Mezarlık gülleri neden olmaz? Kimse neden sararıp giden otlar yerine rengarenk güller dikmez ki oralara?
Bazen kendimiz gibi mi, yoksa içimizde yarattığımız hayali karakterimiz gibi mi yaşıyoruz diye düşünüyorum. Ara sıra ben kimim sorularıyla boğuşurken, bir beden içine hapsolmuş deli bir ruh gibi hissediyorum kendimi. Hüzünlü bir şarkı değiyor kulaklarıma sonra. Ama öyle ama böyle yaşıyoruz işte diyorum. Bir sigara yakıyorum ardından ve satırlarım tütün kokmaya başlıyor.
Bir duraktan metrobüse biniyor ve kalabalığa karışıyorum. Metrobüs bir yere gidiyor. Gitmem ya da yetişmem gereken bir yerin eksikliği içinde ve ben sadece metrobüsün götürdüğü yere gidiyorum. Hiçbir şeyin anlamı yok mu gibisinden bir boşluğa düşüyorum. Telaşsız bir sevişme, ya da kaygısız bir sarhoşluk istiyorum. Mezarlık gülleri gibi yağmura hasret solup gitmek istiyorum ara sıra.
Kara ile siyahın arasında beyazı arıyorum.
Şiir yazayım diyorum bazen, beceremiyorum. Şöyle yüksek bir tepenin zirvesine mi çıksam, yoksa bir ağaç gölgesinde çimlere mi uzansam diye düşünüyorum.
Eski bir dosta özlem duyuyorum bazen. Sonrasında pek dostum olmadığını hatırlıyorum. Ne olduğunu bilmediğim bir şeyleri özlüyorum ya da özlemek istiyorum.
Kendimden korkuyorum.
Uyuyayım biraz belki geçer diyorum. Geçip giderken ben de gidiyorum.
Bazen neşeli bir oyun havası eşliğinde omuz omuz halay çekesim geliyor. Kollarım iki yana açık öylece bekliyorum. Hayat ben oyun havası bilmem ki deyip yapıştırıyor hüzünlü şarkıları. Zaten yanıma da kimse gelmiyor oynamak için.
Oturayım madem diyorum.
Oturayım da o hüzünlü şarkıları dinleyeyim diyorum.
Planlar yapıyorum gelecek için, çıkacak soruları ezberliyorum. Ben cevapları ezberlediğimde sorular değişmiş oluyor ve sınıfta kalıyorum. Olsun diyorum belki seneye..
Sene geliyor ve geçiyor. Ben yine söylüyorum. Olsun belki seneye..
”Kaybetmek için çok erken, sevmek için çok geç” diyen insanlar geliyor aklıma.
Birer birer eski anılarım canlanıyor gözümde. Her şeyi 3D olarak seyrediyorum en ön koltuktan. Salonda benden başka kimse yok. Çünkü bu ucuz filme pek talep yok. Patlamış mısır vereyim mi diye soruyor çocuğun biri.. Siktir et diyorum.. Siktir git demeden önce..
Elli katlı bir binaya giriyorum, salakça niye girdiğimi bile bilmeden. Görevli asansör bozuk beyim diyor. Eyvallah deyip tabanları yağlıyorum. Altıncı kata varınca nefesim daralıyor, durup dinleneyim biraz diyorum. 49. kata nasıl çıkacağım diye düşünüyorum. Ayaklarım kanıyor ama ulaşıyorum en sonunda. Usulca tıklatıyorum kapıyı, ses seda yok. Soracak kimse yok. Kapının ardında kimse de yok.
Bazı şeyleri hep böyle geç anlıyor ve öğreniyorum.
Mezarlıkta gül olmazmış aslında.
Güller özel ilgi ve bakım istermiş meğer.
”Umut iyi bir şeydir” diyen bir film geliyor aklıma. Hemen ardından ”Umut, içinde bulunduğu durumdan memnun olmayan insanlar içindir” diyen başka bir film…
Bütün işleri bitirip eve dönüyorum sonunda. Evim evim güzel evim diyesim gelmiyor içimden. Yalnız yemekten daha kötü bir şey yoktur hayatta. Neyse ki; sandalyem, masam ve odanın duvarları var diyorum en azından. Yemek sonrası akşam serinliğinde demli bir çay koyayım diyorum.
İçecek kimsem yok diye vazgeçiyorum sonra.
Yaman - 2 hafta önce
içten ve samimi yazılar için teşekkürler...
Konu: Bir Yabancı İle Aynı Evde Yaşamak: Sen Makarnayı Haşla, Salatayı Ben Yaparım.