Kendini yaratan kehanet | Olasılıklar, eylemler ve yaşadıklarımız üzerine…
Sigaramı yaktığım bazı zamanlar, içime çektiğim o ilk dumanın ciğerlerime yapıştığını hissedebiliyorum. Sonra kendime ”acaba kaç yaşında kanser teşhisi konulan bir hasta olacağım” diye soruyorum. Hayat gerçekten çok uzun yaşamayı arzulayacak kadar güzel mi? Şayet eğer öyleyse, kendimi yavaş yavaş zehirlemiş olmamın aptallıktan başka bir açıklaması olamazdı.
“Arthur Schopenhauer, Alman bir filozof, yazar ve eğitmendir. Schopenhauer, Alman felsefe dünyasındaki ilklerdendir ve dünyanın anlaşılmaz, akılsız prensipler üzerine kurulu nedenselliklerinin olduğunu söyleyerek dikkatleri çekmiştir. Ayrıca Schopenhauer, Nietzsche’nin ilk akıl hocasıdır.”
Schopenhaouer‘a göre hayat, en az acıyla tamamlanması gereken bir yolculuktan ibaret. Ancak daha da iyisi hiç doğmamış olmak.
Anne karnına ilk düştüğümüzde milyonlarca sperm arasında birinci gelmiş olmamız, sanırım var olmayı kendi isteğimizle kabul ettiğimiz anlamına geliyor. Bu durumda herkes aslında kendi kendini yaratmış oluyor. Peki ya kendimizi var etmiş olduğumuz bu dünyada, geleceğimizi kim planlıyor? Hayat gerçekten de bir yığın tesadüflere dayalı, anlaşılması zor olan bir şey mi? Yoksa tesadüf diye bir şey yok mu?
Eğer tesadüfleri yok sayarsak bu bizi kaderci yapar. Peki kader dediğinizi kim yapar? Bir Tanrı yazgısı mı, yoksa kul yazgısı mı? Belki de %50 oranda aynı olan bir şeyden söz ediyoruz. Eğer Tanrı yazgısıysa yaşadığımız her güzel şey için O’na şükrederken, başımıza gelen tüm felaketlerin sorumlusu olarak da Tanrı’yı suçlamamız gerekmez miydi? Peki özgür irade denilen şey, kader dediğimiz şeyin bir tetikleyicisi olamaz mı?
Diğer bir deyişle kendini yaratan kehanet gerçekten olamaz mı?
Farkında olmadan bilinç altımıza yerleşen, orada gizliden gizliye büyüyen ve yer yer kendini belli eden endişelerimiz, korkularımız ve duygularımız, sonrasında başımıza gelen talihsiz olayların birer mimarı olamaz mı?
Mesela birlikte olduğunuz kişinin sürekli sizi aldatmasından korkuyorsunuz.
Bunu hiçbir zaman dile getirmeyip belli etmiyorsunuz ama düşünceleriniz hep ”aldatılır mıyım” yönünde ilerliyor. Belki etrafınızda insanları kıskandıracak türden eğlenceli ve bir o kadar mükemmel diyebileceğiniz güzel bir ilişkiniz var. Bunun yanı sıra ”acaba fırsatını bulsa beni aldatır mı” diye içinizde bir şüpheyle yaşıyorsunuz.
Daha sonra bu düşünce kendi kendine büyümeye ve tıpkı bir fidan gibi boy vermeye başlıyor. Tüm bunlar olurken farkında olmadan davranışlarınızı da buna göre yönlendirmeye başlıyorsunuz. Ve bir gün gerçekten de aldatılıyorsunuz. Çünkü yaşadığınız korkular ve endişeler, korktuğunuz şeylerin gerçekleşmesi için bilinç altında birer zemin oluşturuyor.
Ya da sabah uyandığınızda negatif bir enerjiyle gününüzün berbat geçeceğinizi düşünüyorsunuz. Nitekim karşınıza çıkan olaylar da gerçekten kötü gitmeye başlıyor. Evden çıkıyorsunuz ve binmeniz gereken otobüsü kaçırıyorsunuz. İş yerinize vardığınızda agresif tavırlar içinde bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz. Çünkü ta günün en başından berbat olacağına kendinizi inandırdınız. Böylece kehanetiniz kendi kendini yaratmış oldu.
Kendini Yaratan Kehanet Terimi
Şu anda belki de tüm bunların birer saçmalık olduğunu düşünebilirsiniz. Samimi olmak gerekirse ben de ilk başlarda öyle düşünüyordum. Ancak bu konuyla ilgili çeşitli araştırmalar yaptım ve birbirinden farklı makaleler okudum. Hepsi aynı şeye odaklanmış bir biçimde kendini yaratan kehanet diye bir şeyin var olduğunu savunuyordu.
