Bugün yılbaşı gecesi.
2018 yılının bitişiyle birlikte, bir yaş daha eskimiş olmanın verdiği hisle Moonlight Sonata eşiliğinde bir şeyler karalamak istedim. Uyumak için hayli erken bir saat olmasına rağmen, kendimi yatağa bırakıp sonsuza dek uyumak istiyorum. Fakat yine de uykusuz geçen gecelerime bir tane daha eklemek üzere olduğumun gayet farkındayım. Zaten her şeyin sebebi de bu farkındalık ve aşırı bilinçli olma hastalığımdan geliyor, bunu biliyorum.
Hani bazı insanlar vardır; siz onlara ”bu gece dolunay ne kadar güzel” deyinceye kadar başını kaldırıp gökyüzüne bakmayı hiç düşünmezler. İşte ben de etrafımda gökyüzüne bakmayı unutan bir yığın insanla yaşıyorum. Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz? İnsana nasıl hissettirdiğini… Ya da nasıl hissettirmediğini…
Ben hiç atlı karıncaya binmedim. Yirmi yaşıma gelinceye kadar da denizi hiç görmedim. Okumadığım kitaplar var, yürümediğim yollar ve tatmadığım lezzetler. Bazen kısacık ömrümüzün var olanı sindirmek adına yetersiz olduğunu hissedebiliyorum. Bu yüzden geçen her saniyeyi daha anlamlı yaşayabilmek için uğraşıyorum.
Hayatı hep akıp gitmekte olan çılgın bir nehir gibi düşünürüm ben. Bazıları akıntıya kapılıp sürükleniyor, bazıları zor da olsa bir dal parçasına tutunuyor, bazıları akıntının sonunda bir şelaleden aşağı mı, yoksa uçsuz bucaksız denizlere mi açılacağını hiç düşünmüyor. Düşünmediği gibi hayal de etmiyor. Çünkü bazıları hayal kurmayı zaten bilmiyor. Bazıları boğulmakta olanlara can simidi atmayı denerken, bazıları arkasına yaslanıp sadece seyrediyor. İşte tüm bu mücadele içinde kendimi, o nehrin kenarındaki bir ağacın altında otururken hayal ediyorum ben.
Yılbaşı gecelerinin belki de en çok bu yanını seviyorum. Koca bir yılın ardından insanların ”bu yıl ne yaptım, hayatımı nasıl yaşadım, sonraki yıllarımı nasıl yaşayacağım, bundan sonra neler olacak” gibi soruları aklından geçirdiğini iyi biliyorum. Bir nevi geçmiş yıl bilançosu çıkarırken, gelecek yıl planlarını düşlüyoruz çoğumuz. İşte en çok bunu seviyorum ben… Bu soruların insanların kafasında dank etmesini. Pişmanlıklar, hatalar, mutluluklar… Hepsi yıl sonunda adeta insanın omuzlarına biniyor. Çünkü normal zamanlarda da yapmamız gereken şeyi hep bu güne saklıyoruz biz. Oysa zaman her an akıp gidiyor. Ve biz dünyanın dönmekte olduğunu çoğu zaman unutuyoruz.
Pek yakında şimdiki zaman geçmiş olacak ve biz onu bir daha hiç hatırlamayacağız. – Montaigne
Yılbaşını ne güzel de özetlemişsin. “Hani bazı insanlar vardır; siz onlara ”bu gece dolunay ne kadar güzel” deyinceye kadar başını kaldırıp gökyüzüne bakmayı hiç düşünmezler.” bende çoğu zaman onlardan biri oluyorum olmak zorunda kalıyorum. Sistem beni buna çekiyor. Bu sistemden bir kaçış yolu aramıyor da değilim! Belki bir gün köpeğimi de alır bir Türkiye turuna çıkarım kim bilir? Belki de Dünya turuna! Belki benim tutunmam gereken o dal, yollardır. İş hayatı öylesine bunalttı ki beni kendimi yollara vurmak istiyorum, sonra gelip yorumları şişiriyorum kusura bakmayın artık 🙂
Hangimizi bunaltmadı ki… Türkiye’de çalışma koşulları malesef pek iç açıcı değil. Dolayısıyla bir çoğumuz istemeye istemeye bu çarka dahil oluyoruz. Geçenlerde şöyle bir yazıya denk gelmiştim. Aslında tam da bu konuyla ilgili.
Merhaba Çıplak Yazar,
Ben de yılbaşına yakın kendimi sorgulamayı, hatalarımı, pişmanlıklarımı, yeni hayaller kurmamı, o yıl benden neler alıp götürmüş, neler kazandırmış bunların bilançosunu çıkarmayı seviyorum. Ve her yeni gelen bir yıl bana zamanın ne kadar çabuk geçtiğini farkettiriyor. Hayat gerçekten akıp giden bir nehir gibi. Dönüp geçmişe baktığımda hep birilerine yetişme çabası, hep bir koşuşturmaca içerisinde geçiyor hayatım. Sonra bir bakıyorum ki kendime ayırdığım zamanım kalmamış. Bu yıl kendime daha çok zaman ayırmayı planlıyorum.
Her şey gönlüne göre olsun. Farkındalık yaratan güzel bir yazıydı. Emeklerine sağlık.
Başlığı okuduktan sonra aklıma AROG filminde Dimi karakterini oynayan Özkan Uğur’un zaman makinesi geldi. 🙂 Yazı güzel. Teşekkürler.
zaman mı bizi kovalıyor biz mi zamanı 🙁
güzel paylaşım.