Bir keresinde bir kanaryaya Ömür adını koymuştum. Uzun yaşasın diye. Bir hafta sonra öldü.
Adı Ömür olan bir kuşun bir hafta sonra ölmesi, ismi koyan kişiye biraz acayip hissettiriyor doğrusu. Hatta biraz da suçluluk duygusuyla karışık sorumluluk. Sanki Ömür değil de Boncuk falan koysaydım daha uzun yaşayacakmış gibi garip bir his işte. Ya da belki his değil de fark edemediğimiz türden, etki ve tepkilerin birbiri içine geçtiği, adını koyamadığım enerjimsi başka bir şey.
Yıllar geçmesine rağmen hâlâ bu kuş gelir aklımıza. Küçük kardeşimle lafını eder, güleriz.
“Ağabey ya, hatırlıyor musun? Hani beyaz renkli bir kuş almıştık…”
(Tabii hatırlıyorum güzel kardeşim, unutmadım.)
“Kuşa Ömür adını koymuştun da bir hafta sonra ölmüştü.”
Ve gülmeler…
Bu son kısımdaki gülme, o an çok belli etmesem de aslında beni biraz kızdırıyor. Ben de “Napalım, adam bize hasta kuş satmış demek ki, biz de alırken bilememişiz.” deyip geçiştirerek kızgınlığımı gizlerim.
Ömür’ün ölümünden sonra pek bir kuş merakım kalmadı. Dahası, kuş beslemek bana çok itici gelmeye başladı. Kafesin temizliği, ara sıra evin içinde uçsun diye bırakmalar, omuza koymalar, satılan ballı yemler, bol vitaminli besleyici sular, “Hadi babacık de, hadi çiçiii kuş çiçiii kuş de” diye oyalanmalar… Açıkçası hepsi saçma gelmeye başladı. İnsan böyle boş uğraşlar yerine vaktini daha değerli başka şeylere harcamalı bence. Nedir mesela?
Balık beslemek!
Ben de yıllar sonra, radikal bir karar ve hevesle, ufak bir akvaryumda bakmak üzere güzel bir beta balığı aldım.
Betaları ne kadar bilirsiniz bilmem ama görünüş itibarıyla aklınızda canlandırma teşebbüsüne girmeden önce bir resim ekleyerek merakınızı gidereyim.

Betalar tek yaşar. Dişisi, erkeği veya kendi türünden kim varsa sevmez. Biraz geçimsizler anlayacağınız. Bu sebeple akvaryumun ya da ufaktan cam fanusun tek sahibidirler. Tabancaları yoktur ama İyi, Kötü ve Çirkin filmindeki Sarışın gibi hep tek takılırlar. Neden bilmem, özellikle de böyle kendi başına buyruk halleri benim çok hoşuma gittiğinden onu “asil balıklar” kategorisine koymayı uygun buldum. Benim kısaca hayranlığım da bu sebeplerden kaynaklı. Balık da balık hani. Başkalarının “ıyyy” demesini, “Sen balıktan ne anlarsın lan!” dercesine bir iç sesle saçma bulsam da, benim için eşsiz güzellikteler.
Beta balığım, dokuz aylık birlikteliğimizin ardından öteki dünya diye tabir edilen diyar-ı âleme göç eyledi. X hesabımdan ve Instagram hesabımdan fotoğraflarını paylaşıp taziyeleri kabul ettim. Eee biraz da üzüldüm tabii. Yeri geldiğinde soframıza 400 gramlık levreği yatırıp afiyetle yiyoruz ama bu durum başka. İster istemez balık da olsa çiçek de olsa duygusal bir bağ kuruyoruz. Kuramayan da bir zahmet evcil hayvan beslemesin zaten.
Betanın ölümüyle (isim de koymamıştık hayvana) akvaryumu biraz üzüntü, biraz öfke, biraz da ne yaptığımı bilmez bir tavırla bir kenara attım. Kaç ay oldu, onu da saymadım. Ve nedendir bilmem, o kadar zaman sonra dün öylesine, hiç aklımda yokken balık almaya gittim. Bu kez bir Japon, bir de çöpçü alırım diye düşünüyordum. Ne alacağı belli, kaç alacağı belli; tezgahtarın görünce içi açılan o “hazır müşterilerden” biri gibi kasılarak dükkâna girdim. Petshopta ilkokul çağında, yanakları al al, esmer ve kepçe kulaklı bir çocuk duruyordu.
“Merhaba canım, Japon balığı var mı?”
“Var ağabey.”
Dedikten sonra arkada bulunan irice akvaryuma bakmaya başladım. Balıklar açıkçası pek hoşuma gitmedi. Renkleri soluk ve cansızdı.
Yine de sormadan edemedim.
“Japonlar tek yaşıyor mu?”
“Japonlaaaar…” diyerek kısa bir düşündükten sonra, “Yaşar abi.” dedi.
Bana pek emin değilmişsin gibi geldi.
“İstersen Google’a bir soralım mı?”
“Yok abi, yaşar yaşar.”
“Tamam o zaman. Eğer tek yaşıyorsa senden tek balık alıp iki tane parası ödeyeceğim. Eğer yaşamıyorsa senden balık alır ama para vermem.”
“Yok ağabey, öyle olmaz.” deyip güldü.
Halbuki yaşardı. Ama onun emin olmayıp emin gibi konuşması, tüccarlığın ince sanatını hafiften de olsa kavraması hoşuma gitti. Çünkü satış yapmak istiyordu. Biz de ikna edilmek üzere hazır kıta bulunan bir alıcı olduğumuzdan tamam deyip kabul ettik.
Balıkların rengi itibarıyla hoşuma gitmediği için almak istemediğimden petshoptan ayrıldım.
Bu ziyaretimin üstünden sanırım üç ay geçti ve aklımın ucunda bugün yeniden “Ulan acaba yine beta mı alsam?” gibi bir düşünce belirdi. Şimdi yine birileri çıkıp çok kararsız olduğumu söyleyecek, ardından da “Siz hangi burçsunuz?” diye sorup burcum üzerinden karakter tahlil etmeye teşebbüs edecek ama olsun.
Birilerine akıl verme konusunda üstümüze millet tanımadığımdan, sorayım madem:
Beta mı yoksa Japon + Çöpçü mü?
Meraklısına bazı faydalı kaynaklar:
https://evrimagaci.org/beta-baliklarina-dair-bilmeniz-gereken-temel-bilgiler-1531






Balık çok zahmetli ama bir o kadar da rahatlatıcı 🙂
Unuttuğun an vicdan azabı çekiyosun 🙂
Yıllar önce bende muhabbet kusu ve balık beslemiştim. Balığı özellikle oğlumda bir hayvan sevgisi oluşsun diye tercih etmiştim. Balık ortalıkta gezen bir hayvan olmadığı ve dokunmak gibi durum yaratmadığı için de birinci önceliğim olmuştu. Eşim oralı olmadı, oğlum ise sadece seyretmekle yetindi. Balık ile ben uzun süre birbirimize bakıştık, sonrasında öteki aleme göçtü. Biraz buruk biraz da sevinçle karşıladım bu durumu. Sonuç eşim ve oğlumda hayvan sevgisinden çok korkusu gelişti.
Sizinki de çok üzücü bir durum olmuş. Hemen hemen benzer süreçleri yaşamışız da denebilir. Çocuk için balığın yokluğu bir travma yaratacak gibi bir durum oluştuysa benzer bir balık da alıp koyabilirdiniz aslında. Adını söylediğinizde size doğru yüzeceğinden eminim. 🙂