Yazmayı hangi ara unuttum bu kadar bilemiyorum. Dönüp dolaşıp yine kendime günde 12 saat çalışacağım güzel bir iş buldum. Güzel çünkü yaptığım işi seviyorum. Laf aramızda parası da fena sayılmaz. Yani önceki işlere kıyasla söylüyorum bunu. Ama 12 saat olması bizi biraz sakata getiriyor işte. Eee sen de okusaydın kardeşim diyor etrafımdaki bir çok insan. İyi de benden memur falan olmaz ki… Ne bileyim bir amirin emri altında çalışmak, her gün tıraş olmak, hiç sevmediğiniz insanlara her gün günaydın demek zorunda olmak, her gün aynı servise binmek, aynı durakta beklemek, aynı yüzleri görmek vs.. bunlar bana göre değil. Yuhh be amma da karaladım memur olmayı. Aslında karalamadım. Çünkü benim memur kesiminde gördüğüm şeyleri yazdım. Öte yandan ille de memur olmak zorunda da değiliz tabi. Ne bileyim mühendis falan olup, güzel bir şirkete kapak atmakta olabilir. Hoş bazı şirketler de sırf zorunlu oldukları için mühendis çalıştırıyor. Hatta bordroda tutulup maaşı ödenen ve işe bile gitmeyen insanlar (mühendisler) var.
Ama dediğim gibi iş hayatında olmayı seviyorum. Oyunun içinde olmak gibi geliyor bana. Hatta çoğu arkadaşım iş kolik olduğumu bile söylüyor. Ama şu da var: Ben yaptığım işlerde kendimden bir şeyler kattığım gibi, o işlerden de alacağımı aldım. Hatta fazlasına bile göz diktim. Yani çalışma alanımın dışında olan konularda da tecrübe edinmek için çabaladım.
İşte tüm bunları yaparken yazmayı unuttum. Hangi ara unuttum ben de bilmiyorum. Bak şimdi… Durup dururken aklıma Orhan Veli’nin o meşhur şiiri geldi.
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Orhan Veli
Böyle havada istifa ettim evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
Beni de sanırım bu fazla çalışmak mahvedecek. Sonra ben de yazmayı böyle zamanlarda unuttum diye dörtlükler yazacağım.
Dün birtutamkarınca blogunda kahve bahane yazılarından birine denk geldim. En son ne zaman bir bloga girip yazı okudum ve o yazıya yorum yaptım hatırlamıyorum bile. Ama ne yalan söyleyeyim iyi geldi. Çünkü günler, hatta haftalardır içinde olduğum rutinden iyice bunalmış, yazmaktan ve okumaktan uzak kalmıştım. Zaman zaman kendimi yazmaya aç hissettiğim anlar oldu, onları ise; google keep notlar üzerinde kısa kısa cümlelerle geçiştirdim. Ama bir şeyi itiraf etmek gerekirse; yazmak için sahip olduğum bazı duygularımın son zamanlarda iyice törpülendiğini hissediyorum. Daha fazla törpülenmeden bir şeyler yapmalı diye düşünürken, iki gün önce kendimi ucu açılan tahta kalem gibi kayıt yaparken buldum.
Dün gece hiç yapmadığım bir şey yaptım. Telefonun ses kayıt uygulamasını açıp bir şeyler anlattım. Tam 26 dk. konuşmuşum. Saate baktığımda 00.49 olmuştu. Bugün öğle arasında kaydı dinlemek için kulaklığımı taktım. Kendime sadece 2 dk. tahammül edebildim.
— Çıplak Yazar 💭 (@ciplakyazar) 22 Mart 2019
Son yazdığım cümle gerçekten doğru. Çünkü kendime sadece 2 dakika tahammül edebildim. 26 dakika boyunca ne anlattım iki satırla özet geç deseniz inanın yapamam. Ama kayıt işleminden sonra tonlamalarımda sıkıntı olduğunu fark ettim. Dublaj ve seslendirme işine gerçekten ayrı bir hayranlık duyuyorum. Ne bileyim milyon dolarlık bir reklamda insanlar sadece gözünün gördüğüne odaklanırken, arka plandaki sesi kimdir diye hiç merak etmiyor. Bu tıpkı bir yemeğin içindeki baharatları tahmin etmek ya da bir şarkının altyapısında inceden inceden çalan enstrümanları tahmin etmek gibi. Buna takıntı diyebilirsiniz ama ben gerçekten bunlara çok dikkat ediyor ve önemsiyorum. Bu nedenle seslendirme sanatçılarına da ayrı bir saygı duyuyorum.
Kendi berbat ses kaydımdan sonra ertesi gün Youtube’de rastladığım bir kanalı takip etmeye başladım. Diksiyon ve ses kullanımı ile ilgili çok faydalı (bana göre işinin ehli) diyebileceğim gerçekten kaliteli bir kanal. Diksiyon TV – Mennan Şahin takip etmenizi şiddetle öneririm.
Evet son zamanlarda anlamsız ve birbirini tekrar eden sabahlara uyanıyorum. Bir şeyler farklı olsun diye de ayrı bir çaba sarf ediyorum. Bugün bu yazıyı yazmak gerçekten iyi geldi. Biraz hasret gidermiş oldum blogumla.
Sigaram ve çayım bittiğine göre de artık gidebilirim sanırım. Başka bir yazıda (umarım arası çok uzun sürmez) görüşmek dileğiyle.
Monotonize duyguların birbirine geçtiği anlamsız sabahlar… Bunlara anlam yüklemek sanırım nasıl bir hayat yaşamak istediğimize bağlı… Çoğumuz başaramasak da yaşamın anlamını duygu yüklü aşklarımız, şiirlerimiz ve sizin bu güzel yazınızda aramak lazım… Bu yazınızla tanıştım güzel blogunuz ve kaleminiz ile. Leziz geldi, tebrik ederim.
Sevgi ve muhabbetle,
Güzel düşünceleriniz için ben teşekkür ederim. Hoşgeldiniz.
Olayları anlatmak kolaydır da anlık duyguları, düşünceleri anlatmak biraz daha ustalık istiyor galiba. Abartısız, içten bir anlatım.
Bu blog beni sardı. Diğer yazıları da okumam gerek.
Güzel düşünceleriniz içi çok teşekkür ederim Ali Bey.