı içinden atmak için tetikliyor. Bu bazen bir yazıya, bazen koyu renklerin yoğun kullanıldığı bir resme, bazen de hüzünlü notalara dönüşüyor. Yaptığımız şey aslında aynı ama kaçış yollarımız birbirinden farklı. Çünkü biz ve acılarımız farklı.
Kaleminize sağlık…
Bir bebeğin kendini huzurlu hissettiği yer nasıl ana kucağıysa biz de kelimelerle kucaklaşınca dinginleşiyoruz. Bu yüzden yazma işini keyfe keder bir uğraşıdan ziyade ihtiyaç olarak görüyorum ben.
Hepimizin farklı nedenleri var tabi.
Sait Faik'te yazmasaydım çıldıracaktım diyen bir adam. Belki de çıldırmamak için yazmıştır gerçekten.
tıpkı bu bloga rastgeldiğim gibi tesadüfen bir didem madak yazısını okudum bugün. "yazarak derdimi anlatmaya çalışıyorum ben" diyordu. herkesin bir "derdi", bir sebebi var yazmak için. selam olsun 'dertlilere'
“Gönül ne kahve ister, ne kahvehane; gönül sohbet ister, kahve bahane.” demiş atalarımız. Sohbet ederken paylaşırız. Dertlerimizi paylaşırız, dertlerimiz azalır. Sevinçlerimizi paylaşırız, sevinçlerimiz çoğalır. Sohbet yalnız kahvehanede olmaz. Evde, telefonda da birileriyle sohbet ederiz. O anda sohbet edeceğimiz birileri yoksa ileride paylaşmak üzere yazarız. Yazmak da kahvedei evde, telefonda sohbet etmek gibi rahatlatır insanı. Yazmak da sohbet etmek de resim yapmak da, oyun oynamak da insanın hem kendine, hem ötekine faydası dokunan bir etkinliktir. Selam olsun yazı yazıp paylaşanlara.
“Yani yazmanın özünde, acı ve keder ile yaşamak vardır.”
Keşke hayır öyle değil diyebilseydim. Ama korkarım haklısınız.
Hem yazmanın hem pişmenin ve yanmanın özünde var onlar…
2017 gibi eski tarihte yazılan bir yazıma yorum gelince, neler karalamışım diye yazdıklarımı yeniden okuma gereği duyuyorum. Açıkçası yazının ana teması dışında pek bir şeyi beğenmedim bu yazıda. Gereksiz uzun paragraflar ve aslında hiçbir şey ifade etmediğini düşündüğüm boş cümleler. Ama siz yazınca kendime yeniden sormadan edemedim. Yazmanın özünde acı ve keder ile yaşamak mı var gerçekten?
Hadi bakalım beş yıl önceki kendine bugünkü aklınla cevap ver bakalım dedim…
Evet!
Beş yıl sonra aynı şeyi düşünüyor ve savunuyorum. (Keşke ben de hayır öyle değilmiş aslında diyebilseydim.)
Sevgi ve selamlarımla.