Okumuş olduğum yazıların birinde Kendini gerçekleştiren kehanet teriminin, ilk olarak 20. Yüzyıl sosyologlarından Robert Merton tarafından ortaya atıldığını öğrendim.
“Robert King Merton Amerikalı sosyolog. Doğu Avrupa göçmeni işçi sınıfından Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Sosyoloji kariyerine Philadelphia’da Temple Üniversitesi’nde George E. Simpson’un rehberliği altında başlamış, Harvard Üniversitesi’nde Pitrim A. Sorokin ile devam etmiştir.”
Hatta bir bölümde tam olarak şöyle diyordu:
Merton’un 1949 yılında yayımlanan Sosyal Teori ve Sosyal Yapı isimli kitabındaki tanıma göre kehanet veya tahmin aslında yanlıştır. Fakat insanlar eylemleri ile bunu doğrulamaya çalışmaktadır. Yani modern yaklaşıma göre kehanet ne doğru ne de yanlıştır. Fakat olasılıklar, kişinin bilinçli veya bilinçsiz eylemleri ile olanaklı hale gelmektedir.
Belki de Polyannacılık iyi bir şeydir
Yani halk arasında ”Polyannacılık” dediğimiz şeyin, aslında tam olarak kendini gerçekleştiren kehanetler için oldukça büyük bir önem arz ettiğine inanmaya başladım. Evet bu bir teori ve teorilerin bir ucu hep açık ve belirsizdir. Ancak bir noktada hepimiz kendi yaşam tarzımızı ve hayata bakış açımızı belirlemek üzere kendi doğrularımızı yaratmıyor muyuz? Hayatınızdaki olasılıkları, eylemlerinizi ve sonucunda yaşadıklarınızı düşünün. Yaşadıklarımız karşısında ”neden her seferinde bu tür şeyler benim başıma geliyor” gibi bir söz de bakış açısıdır. ”Bu sorunun da üstesinden geleceğim” demekte. Mesele olan biten şeylerde, yaşadığımız olaylarda değil, bizim onları nasıl görüp, yorumladığımızda gizli.
Kısaca, iyi düşünün iyi olsun…
Kaderimizin şekillenmesinde rolümüz var diye düşünenlerdenim. Olumsuzlukları düşüncelerimizle yaratıyor da olabiliriz. Tanınmışından, normal insanına kadar kaçlarca kişi bunlara anlam vermeye çalışmakta ve sanırım kıyamete kadar da böyle sürecek Ayhan oğlum. Sevgilerimle…
Psikolojide de Kendini gerçekleştiren kehanet olgusu var.Yani bilim de bunu kabul ediyor.
Meraba,
Adnan Erkuş-Neden nedensellik kitabı 78-79-80 sayfaları inceleyebilirsiniz.
Uğur-uğursuzluk yanlış nedensellik örnekleridir. Bir şeyin birşeyden dolayı öyle olduğunu düşünürüz. Bir daha gerçekleştiğinde aynı şekilde olacağını düşünürüz.
Doğru nedensellikler kurulduğunda olasılık gerçekleşir.
Dün akşam bir program izledim. Spritüel konulardan bahsetti. Bir kimsenin bir başkasına inanç yolu üzerinden birşeyler söylemesi onu etkiler şeklinde birşeyler söylemişti.
Davranışlarını olumsuz yönde etkiler ve kötü sonuçlara neden olur. Sebebinin bir beddua olduğuna inanırız. İnanç yolu ile etki altında kalmasa beddua amacına ulaşamayacaktır.
Olumsuz sonuçların nedenini etkilenmeye değil de bedduaya bağlarız.
Aslına bakarsanız bu bir ihtiyaçtır. İnsan birşeyin kesinliğini bilmeye duyduğu ihtiyaçtan kaynaklanır. Birşeyin olmasını isteriz ve olduğunda birşeyden dolayı olduğuna inanma ihtiyacı vardır. Bir nevi bağımlı, bağımsız değişken ilişkisi vardır.
Bu ilişki doğru kurulmazsa uğur, kehanet gibi olayların peşinden gideriz.
Gerçek bir nedensellik bağlantısı varsa bağımlılık vardır bilimseldir her zaman kullanılır. Yoksa ondan bir anlam çıkarmaya çalışmanın bir anlamı olmaz.
İnsanın hayatını bir ip yumağına dönüştürmeden hayatında bu gibi konuları çıkarmalıdır.
Hayat o kadar uzun değil heyecan aramanın anlamı yok.
Başarılar.
güzel bir yazı elinize sağlık
Güzel bir makale olmuş. Sitenizi yeni keşfettim bu arada başarılarınızın devamını dilerim
Teşekkür ederim Ümit 🙂