Bir kaç dakika önce alıp verdiğim son nefeslerimi tükettim. Ani bir kalp sektesinin beni öldüreceğini düşünemedim. Gözlerimi son kez kapatmadan önce etrafımda toplanan insanları hatırlıyorum. Artık nefes almıyorum görmüyorum ve duymuyorum. Doğmuş olduğum ve sonsuza dek süreceğini düşündüğüm ebedi düşümden bu gece uyanıyorum. Bu gece her şeyin başladığı gecedir.
Araf dedikleri bu olsa gerek.
Ne var ne yokum. Ne aç ne tok ne uykusuz ne de yorgunum. Bir harabe eve doğru yürüyorum. Aslında eski bir yapı olduğu için harabe gibi duruyor. Sevdiklerimden bir kaçına rastlayınca sevinçle bir ölü olmanın o kadar da kötü olmadığını düşünüyorum.
İşte sevgili anneciğim ve babam. Sizi gördüğüme çok sevindim.
Fakat sizin hala hayatta olmanız gerekiyor. Burada olmamalısınız….
Tüm bunların anlamı ne?
Karanlık bir gölge giriyor içeri doğru. Hepimizin kendisine itaat etmesini istiyor. Önce sevdiklerimin sonra da benim yanıma doğru geliyor. Bir gölge..
Hiçbir şeye benzemiyor. Fakat elini uzatıp bir anda parmak uçlarını öpmemi emrediyor. Tükürüyorum o anda. Tükürdüğümün kanla karışık olduğunu görüyorum. Ruhumu şeytana satmış mıydım? Ya da kaç kere satmıştım bilmiyorum. Artık bunu düşünmenin bile bir önemi yok. Ben ölüler şehrine doğru gidiyorum.
Tanrı’nın adaletine ve merhametine sığınmak istiyorum. Çünkü hepimiz biraz günahkar olmuşuzdur.
Karanlık bir gölge gibi cehenneme gidiyorum. Kurbanlık koyunlar kader çaresiz ve korku içinde bacaklarım titriyor. Öfke ve şiddetle geçirdiğim anlara üzülüyorum. İnsan ayıkken bile böyle bir sarhoşluğa nasıl düşebilir.
Mahşer günü bugündür.
Çıplak bedenimi utanmadan gezdiriyorum çıplak bedenlerin arasında. Hepimiz korkuyoruz. Bazıları pişmanlık içinde çığlıklar atıyor. Henüz hiç birimiz yanmıyoruz. Sadece işlediğimiz günahların bedelleri ile yüzleşmek için adım adım gidiyoruz. Ayak bileklerimizin ortasından mızrak gibi bir demir geçiriliyor. Dikiş iğnesi gibi biz günahları birbirimize kenetliyor karanlığın sahipleri.
Her yer sıcak kan kokusuyla dolu.
Zebanilerin istasyonunda diz çöküp bekliyoruz çaresizce. Karanlığın treni alev gibi yanan ışığıyla beliriyor. Zeminde raylar yok, lav şeklinde bir ateşin üzerinde duruyor tren. Vagonların birinde genç bir kadının çıplak bedeni çarpıyor gözüme, zebaniler köpeklerine yediriyor. Kadının bağırsakları bile dışarı çıkmış durumda. Ama orada kusamıyorsunuz. Her yer kan ve acı kokuyor. Karanlık kadını yeniden diriltip başka bir işkenceyle tekrar öldürüyor. Tren hızla ilerliyor.
Ben ise bunun bir düş olması için dua ediyorum.
Dev bir kayalığın üzerinde yeşil gözlü iri yarı ve oldukça şişman bir yaratık karşılıyor bizi. Günahkarlar ona Srius diyor. Bu adı insanların kafasını tek seferde koparıp yediği için almış. Yanımda duran orta yaşlı adam haykırmaya başlıyor.
Merhamet merhamet merhamettt.
Srius kahkahayla adama doğru yaklaşıyor ve sivri tırnaklarını adama geçiriyor. Adamın sırtına öylesine saplanmış ki kaçmaya çalıştıkça tırnaklar daha derine iniyor. Adam tüm acıya rağmen kaçıyor. Srius ise iki bacağına saplıyor tırnaklarını kaçarken . Tek eliyle adamı havaya kaldırıp tek ısırışta kafasını gövdesinden ayırıyor.
Srius sağ elini adamın bedeni üzerine koyarak tekrar hayat veriyor. İçime çektiğim hava ciğerlerimi yakıyor. Bedenimden akan ter su damlaları gibi düşüyor yere. Burası cehennem ölmeyi istemek ve bir kerecik ölmek burada büyük bir lütuftur.
Bizler günahkarız. Kendilerine bile yalan söyleyen iki yüzlü insanlarız.
Diğerleri de buradalar.
Fahişeler, para hırsı olanlar sahte dindarlar ve siyasetçiler…
Hepimiz Srius’un olmayan merhametinden emin bir şekilde işlediğimiz suçların bedelini ödemek üzere getirildik buraya.
(Cehennemin Soğuğu) Sonraki bölüm >
– Dante’nin İlahi Komedya’sından esinlenilerek yazılmıştır.
Allah bizi muhafaza etsin cehennemi zebaniler göstermesin görenlerden eylemesin.
Bu yazı bir çok kişiye azabı ve öbür tarafı hatırlatacak türden 🙂
Hayırlı cumalar.
Güzel dilekleriniz için teşekkür ederim.
Sanırım yanlış yola girmiş olamlısınız. Oysa sizi cennette bekleyenler oylalıydı. Cehennemin zabanilerine inat cennetin hurileri olsa gerek. Bir tarafta işkence, azap, ıstırap, diğer tarafta teşrifat, iltifat zevk ve safahat. Bu tercihi ölmeden önce yapmalı. Geçen sene sanırım ben ed rüyamda ölüm meleğiyle karşılaşmıştım. Hani filimlerdeki mafyalar var ya aynı benzeri bir ölüm meleği. Kendisi can almıyor, adamları var üzerime saldırtıyor. Kravatlı, parlak siyah takım elbiseli, biryantinli ve kolları manşetli tam da beş adam, bir de geride asıl can alan. İkisi kollarıma girdiler seni götürmeye geldik dediler. O kadar uzun boylu ve ısmandut gibiler ki kıpırdayamadım. Ayaklarım yere deymeden ancak debelenebiliyor ve bırakın beni diyordum; daha yaşamak istiyorum, yapacaklarım var henüz bitmedi diyorum. Velhasil bu bir rüyaydı ama tam bir renkli sinemaskop gibi.
Oldukça ürkütücü bir rüyaymış ama bahse girerim daha kötülerini görmüşümdür.
Burada yazdıklarım rüya değil ama, bu yüzden yazının en sonunda küçük bir not ile belirttim 🙂
Nefes nefese okudum.. üç boyutlu bir kitap gibiydi yazın. Satıları indikçe açılan kağıtlar ve etrafa saçılan korkunç görüntüler. Baya etkilendim çok güzel olmuş.
Nefes nefese yazıldı çünkü. Karanlık bir odada derin müzikler eşliğinde kendinden geçilerek yazıldı. Çırılçıplak yazıldı.
anlatım çok iyi gerçekten. insan kendinden geçiyor :s
Nasıl yazdığımı görmeni isterdim.
Bizi imana getirmek için yazdın herhalde bunu 🙂 Korktum resmen…
Cennetten söz etmek halbuki daha güzeldir değil mi?
İstanbul böyle kasvetli iken ve şimşek sesleri arasında bu satırları okumak …
Dante ve İlahi Komedya ….
Esinlenmene sağlık … Kelimelerin gücüne …
belki de aynı şimşek sesleri arasında yazılmıştır kimbilir..
Yazı konunuz çok değişik. İlginç. Bu arada artık sizi takipteyim.
Teşekkür ederim. Ben senin blogunu sadece çiçekleri sevdiğimden aldım. Toprakla uğraşanları severim.
Cennete de seyahat olur mu dersin?
olmaması için bir neden göremiyorum 🙂
açılmış blogun halka 🙂